Çağımızın en büyük meydan okuması: Adım adım Mare Clausum

ABD, ‘denizlerin serbestisi’ prensibini liberal düzeni ve küresel hegemonyasını koruma aracı olarak kullanırken, Avrasya ülkeleri açık denizlerin istismarına karşı önlemler almaya başladı. Giderek genişleyen egemenlik iddiaları, tarihte ilk kez 'Denizlerin Fethi Çağı'nın da habercisi...

Dünyamız ve insanlık, büyük sınamalardan geçtiği zorlu bir yılı daha geride bıraktı. 2023'te başlayan İsrail-Filistin Savaşı, mazlum milletlerin ezen dünyaya karşı açtığı son isyan bayrağıydı. Yıl boyunca Rusya'nın Ukrayna sahasında elde ettiği başarılar, Batı cephesinde derin ayrılıklar yarattı. Fransa'nın Afrika'dan kovulması, Karabağ'daki pürüzlerin kaldırılması, Suriye'nin Arap Birliği'ne dönüşü, BRICS'in genişlemesi ve daha nicesi de, Avrasya cephesinin hanesine yazıldı. ABD, uluslararası arenada giderek yalnızlaşırken, çok kutuplu dünya düzeni biraz daha berraklaştı. Ancak 2023'ün öyle bir meydan okuması vardı ki, tek başına bile “müesses nizam”ı temelinden sarsmaya adaydı. Şimdilik bir fısıltı halinde duyulan bu büyük meydan okuma, önümüzdeki çağın da düzenini belirleyecek.

DENİZLERİN SERBESTİSİ PRENSİBİ
HEGEMONYAYI DAYATMA ARACI

ABD hegemonyası, deniz hakimiyetine dayanır. 2. Dünya Savaşı'ndan 6 bin savaş gemisi ile çıkan Amerikalılar (şu an 296 gemileri var), bu sayede küresel jandarmalığa soyunabilmiştir. Dünyanın herhangi bir yerine herhangi bir zamanda güç sevk edebilme kabiliyeti, hegemonyanın ayakta kalmasının temelidir. Bu yeteneği korumak içinse deniz yollarının daima açık tutulması gerekir. Ancak bu, tek başına deniz gücü ile tesis edilebilecek bir marifet değildir. O nedenle “denizlerin serbestisi (Mare Liberium)” prensibi devletlerarası hukukun merkezine konulmuş, ABD tarafından da ilahi bir yasa gibi korunmuştur.

DÜNYA DENİZLERİNİN YÜZDE 1,5’İ KAPALI

Devletlerin deniz yetki alanlarının sınırları, ABD’nin de “özgürce dolaşacağı” açık denizlerin genişliğini belirler. Bu konudaki genel uygulama, 1982 yılında imzalanan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’dir. 82 Konvansiyonu, deniz alanlarını karasuları, kıta sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ve açık deniz gibi bölgelere ayırmıştır. Bunlardan inhisari haklara haiz tek bölge karasularıdır. Devletlere, genişliği 12 mili geçmemek kaydıyla, karasularında tam egemenlik hakkı tanınmaktadır.

Karasularının dışında kalan deniz kesimi ise, 200 mile kadar “Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)”, 200 milden sonra ise “açık deniz” olarak nitelenir. Ancak MEB’ler de “açık deniz”lere yakın bir rejim olarak kodifiye edilmiş, Sözleşme’nin 58. Maddesi’nde şöyle denilmiştir: “(Tüm devletler) Münhasır Ekonomik Bölge’de seyrüsefer serbestliği ile uçuş serbestliğinden ve denizaltı kabloları ve petrol boruları döşeme serbestliğinden; keza, bu serbestliklerin kullanımına ilişkin olarak, özellikle gemilerin, uçakların ve denizaltı kabloları ve petrol borularının işletilmesinde, denizin uluslararası diğer yasal amaçlarla kullanılması serbestliğinden işbu Sözleşmenin diğer hükümleri ile bağdaşır bir şekilde yararlanırlar.”

