26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ahi Evren’den günümüze üretim kültürü ve ulusallık

Mehmet Ulusoy

Mehmet Ulusoy

Eski Yazar

A+ A-

Günümüzün en önemli olgularından biri, ulusal kültüre ve tarihe karşı derin bir yabancılaşma yaşanıyor olmasıdır. Burada, geçmişten kalma kalıplarla kendini tanımlayan hiçbir sağ veya sol düşünce ve siyasetin ayrıcalığı, koruyucu aşısı yoktur. Hâlâ çok daha etkili bir gelenek ya da damar olan Batıcılık, kopyacı, aşırmacı Tanzimatçı kültürde kuşatıcı etkisini sürdürüyor.

Emperyalist sistemden kopma ve Avrasya ile bütünleşme sürecinde, salt siyasal-askeri alandaki mücadeleler, geri dönüşsüz, kalıcı bir sonuç alınmasına yetmiyor. Maddi ve manevi her alanda yaşanan köklü ve uzun süreli bir dönüşümü gerektiriyor. Halkın bilincine çıkartılıp büyük ulusal-kültürel bir enerjiye dönüşmeden bağımsızlaşma ve uluslaşmayı hedefe ulaştırmak zordur.

Bu enerjinin yaratılması da, ulusal kültürümüzün, değerlerimizin üstü örtülmüş, küllenmiş köklerini ortaya çıkarmak, onları çağdaş bir yorumla değerlendirmekten geçiyor. Üretim kültürü bağlamında düşündüğümüzde; uluslaşma ile kapitalizm, onun da özü bilimsel-teknolojik devrim ve sanayileşme arasında bir bağ olduğu açıktır. Bu bağ da, ulusal kültürel değerlerdeki ve günümüzde sanayileşme atılımının arkasındaki üretici ve yaratıcı enerjiyi ortaya çıkarmak demektir. Sözkonusu enerjinin temelinde evrensel bilim ve teknoloji birikiminin yanında, ulusal kültürün, kimliğin içine gizlenmiş, kökleri derinde bir çok ahlaki, estetik, bilinçsel, içgüdüsel davranış kodu vardır. Kimisi tutucu kimisi devrimci rol oynar.

DEĞERİ HÂLÂ ANLAŞILMAMIŞ BİR BİLGE

Ulusal kültürümüzün kökleri deyince, akla gelen ilk isimlerden biri Ahi Evren ve onun kurucu önderliğini yaptığı Ahiliktir. Diyebiliriz ki Ahi Evren, tam da günümüzün en hayati sorunu olan, küreselci tüketim ekonomisi ve postmodernist tüketim kültürüne karşı, ulusal nitelikteki üretim kültürünün Anadolu toprağındaki simgesel ismidir. Ancak ne yazık ki, sağ ya da sol entelektüel çevrelerde, onun bu niteliklerini yeterince kavrayan ve günümüze taşıyan bir duyarlılık ve düşünsel derinlik görülmemektedir. Çünkü, içeriği son derece geniş, neredeyse yaşamı ve doğayı değiştirmenin bütün boyutlarını kapsayan üretim kültürü kavramı, ideolojiyle, sınıfsal çıkar ve değerlerle doğrudan bağlantılıdır. Bu nedenle, 1980’lerden günümüze ulusal ekonomiyi yıkan küreselci iktidarlar için Ahi Evrenler ve Kemalistler düşmandır. Liberal ve Batıcı sol, bunun değerlerini Batı’dan alıp, Batı ölçütlerine göre içeriğini doldururken, İslamcı-feodal ortaçağ güçleri de Türk ulusal kimliğine yabancı, Osmanlı ya da Arap-Fars aristokrat kültüründen besleniyordu. Dolayısıyla Anadolu Türk halkının, sanata-zanaata, üretim sürecinin her boyutuna, üretim tarzına yansıyan yaşam biçimi, öncelikli ihtiyaçları, estetik zevkleri, üslupları; bütün bunların ulusal kimliğin binlerce yıllık kültürel genetiksel kökleri görmezden gelinmiş, önemsizleştirilmiştir. Örneğin sol ve sosyalist kesimde Ahilik, esnaf örgütlenmesini ve ortaçağın lonca sistemini temsil ettiği için, kapitalizmin, yani üretici güçlerin gelişmesine engel olan tutucu, gerici bir kurum olarak olumsuzlanmıştır. İslamcı çevrelerde ise, dinsel değil, Türklerin İslam yorumuna özgü daha laik, bu dünyacı bir felsefeyi savunduğu için görmezden gelinmiş, dışlanmıştır. Ne var ki Ahi Evren’in Hacı Bektaş’la birlikte oluşturdukları kültürel değerler, direnirken katledildiği Moğol işgali ve işbirlikçi Selçuklu ve Osmanlı yönetimlerince yer altına sürülmüş, üstü örtülmüş ve yıllarca unutturulmuştur. Bütün bunlara rağmen Ahi Evren, Nasrettin Hoca olarak, özellikle felsefe ve bilgelik yüklü esprileri ve fıkralarıyla günümüzde bütün canlılığıyla yaşamaktadır.

