Devlet kıyılarımız için acilen harekete geçmeli
Bütün dünyada insan kalitesinin düştüğünü söyleyen denizcimiz Gülkaynak, ‘İnsanlar tüketerek mutluluk buluyor. Bu insanın çevre duyarlılığı da az oluyor.’ dedi.
Orman yangınlarının ardından su sıkıntısı gündem oldu. Denizlerimiz de var dedik, kendi elleriyle yaptığı sandal büyüklüğünde bir tekneyle, batmış bir gemiden çıkan motorla ve amatör denizcilerin desteğiyle dünya seyahati yapmış bir denizcimize mikrofon uzattık.
Özkan Gülkaynak, bir deniz aşığı, tutkulu bir doğasever. Denizlerimizi en küçük koyuna kadar tanıyan, bilen bir denizci. O ölçüde de mütevazı. Hayatını anlatmayalım, şu kadarını söyleyelim: Gülkaynak, denizi, denizciliği ve denizde tek başına dünya seyahatinin gerektirdiği tüm bilgileri, yetenekleri okuyarak, araştırarak edinmiş.
DENİZLERİMİZE HOYRATÇA DAVRANIYORUZ
*Kıyılarımızı koy koy gezen bir insansınız. Denizlerimiz ne durumda? Nereye doğru gidiyoruz?
- Denizlerimiz, Ege Denizi çok ciddi alarm veriyor. Deniz kirliliğinin, su kalitesindeki düşüşün, ekosistemdeki bozulmanın bir grafiğini çizsek, özellikle 2010 yılından sonra inanılmaz bir yükseliş olduğunu görürüz. O yükseliş aslında 80'lerde başladı. Sözde alınan önlemlere rağmen her sene o eğri biraz daha dikleşiyor. Denizlerimize hoyratça davranıyoruz ve çevreyi önemsemiyoruz.
O kadar kapitalist olduk ki insanlar, çevre için hiçbir masrafa, hiçbir çabaya değmez gibi davranıyor.
Arıtma tesisinin olmadığı yerler var diyoruz. Ancak bir doğasever gözlemci olarak söyleyebilirim ki arıtmalar da çalışmıyor. Deşarjların üzerinden tekneyle geçiyorum, görüyorum. Çalışmayan arıtmayı yapsanız ne olur? İzmir körfezi berbat. Mordoğan'da akan şey, pis akıyor. Didim'i balık çiftlikleri de kirletiyor ama Didim'in arıtması arıtma değil, drenaj. Daldım, gördüm, pislik aynen denize akıtılıyor.
DEVLET İRADELİ İSTEKLİ SAMİMİ OLACAK
*Sorunları anlatırken çözüm önerilerinizi de söyler misiniz?
-Elimizi kıyılardan uzak tutacağız. Kıyılara sadece koruyucu bir gözlemci olacağız. Rant devşirmeye çalışmayacağız. Devlet bu konuda iradeli, istekli, samimi olacak. Yaygın eğitimle, çok yönlü önlemlerle mücadele başlatacak. Bu böyle değişir.
Mavi kart gibi göstermelik önlemlerle değil. İnsan tuvaletinin idrarının denize karışmasının hiçbir zararı yok. Tuvalet bir tankta depolandığın zaman ısıyla fermante oluyor. Siz onu denize bastığınız zaman doğaya karışmıyor veya daha geç karışıyor. Küçük bir teknede pis su tankı bulunmasının hiçbir anlamı yok. Sırf muzurluk olsun diye pis su tankını insanların denize girdiği yerde denize basanları defalarca gördüm. Bunu iki haftada bir atık verme gibi bir kural getirmekle çözemezsiniz.
Sonra naylon torbalar bir türlü yasaklanamadı hâlâ. Kaldır gitsin. Birçok konu böyle, tam anlamıyla mücadele edemiyoruz. Birazcık bedel ödemeyi göze alsak çok da zor değil.