Bu nedenle dünyada tam egemenlik uygulanabilen deniz alanlarının genişliği, dünya okyanuslarının kabaca yüzde 1,5’i ile sınırlıdır. Kalan deniz alanlarında ise liberal rejim hüküm sürer. Hatta bunu da yeterli görmeyen küresel hegemonya, bir de “zararsız geçiş” hakkı tanımlamış ve karasularından izinsiz geçişi de mümkün kılmayı başarmıştır.

AÇIK DENİZDE NELER YAPILABİLİR?

Konuyu daha iyi anlamak adına bir örnek vermek gerekirse, dünyadaki herhangi bir ülkenin donanması, istediği kıyı ülkesinin 12 millik karasuyundan “zararsız geçiş” adı altında savaş gemilerini geçirebilir. Ya da 13 mil ötesine gelerek askeri tatbikatlar yapabilir. Açık deniz alanlarında ise seyrüsefer serbestisi, uçma serbestisi, denizaltı kabloları ve petrol boruları döşeme serbestisi, suni adalar ve uluslararası hukukun izin verdiği diğer tesisleri inşa etme serbestisi, balık avlanma serbestisi ve bilimsel araştırma serbestisi mevcuttur.

Sözleşme’nin 89. Maddesi’ne göre, “Hiçbir devlet, açık denizlerin herhangi bir kısmını kendi egemenliğine tabi tutmayı yasal olarak ileri süremez.” 90. Madde’ye göre de “Her devlet, açık denizlerde kendi bayrağını taşıyan gemileri seyrettirme hakkına sahiptir.”

Böylece “denizlerin serbestisi” prensibi, 82 Konvansiyonu'nda da muhafaza edilmiştir.

FONOP OPERASYONLARI

İşte ABD’nin korumaya çalıştığı “kurallara dayalı uluslararası düzen”, tam olarak budur. Bu düzeni korumak için bir de Seyrüsefer Özgürlüğü (FON) Programı oluşturulmuştur. Resmi olarak 1979 yılında Başkan Jimmy Carter döneminde başlatılan program, 1983 yılında Ronald Reagan yönetimi tarafından Okyanus Politikası Beyanı ile teyit edilmiş, o tarihten bu yana da tüm yönetimlerde uygulanmıştır. Program kapsamında yürütülen Seyrüsefer Özgürlüğü Operasyonu (FONOP)’nun hedefi, resmi olarak şöyle ifade edilmektedir:

“Ulusun kuruluşundan bu yana Amerika Birleşik Devletleri, denizlerin özgürlüğünün korunmasında hayati bir ulusal çıkar olduğunu ileri sürmüş ve askeri güçlerini bu çıkarı korumaya çağırmıştır. ABD Donanması’nın ilk görevlerinden biri Atlantik Okyanusu ve Akdeniz'deki ABD ticari gemilerini korsanlara ve diğer deniz tehditlerine karşı korumaktı. Benzer şekilde Başkan Woodrow Wilson da Kongre'de yaptığı On Dört Nokta konuşmasında ABD'nin ve diğer ulusların Birinci Dünya Savaşı'nda uğruna savaştıkları evrensel ilkelerden birinin ‘denizlerde mutlak seyrüsefer özgürlüğü’ olduğunu söyledi. Aynı şekilde, İkinci Dünya Savaşı'na girmeden aylar önce Başkan Franklin Roosevelt ‘deniz ve hava devriyelerimize... Amerika'nın denizlerdeki özgürlük politikasını sürdürme görevi düşmektedir.’ demişti. Daha yakın bir tarihte Başkan Barack Obama, ABD'nin ‘uluslararası hukukun izin verdiği her yerde uçmaya, yelken açmaya ve faaliyet göstermeye devam edeceğini’ ekledi. Tarihin de gösterdiği üzere, ABD'nin denizlerin özgürlüğünün korunmasına yönelik ulusal çıkarı, doğası gereği uzun bir geçmişe dayanmakta ve kapsamı itibariyle küreseldir.