NASRETTİN HOCA GERÇEKTE AHİ EVREN’DİR

Nasrettin Hoca gerçekte Ahi Evren’dir. Bu tezin sahibi Prof. Dr. Mikail Bayram’ın “Ahi Evren ve Mevlana Mücadelesi” başlıklı son derece önemli kitabı, birinci el kaynaklara dayanmaktadır ve bilimsel niteliktedir. İnandırıcıdır ve bu konudaki bir çok kulaktan dolma yüzeysel bilgiyi büyük ölçüde mahkûm etmektedir. Yeri gelmişken şunu belirteyim; ben kitabı beş ya da altı yıl önce okumuştum; inandırıcılığı konusunda vardığım sonucu da çevremdeki bir çok arkadaşla paylaştım. Ama nedense, hep gündemimde olduğu halde bir türlü yazamadığımı itiraf etmeliyim.

Yıldırım Koç’un, 18 Mart 2017 tarihli Aydınlık’ta aynı kitaba ve konuya ilişkin değerlendirmesine yüzde yüz katılıyorum. Aklın yolu birdir. Koç’un da vurguladığı gibi, Anadolu’nun kültür mirasını anlayabilmek için Ahilik konusunun çok iyi bilinmesi gerekmektedir. Ulusal kültürümüzün bilinmeyen, ama Anadolu toprağında yaşayan köklerini ortaya çıkarmak, bugün her zamandan daha büyük bir önem taşımaktadır.

AHİ EVREN’İN MÜCADELE DOLU HAYATI

Gerçek adı Hâce Nasîrü’d-dîn Mahmûd elHoyî (Hoylu Hace Nasreddin Mahmud) olan Ahi Evren, 13. yüzyılda Selçuklular devrinde Kayseri’de uzun süre kadılık yapmıştır. Burada şeyhi Evhudiddin-i Kirmani’nin kızı Fatma (Bacı) ile evlenmiştir. Türkmenlere yakın bir siyaset izleyen, Ahileri koruyan I. Alâaddîn Keykubat’ın iktidarı döneminde Konya’ya taşınmış, saray okulunda hocalık yapmıştır. Daha sonra, Babaîler ayaklanmasıyla ilişkili olduğu iddiasıyla 5 yıl hapis yatmış ve Denizli’ye sürülmüştür. Ahi Evren, tekrar Konya’ya dönüp bir süre vezirlik yaptıktan sonra, daha önce Debbağların piri olarak Kayseri’de kuruluşunu yaptığı Ahi teşkilatını, Karaman, Niğde, Kırşehir ve Akşehir’e giderek yaygınlaştırdı. Bütün bu etkinlikleri aynı zamanda Moğol egemenliğine karşı Türkmenlerin ve kent esnafının direnişini örgütlemeyi içeriyordu. Bu direnişin önderi olarak, Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi ile birlikte 1 Nisan 1261’de Kırşehir’de öldürüldü.

FATMA BACI

Nasreddin Hoca’nın hanımı olarak bilinen Fatma Hatun ise, Kayseri’den tanıdığı ve Ahi Evren öldürüldükten sonra, Sulucakarahöyük’te yaşayan Hacı Bektaşi Veli’ye sığınan Fatma Bacı’dan başkası değildir. Yani, Bacıyân-ı Rum (Anadolu Bacıları) örgütü olarak bilinen, Osmanlının kuruluşunda önemli roller oynayan kadın örgütlenmesinin lideri Fatma Bacı ya da Kadıncık Ana’dır. 13. yüzyılda Moğollar Anadolu’yu işgal ettiklerinde, bilindiği gibi Mevlana, Moğollarla işbirliği içindedir. Ahi Evren ise Türkmenleri örgütleyerek Moğollara karşı direniş yürütmektedir. Ayrıca, Ahi Evren’in Babailer ayaklanmasıyla da ilişkisi söz konusudur.