TUR TEKNELERİ CİDDİYETLE DENETLENSİN
Büyük gemilerin bazı tur teknelerinin kontrol altına alındığı iddia edilse de ciddi atıklar var. Teknelere iki haftada bir, bir tesise gidip atık verme zorunluluğu getirildi. Halbuki olmadık yere sorumsuzca döküyor. Hatta bazen muzurluk olsun diye döküyor. Arkasından laf olsun diye bir tesise uğruyor, göstermelik olarak birkaç yüz litre pis su veriyor. Belki de tertemiz bir suyu veriyor tesise. Samimiyet yok. Tur tekneleri çok iyi denetlenmeli. Dronlarla gözetlenebilir, bazı yerlere sensörler konulabilir. Gönüllü gözlemciler devreye girebilir.
BALIK ÇİFTLİKLERİ KOLERA GİBİ YAYILIYOR
Balık çiftlikleri kapitalist vahşi bir anlayışla, kolera gibi yayılıyor. Balıklara orada hormonlu, antibiyotikli yemler veriliyor sürekli. 2009'da koyların içindeydi, uyarmıştık çevreyi kirletir diye. Hiç kimse dinlememiş, üretim düşmanı olarak nitelendirmişti. Bir süre sonra balık çiftlikleri ‘çevrecilik’ gösterişiyle biz bunları koylardan dışarıya alalım dediler. Aslında sığ koylarda oksijen seviyesi çok düştüğü için balıklar ölmeye başlamıştı, kapasitelerini de artıramıyorlardı. Yamalı bohça gibi, 0.9 mil koyların dışına alınması kararı alındı. Bu yeterli değil.
Ege, kapalı koyların iç içe olduğu, dünyanın en güzel, en çekici coğrafyasıdır. Suları kristaldir, dünyanın en berrak suları Plankton azlığından dolayı Ege denizindedir. Akıntısı olmayan, doğa değeri yüksek yerler. Buraları sanki Norveç veya Hong Kong gibi balık çiftlikleri alanı ilan ettiler.
Balık çiftliklerinin karadaki altyapı tesisleri de kötü. Tenekeden yapılmış barakalar, plastik dubalar… Daldığınız zaman, suyun altı bir felaket, dipte halat artıkları, kalıcı bir kirlilik. Antibiyotikli yem artıkları ekosistemi, canlıların, yosunların, posedonyaların hayatlarını etkiliyor. Buradan çıkan ürün de antibiyotiği çok yüksek, besin değerleri kendi has haliyle uyuşmayan bir gıda niteliğinde.
Çiftlik balıkçılığı, düzgün, kontrollü, daha sağlıklı yemlerle beslenerek yapılabilir. Hatta karada, atıl bölgelerde belli sanayi alanları düzenlenir. Arkalarında arıtma tesisleri olur. Bizde deniz adeta parselleniyor. Özellikle kışın yapıyorlar. Yazın bir anda karşımıza çıkıyor.
PİNALAR BİTMEZ DERDİK…
*Pinalar nasıl öldü?
-Pinalar da benim en çok sevdiğim deniz canlılarıdır. Sanıyorum 2014 yılıydı, ilk ölüm emarelerini İzmir Körfezi'nde gördüm. Başka yerlerde vardı. Bir sene sonra bir tane bile görmedim, Ege'nin hiçbir yerinde göremedim. Adeta neslinin tükendiğini öğrendim.
Bunu bir enfeksiyon yapıyor. Belki ısınmadan dolayı bir bakteri enfeksiyon üretiyor. Bütün Akdeniz'de pinalar bitti. Birer karış aralarla bir metrelik o pinalar bitmez derdik biz. O kadar boldu ki...
Şimdi Marmara'da tek tük var.
DİĞER KABUKLULAR DA YOK OLMAYA BAŞLADI
*Yeniden çoğaltmak mümkün mü?