“Okyanuslar Politikası'nda belirtildiği üzere, ABD, ‘Deniz Hukuku Sözleşmesi'nde yansıtılan çıkarlar dengesi ile tutarlı bir şekilde dünya çapında deniz haklarını, özgürlüklerini ve kullanımlarını kullanacak ve savunacaktır.’ Bazı kıyı devletleri aşırı denizcilik iddialarında bulunmaktadır - yani, uluslararası deniz hukukuna aykırı olan ve itiraz edilmediği takdirde, uluslararası hukuk kapsamında tüm devletler için garanti altına alınan deniz ve hava sahası hakları, özgürlükleri ve kullanımlarını etkileyebilecek deniz bölgeleri veya yargı yetkisi iddiaları. Ancak Amerika Birleşik Devletleri, uluslararası toplumun hak ve özgürlüklerini kısıtlamaya yönelik tek taraflı eylemleri kabul etmeyecektir.”

AVRASYA'NIN TALEBİ NEDİR?

ABD Donanması, 2023 yılı içinde “aşırı denizcilik iddiaları” gerekçesiyle 20’den fazla Seyrüsefer Serbestisi Operasyonu yürüttü. Bu kapsamda savaş gemileri “tartışmalı sahalara” gönderilerek ilgili kıyı devletine meydan okundu. Örneğin 10 Nisan’da USS Milius gemisi Spratly Adaları'ndaki Mischief resiflerinin 12 deniz mili yakınından geçmiş, 25 Kasım’da ise USS Hopper gemisi Paracel Adaları yakınlarında seyretmişti.

ABD 7. Filosu’ndan 27 Kasım’da yapılan açıklama, rakip devletlerin itirazlarını da ihtiva etmesi bakımından önemlidir:

“Bu Seyrüsefer Serbestisi Operasyonu (FONOP), Çin Halk Cumhuriyeti, Tayvan ve Vietnam tarafından uygulanan masum geçiş kısıtlamalarına meydan okuyarak uluslararası hukukta tanınan hakları, özgürlükleri ve denizin yasal kullanımlarını desteklemiştir. Her üç iddia sahibi de, uluslararası hukuka aykırı olarak, bir askeri geminin kendi karasularından ‘masum geçiş’ yapmadan önce ya izin almasını ya da önceden bildirimde bulunmasını şart koşmaktadır. Deniz Hukuku Sözleşmesi'nde yansıtıldığı şekliyle uluslararası teamül hukuku uyarınca, savaş gemileri de dahil olmak üzere tüm devletlerin gemileri karasularından masum geçiş hakkına sahiptir. Masum geçiş için tek taraflı olarak herhangi bir izin veya önceden bildirim şartı getirilmesi hukuka aykırıdır. ABD, iddia sahiplerinden herhangi birine önceden bildirimde bulunmaksızın veya onlardan izin almaksızın masum geçiş yaparak Çin, Tayvan ve Vietnam tarafından uygulanan bu hukuka aykırı kısıtlamalara meydan okumuştur. Amerika Birleşik Devletleri masum geçişin bu tür kısıtlamalara tabi olmadığını göstermiştir.

“Amerika Birleşik Devletleri tüm uluslar için seyrüsefer özgürlüğünü bir ilke olarak benimsemektedir. Bazı ülkeler uluslararası hukuk çerçevesindeki yetkilerini aşan haklar üzerinde hak iddia etmeye ve sınırlamalar getirmeye devam ettikleri sürece, Amerika Birleşik Devletleri herkes için garanti altına alınan deniz hak ve özgürlüklerini savunmaya devam edecektir. Bu operasyonlar, ABD'nin uluslararası hukukun izin verdiği her yerde uçacağını, yelken açacağını ve faaliyet göstereceğini göstermektedir - aşırı deniz hak iddialarının konumuna ve güncel olaylara bakılmaksızın.”