ANADOLU KÜLTÜRÜNE AYIRDEDİCİ KATKISI

Hacı Bektaş’la Ahi Evren’in yakınlığı bilinenden çok daha ileridir. Hacı Bektaş Anadolu’ya geldiğinde önce Kayseri’de Ahi Evren’in Şeyhi Evhididdin-i Kirmani’nin yanında kalır, ona hizmette bulunur. Fatma Bacı ile buradan tanışmaktadır. Bu nedenle, aynı felsefenin, aynı düşünsel geleneğin izleyicisidirler. Aynı sınıfın köylü ve göçebe Türkmenlerin ve esnaf ve zanaatkarın ve aynı toplumcu, dayanışmacı ve paylaşmacı kültürün temsilcileridirler. Peki, nasıl oluyor da, aynı çağda yaşayan Mevlana, Yunus, Hacı Bektaş şiirleriyle, düşünceleriyle günümüze kadar geliyor, ama Ahi Evren sadece esnaf örgütçülüğüyle sınırlı ve silik kalıyor, düşünceleri, felsefesi bilinmiyor? Aslında onun Anadolu-Türk esnaf ve zanaat örgütlenmesinin piri olarak anılması bile bir çok şeyi açıklıyor. Sanırım burada, diğerlerinin hafızalara kazınan edebi-şiirsel yapıtları ve yazılı resmi belgelere geçen yaşamları sözkonusuyken Ahi Evren’in daha çok pratik, örgütleyici ve eğitici, özellikle de kentten kente dolaşmak zorunda kaldığı “illegal” yanının ağır basması bir etken olabilir. Ne ki, Türklerin tarihinde böylesi çok değerli şahsiyetler bilinmezlik sisi arkasında kaldığı da bir gerçektir. Kanımca en önemli nedeni, Moğol egemenliğinin ve Ahilerin önde gelen hasmı Mevlana’nın da içinde olduğu işbirlikçi Selçuklu yönetiminin hüküm sürdüğü dönemin siyasi ideolojik koşullarında aramak gerekir. Moğollara karşı direnişe önderlik eden Ahi liderleri ve Türkmen şeyhleri, yaklaşık 50-75 yıl süren baskı ve takiplere karşı kimliklerini ve çalışmalarını genellikle gizlemek zorunda kalmışlardır. Bu tarihi olgu, Ahi Evren gibi önemli kişiliklerin izini sürmeyi ve gerçek bilgilere ulaşmayı zorlaştırıyor.

ANADOLU TÜRK SENTEZİ

Bütün kaynaklardan çıkardığımız şudur: Ahi Evren, Anadolu Türk sentezinin ve onun kültürel mayasının oluşmasında birincil derecede rol oynamıştır. O’nun ayırdedici katkısı; Orta Asya Türk kültürünün yiğitlik, dürüstlük, delikanlılık, paylaşmacılık, konukseverlik, sözüne sadıklık, açık sözlülük gibi ahlaki erdemlerini, Anadolu’nun yerli üretim kültüründe var olan üretim disiplini ve ahlakı, üretim teknikleri ve yeni mesleklerin çalışma tarz ve disiplinleriyle sentezlemesindedir. Yani, çürüyen, insani ve ahlaki değerlerini yitiren, üreticiye zulmeden Bizans uygarlığına karşı, daha toplumcu ve insani, daha üretken enerjiye sahip ve paylaşmacı Türk kültürünün üretim, meslek ve iş örgütlenmesi alanında somutlaşmasıdır. Bu bakımdan Ahi Evren, Hacı Bektaş, Yunus Emre ve diğer kurucu önderler, bin yıllık ulusal kültürümüzün gerçek yaratıcılarıdır; dip akıntıları, yeraltı ırmaklarıdır. Bu Anadolu mayasını, onun dayandığı senkretik (bağdaştırıcı) felsefeyi derinlemesine kavramak, ulusal birliğimiz ve bağımsızlığımız açısından hayati önemdedir bugün.

AHİ EVREN VE ANADOLU MAYASI

Özetle, Türklerin, meslek ve iş-zanaat örgütlenmesi içinde üretici bir yaşam kurmasının adı olan Ahilik, Anadolu mayasının biçimlenmesinde belirleyici öneme sahiptir. Bu yapının temel taşlarını koyan kişi de, hiç kuşkusuz Ahi Evren’dir. Ahiler bir dönem Anadolu’da kent yönetmişler, Moğol istilasına karşı Kayseri, Konya, Kırşehir, Ankara gibi kentlerde silah elde mücadele etmişler, katledilmişler, ancak geleneklerini yaşatmasını bilmişlerdir. Bugün hâlâ bazı bölgelerde sürdürülen gençlik dayanışması, arkadaşlık, fedakarlık, yiğitlik, konukseverlik değerlerinin ve paylaşmacılığın öğretildiği, yaşandığı yarenlik ve benzeri geleneklerin temelinde de ahilik vardır. Ahilik kültürünün günümüzde yaşayan mirasçılarıdır bunlar. Moğol işgali nedeniyle Ahiler, sınır boylarına, Batı Anadolu’ya ve özellikle Osmanlı Beyliği topraklarına çekilmişlerdir. Osmanlının kuruluş tarihine ilişkin bütün bilgiler, Ahi dervişlerinin, gerek devletin ve toplumun örgütlenmesinde, gerekse Marmara bölgesi ve Balkanlarda Hıristiyan halkın ikna edilmesinde, hem savaşçı hem bilge/düşünür olarak olağanüstü rol oynadıklarını gösteriyor. Denebilir ki, Osmanlının başarısının temelinde sanatçı-üretici, savaşçı ve örgütleyici nitelikleriyle Ahilik vardır.