-İtalya'da, İspanya'da çalışmalar var. Uzmanlarla görüştüm, pek umutlu değiller. Pinaların bir tanesi, bir saatte 200 litre suyu filtre eder. Trilyonlarca pina, deniz suyunun en büyük temizlik işçileriydi. Pinaların bitmesiyle Ege'nin o berrak suları, yerini yavaş yavaş bulanık bir suya bırakmaya başladı. Ardından, temiz sularda yaşayan deniz kestaneleri ve diğer kabuklular da yok olmaya başladı. Benim hayatım onlarla geçmişti. Şimdi İzmir Körfezi'nde Karaburun'a kadar deniz kestanesi kalmadı. Devlet de dahil hepimiz suçluyuz.
DENİZ KESTANESİ Mİ ‘AYAĞA BATAN BİR ŞEY’!
*Doğaya karşı bu tutumu nasıl değiştirebiliriz?
-Eğitimle değiştiririz öğretimden bahsetmiyorum. Öncelikle devlet önemseyecek. Her türlü iletişim aracıyla bu konular insanlara aktarılacak ve kirletenlere çok sert müeyyideler konulacak. Yerinde kontrollerle sorun kontrol altına alacak. Zamanla doğa kendini yeniler.
Ancak eğitim konusunda bile devletin bir duyarlılığı yok. İnsanlar deniz kestanesinin varlığından bile haberdar değil. Sorsanız ‘bitsin ya milletin ayağına batıyor’ diyecek. İnanılmaz bir bilinçsizlik var.
Burada belki haklı noktalar da var. Anadolu'da ekmek parası için mücadele eden, çocuklarını yetiştirmeye, büyütmeye çalışan bir insan deniz kestanesini neden düşünsün? Deniz kıyısında yaşayanlar, bazı balıkçılar da geçim derdiyle, kaçak olarak deniz patlıcanı topluyor. O deniz patlıcanın denizlerimizi korumada ne kadar önemli olduğunu düşünemiyor.
Özellikle devletin bu konuda bilinçlenmesi, olaya makro düzeyde bakması, gerekli adımları atması, sonuç alana kadar yaptırımlarla durumu kontrol altına alması lazım. Böyle düzelir.
*Siz sahile sıfır bir evde büyümüşsünüz... Çocukluktan başlayarak bir biçimde insanların doğayla iç içe olmasını sağlamak, doğaya duyarlı olmayı sağlar mı?
-Deniz kıyısında yetişmiş çok insan gördüm, hâlâ denizlere motor yağı boşaltıyor. Bireyin kişiliğini, en çok aile belirliyor. Bütün ailem doğaya duyarlıdır ama aile içerisinde denizlere tek aşık bendim.
TÜKETİM TOPLUMU DOĞAYA DUYARSIZ
*Dünya turu yaptınız, denizleri korumak bakımından dünyada durum nasıl?
-İnsan kalitesi bütün dünyada düştü çünkü kolaylıkların arttığı bir yaşam sürekli bize empoze ediliyor. Kitap okumak, düşünmek insanlara zul geliyor. Genelde insanlar tüketerek mutluluk buluyor. Bu şekilde yetişen bir insanın çevre duyarlılığı da doğal olarak daha az oluyor. Bütün dünyada bir geriye gidiş var ama Avustralya'da geriye gidiş çok daha düşüktür mesela. Endonezya bizim gibi, çok kötü. Mısır bile Kızıldeniz'i bizden daha iyi koruyor, atık konusunda sıkı uygulamaları var.
Kıyıların doldurulması ne demek bir kere? Milyonlarca yıl su akıntısıyla, dalgalarla adeta nakış gibi işlenmiş, şekillenmiş. Siz geliyorsunuz, on binlerce yıldır var olan o dantel gibi kıyı şeridinin şeklini, şemalini bozuyorsunuz. Orada yaşayan midyelerin, kabukluların yaşamları da yok oluyor. Balıkların besin zinciri belki sekteye uğruyor. Hassas dengeyi bozuyorsunuz.