ABD’NİN İDDİASI İLE
SÖZLEŞME UYUŞMUYOR

Asya ülkeleri tarafından ABD’nin liberal düzenine meydan okuyan bu talepler, son yıllarda akademik çalışmalara da konu olmaya başladı. Çok kutuplu dünyanın zamanla yeni bir uluslararası hukuku da beraberinde getireceği değerlendirildiğinde, ülkemizde de yöneticiler, aydınlar, akademisyenler ve gençlerimiz, mutlaka bu çalışmalara daha fazla vakit ayırmalı.

Örneğin Wuhan Üniversitesi Çin Sınır ve Okyanus Çalışmaları Enstitüsünden Doç. Lei Xiaolu, 2023 yılı içinde yayımladığı “ABD’nin İddia Ettiği ‘Seyrüsefer Özgürlüğü’ Uluslararası Hukuka Göre Seyrüsefer Özgürlüğü Değildir” başlıklı çalışmasında, ABD’nin iddialarına karşı şöyle bir yanıt geliştiriyor:

“ABD Savunma Bakanlığı raporuna göre, denizlerin özgürlüğü sadece ticari gemiler için geçiş özgürlüğü değil, aynı zamanda askeri gemiler ve uçaklar tarafından hava ve denizin kullanımı anlamına da gelmektedir. Ancak Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, nihayetinde deniz güçleri ile kıyı devletlerinin çıkarları arasında bir denge kurmayı amaçlamaktadır. Sözleşme'de ya da genel uluslararası hukukta hiçbir zaman sınırsız bir seyrüsefer hakkı olmamıştır.

Yabancı gemiler karasularından masum geçiş hakkına sahip olsalar da, Sözleşme'nin 25. Maddesi kıyı devletinin masum olmayan geçişleri önlemek için gerekli tedbirleri alabileceğini öngörmektedir. Yani, kıyı devletleri yabancı bir geminin geçişinin 19. Madde kapsamındaki masum geçiş hakkı ile uyumlu olup olmadığına karar verme hakkına sahiptir. Sözleşme ayrıca kıyı devletinin masum geçişle ilgili iç hukukunu kabul edebileceğini ve iç hukuka uyma talebini dikkate almayan yabancı bir savaş gemisinin karasularını derhal terk etmesini isteyebileceğini öngörmektedir. Sözleşme, bir kıyı devletinin hangi adımları ve önlemleri alabileceğini veya bir kıyı devletinin yabancı bir savaş gemisinin karasularını terk etmesini nasıl isteyebileceğini belirtmemektedir. Uygulama devletten devlete değişmektedir. Kararlarını göz ardı eden bir kıyı devletinin karasularında seyrüsefer hakkının bulunmadığı açıktır. ABD savaş gemileri masum geçiş hakkını kullanabilir, ancak aynı zamanda kıyı devletinin geçişin masum olup olmadığına dair kararına saygı göstermeli ve kıyı devletinin karasularından geçişle ilgili kanun ve düzenlemelerine uymalıdır.

“ABD, Münhasır Ekonomik Bölge'nin ve kıta sahanlığının kıyı devletine sadece doğal kaynakların kullanımıyla ilgili egemenlik hakları ve yargı yetkisi verdiğini savunmaktadır. Ancak uygulamada, MEB'de seyrüsefer haklarını kullanılırken 58. Madde kapsamındaki ‘gerekli özeni gösterme’ yükümlülüğünü de dikkate almalıdır. Madde 58'de hangi tür menfaatlerin ‘dikkate alınması’ gerektiği belirtilmemiştir. Sözleşme’nin müzakereleri sırasında, MEB'deki askeri faaliyetlerin sınırları ve yasallığı konusu tartışılmış ve kıyı devletlerinin güvenlik çıkarlarına ilişkin endişeler Peru, Brezilya, Uruguay ve diğerleri tarafından dile getirilmiştir. Şimdiye kadar, bu konuda devletler arasında tutarlı bir devlet uygulaması bulunmamaktadır. Ancak en azından MEB'de seyrüsefer hakkı, kıyı devletinin doğal kaynaklar ve deniz çevresinin korunmasına ilişkin yargı yetkisi ile sınırlıdır.