Kısa dönemde zengin olma amacı, gelecek kuşak gibi düşünceler bırakmıyor insanlarda. O yararlı bakış, o merhamet duygusu, biz bütün bunları kaybettik. Önce devlet, içindeki yolsuzlukları yok edecek ki vatandaşına örnek olsun.
Su sıkıntısının çözülmesi, ormanların, yer altı sularının korunması da aynı anlayışla olur. Türkiye'nin de yapabileceği çok şey var ama bireysel çıkar olgusu öyle bir hale gelmiş ki her konuda bize kaybettiriyor.
KARADENİZ EN HOYRAT DAVRANILAN DENİZ
*Siz tekneler için bir Karadeniz kılavuz kitabı da yazdınız. Karadeniz'de durum nasıl?
-Karadeniz, deniz turizmi de olmadığı için en hoyrat davranılan deniz. Derelerden her türlü pislik denizlere akıyor. Arıtmalar zaten çok kötü orada. Tuna'dan akanlar da var. Karadeniz'deki durum çok daha kötü.
Ege'de nüfusu düşük olan yerlerde durum çok daha iyi. Ayvalık'a geliyorsunuz, kapalı deniz bütün pislik o kapalı denizin içine akıyor.
Akdeniz'de de kirlilik artıyor. Türkiye kıyıları belki de bu havzanın en hızlı kirlenen denizleri.
*Çok teşekkür ederiz.
‘Bizim rüzgarımız bile çok büyük bir nimet’
*Dünyayı gezip gördünüz, bize anlatmak istediğiniz şeyler var mı?
-Dünyanın en güzel coğrafyası Türkiye’de, en yaşanılabilir coğrafya!
Bütün dünyada güneş enerjisi panelleri buluttan dolayı bazı zamanlarda sekteye uğrar. Akdeniz'e girdiğim anda bir tek bulut görmedim haftalarca. Güneş enerjisi panelleri delilircesine çalıştı.
Ege Denizi dünyanın en berrak denizi.
Bu ülkenin güneşi, havası bile farklı. Kaz Dağları'ndan esen Kuzey Ege'deki imbat rüzgarının, dünyadaki bütün rüzgarlardan çok daha üstün olduğunu söyleyebilirim. O imbat dediğimiz rüzgar teninizde öyle güzel şeyleri hissettirir ki… Cildiniz bile bir farklı kokar. O rüzgarın estiği kıyılarda gece rahat uyursunuz. Başka bir yerlerde rüzgarlar böyle keyifli değildir, sizi boğar bazen. Bizim rüzgarımız bile çok büyük bir nimet. Bu ayrıcalıkları ve korunmaya gerçekten çok çok değer bir coğrafyamız olduğunu bilmeliyiz.
Gençlere tavsiyem yeterlikçi olsunlar
*Sandal büyüklüğünde bir tekneyle, batmış bir gemiden çıkan motorla dünya seyahati yaptınız. Gençlere böyle şeyleri tavsiye ediyor musunuz?
-Böyle bir çılgınlığı mı? Tavsiye etmiyorum tabii. Benim yaptığım birçok şeyi tavsiye etmiyorum. Her kişilik kendine özgüdür. Ama onlara yararlı olacak ana temaları söyleyebilirim. Biri, yeterlikçi (minimalist) olmaları. Yeterlikçi olmak güvensizlik demek değil. Küçük bir tekneyle yapabilirsiniz. İçinde küçük bir mutfağı, küçük bir yatağı, küçük bir tuvaleti olan ama güvenli bir tekneyle yapabilirsiniz. Kalkıp da çok lüks 15 metrelik bir tekneyle falan yapın demem. Birçok aygıtın, birçok aletin aslında gereksiz olduğunu, kapitalizmin ortaya koyduğu araçlar olduğunu hatırlatmak isterim. Çok fazla şeye de ihtiyacınız yok aslında. Sadece yeterlilikçi bir zihniyetiniz, ruhunuz olsun. Limitli yaşamayı bilen insanlar, israf etmeyen insanlardır. Her konuda. Kendilerini doğaya versinler. Doğa masumdur. İnsanoğlunun ortaya çıkarttığı suni ve zararlı ortamdan sıyrılarak benliklerinin geliştiğini, kişiliklerinin geliştiğini, kendi kendilerine yetme özelliklerini artıklarını fark ederler denizde.