“ABD Sözleşme'ye taraf değildir. Sözleşme yorumlanırken tarafların sonraki uygulamaları dikkate alınmalıdır. Yani, Sözleşme, tarafların sonraki uygulamalarına uygun olarak gelişecektir. Ancak Sözleşme'ye taraf olmayan bir ülke olarak, ABD'nin uygulaması Sözleşme'nin yorumlanması açısından hiçbir şey ifade etmemektedir.

“Bu nedenle, eğer ABD seyrüsefer menfaatlerini korumak istiyorsa, tek taraflı eylemlerle pozisyonunu zorlamak en iyi seçenek değildir. Sözleşme tarafından kıyı devletlerine ulusal güvenliklerini korumaları için ayrılan alanla yüzleşmeli ve bu alana saygı göstermeli ve ilgili meseleleri ilgili devletlerle ikili veya çok taraflı yasal düzenlemeler yoluyla çözmelidir.”

ÇİN BU KONUDA YALNIZ DEĞİL

Nitekim Çin, bu savunmasında yalnız da görünmüyor. Başta Hindistan olmak üzere Vietnam ve Maldivler gibi ülkeler de, ABD savaş gemilerinin kendi rızaları olmadan karasuları ve Münhasır Ekonomik Bölgelerinden geçiş yapmasını istemiyor.

Örneğin USS John Paul Jones’un FONOP kapsamında Maldivler'in karasularından yaptığı “zararsız geçiş”, iki ülke arasında kriz çıkarmış ve Maldivler, karasuları ve Münhasır Ekonomik Bölgesi'ne girilmeden önce kendisinden izin alınmasını istemişti.

Yine USS John Paul Jones gemisinin bu kez Hindistan'ın Lakshadweep adalarının 130 mil batısından yaptığı geçiş de benzer bir kriz yaratmış, Hindistan bu geçişe tepki göstererek Birleşmiş Milletler kurallarının rıza olmaksızın böyle bir geçişe izin vermediğini bildirmişti. Hindistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü'nün yaptığı açıklama şöyleydi:

“Hindistan'ın rızasına başvurulmadan Münhasır Ekonomik Bölgesinden transit geçiş yapan ABD'yi protesto ediyoruz. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, diğer devletlere kıyı devletinin rızası olmadan Münhasır Ekonomik Bölge ve kıta sahanlığı üzerinde askeri manevralar ya da silah veya patlayıcı kullanımı içeren tatbikatlar yapma izni vermez.”

Eski Hindistan Deniz Kuvvetleri Komutanı Arun Prakash da sosyal medya hesabından “ABD, görünürde müttefik olan bir ülkenin sularında neden izinsiz manevralar yamaktadır? 7. Filo'nun hukuka aykırı olarak Hindistan MEB'inde FONOP görevlerini gerçekleştirmesi yeterince kötü. Peki ya bunu duyurmak?” sorularını yöneltmiş, Çinli diplomat Yu Dunhai ise daha açık bir mesaj vermişti: “Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi'nde 'uluslararası sular' diye bir şey yoktur. Bu, ABD'nin serbest dolaşım özgürlüğünü gerçekleştirebilmek için icat ettiği bir buluştur.”

DÜNYA DENİZLERİNİN 3’TE 1’İ
ABD DONANMASINA KAPANIR

Günümüzde ABD, “denizlerin serbestisi” prensibini liberal düzenin devamı ve küresel hegemonyasını dayatmanın bir aracı olarak kullanmaktadır. Modern deniz hukuku da bu prensip etrafında şekillendirilmiş, ülkelerin denizlerdeki tam egemenlik alanları karasuları ile sınırlandırılmıştır. Ancak yükselen yeni dünya, güvenlik endişeleri ile birlikte denizlerin kapalılığı (Mare Clausum) ilkesine eğilim göstermektedir. Karasularının ötesindeki 200 millik Münhasır Ekonomik Bölgelerin tam egemenlik sahası olarak nitelenmesi ve karasuyu gibi işlev görmesi demek, dünya okyanuslarının üçte birinin ABD Donanması’na kapatılması anlamına gelecektir. ABD Savunma Bakanlığı, bu endişesini şöyle dile getiriyor: “USPACOM bölgesindeki MEB'lerin dünya okyanuslarının yüzde 38'ini oluşturduğu ve bu aşırı deniz hak iddialarının tartışmasız bırakılması halinde, ABD ve diğer ülkelerin dünya okyanuslarının üçte birinden fazlasında rutin askeri operasyonlar veya tatbikatlar yapma kabiliyetini kısıtlayabileceği değerlendirilmektedir.”

Nitekim Avrasya’nın denizler üzerindeki yeni rejime yönelik iddialarının temelini, uluslararası hukuk içinde bulmak da mümkündür.

Örneğin 82 Konvansiyonu’nun tartışmalarında MEB'e temel teşkil eden kavramların başında “miras denizi” (patrimonial sea) kavramı kullanılmaktadır. 1972'de Santo Domingo Bildirisi ile ülkelerin “miras denizi” üzerindeki egemenlik hakları teyit edilmiştir. MEB kavramı, kıta sahanlığını da ihtiva eder ve kıta sahanlığı 'ab initio'(başlangıçtan beri) ve 'ibso facto'(kendiliğinden) bir haktır. Uluslararası Adalet Divanı'nın 1969 tarihli Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davası kararına göre de kıta sahanlığı “kıyı devletinin deniz altındaki doğal uzantısıdır” ve herhangi bir beyana, ilana gerek yoktur. Yani öz be öz vatan toprağıdır.

Dünyada MEB içinde üçüncü ülkelere tanınan kablo ve boru döşeme özgürlüğü de yeni uygulamalara gebedir. Mesela Malta, 2014 yılında kıta sahanlığından geçen denizaltı kabloları için vergi alınması yönünde bir kanun çıkarmış; Çin, Hindistan ve Rusya da kablo döşeme ve onarım faaliyeti öncesinde izin alma şartı getirmiştir. Zaten Sözleşme'deki “sahildar devletin haklarının ve yükümlülüklerinin gerektiği şekilde göz önünde bulundurulması” hükmü de bunu teyit etmektedir.

MENZİL KITALARI AŞTI

Üstelik günümüzde kıyı devletlerinin 200 millik deniz alanını koruyabileceği askeri kabiliyetleri de mevcuttur. Tarihte karasularının sınırları, top menziline göre gelişmiştir. Önceleri 3 mil olarak görülen uygulama, teknolojik gelişmelerle birlikte 5, 6 ve 10 mil gibi uygulamalara dönüşmüş, nihayetinde 1982’de 12 mil ile sınırlandırılmıştır. Bugün ise orduların envanterinde kıtalararası füzeler yer almaktadır. Çok sayıda ülkenin 200 millik deniz yetki alanını koruyabileceği gelişmiş sensörleri, kıyı bataryaları ve seyir füzeleri vardır. Dolayısıyla Çin’in deniz alanlarındaki yeni uygulamaları, silahla da koruma altındadır.

Bu uygulamalar gelecekte diğer ülkeler için de emsal olacak, belki Avrasya’da bir uluslararası deniz mahkemesi kurularak içtihatlar oluşacaktır.

Gelişen dünyanın amacı serbest ticareti önlemek değil, ancak Batı donanmalarının kışkırtıcı faaliyetlerini kısıtlamaktır.

Bu durum, tıpkı günümüzde Karadeniz’de olduğu gibi, gelecekte “Akdeniz Akdenizlilerindir” anlayışını da beraberinde getirecektir.

Kısacası dünya, neresinden bakarsanız bakın, Mare Clausum’a doğru gitmektedir. Bu da tarihte ilk kez “Denizlerin Fethi Çağı”na girdiğimiz anlamına gelir.

İyi yıllarımız olsun.

Sonraki Haber