BİLGİ BİR EMNİYETTİR
Bilgi de bir emniyettir, bilgilerini arttırarak böyle bir şey yapmalarını tavsiye ederim. Tüketim denizcisi olmasınlar. Konfora yönelik bir denizciliği, çevreye de zararlı buluyorum. Kırk elli metrelik koca motor yatlar türedi Ege’de. Bu deniz bunları kaldıramaz. Bu kadar abartılı bir yaşam doğru değil. İnsan bu şekilde yaptığı şeyden mutluluk da duymaz.
Kurumsal destek olsa yeni kitaplar yazarım
*Yayımlanmış iki kitabınız olduğunu biliyoruz. Yeni kitaplar yazıyor musunuz?
-İdealist çabalarımla kendi kitaplarımı yazıp yayınlayan bir insanım. Basım kalitesi ve içeriği nedeniyle maliyeti çok yüksek. Bir kılavuz kitabı yazmak için özel çizimler, renkli baskılar lazım, kalın kitap, cilt olması lazım. Maliyet nedeniyle bir kitapçıya verdiğiniz zaman, kitapçı satış fiyatının yüzde 80'ini almaya kalkıyor. Siz bu kitabı 5-6 bin liraya mı satacaksınız? Ne ben kazanırım ne de okura ulaştırabilirsiniz o kitabı.
Bu nedenle kitaplarımı web sitem üzerinden ben dağıtıyorum. Tabii tanıtımda çok sıkıntı çekiyorum. Herkes ulaşamıyor. Pahalı. 750 kitap 1 milyon liraya yakın tuttu. 2 bin liraya satıyorum. Aksi takdirde bir sonraki baskı için kaynak oluşturulamaz.
Bu maliyet karşısında diğer kitapların hazırlığını durdurdum. Kurumsal destek olsa denizcilikle ilgili kitaplar yazıp yayınlamayı çok arzu ederdim.
Kitaplarıma dünya turundan çok daha fazla emek verdik. O 10 bin tane kitabın teker teker elle dağıtılmasını, kargoya verilmesini düşünün. Bir tanesi 2 kilo gelse 20 ton kitap, hepsi evde stoklandı, adeta ev çökecekti. Onları teker teker imzalıyorsunuz.
*Bazı haritaları elle hazırlamışsınız değil mi?
-Elle çizdik. Derinlikleri teker teker elle ölçtük. Karadeniz kitabı, dünyanın en kapsamlı, en zengin rehber kitabıdır. Türkiye'nin ilk kitabıdır. Kurumlardan destek olmadığı gibi bir takdir, teşekkür bile yok.
Bizim gibi insanların belli bir gücü var. Maddi, manevi engel çıkıyor. İçinizdeki potansiyel kalıyor.
*Dünya turunu anlattığınız kitaptan da söz edebilir misiniz?
-‘Özgürlük Hattının Batısına’ kitabını hazırlarken, Anadolu'daki bir ev hanımı bile bu kitabı okuduğunda bir mutluluk, bir huzur, bir coşku hissetmeli, bir şeyler öğrenmeli dedim. Anlatım akademik değil, çok kolay anlaşılacak çizimler serpiştirdim kitaba. Okuyan, bir gelgit akıntısının, denizlerde fırtınaların nasıl oluştuğunu, dalgalara karşı teknik kullanımı hakkında bir takım şeyleri anlayabilecektir. Duygu dolu olsun, bilgi dolu olsun dedim. Çocukluk, gençlik yıllarım da var o kitapta. Otobiyografi gibi ama yaşamımda ders niteliğinde olan örnekleri oraya serpiştirdim. Uzun yola gidecekler için de bir baş ucu kitabı.