Dil Devrimi cinnet miydi?

Dil Devrimi’ne karşı çıkmak; Türkçenin bilim, edebiyat ve siyaset dili olarak gelişmesine karşı çıkmaktan başka bir anlama gelmez

Otomobil camlarındaki filmlerden şehirlerde kaç katlı binaların olacağına; liselere giriş sınavından üniversite sınavlarına; yardımcı doçent kadrolarının gerekli olup olmadığından İstiklâl Marşı’nın güftesine kadar aklınıza gelebilecek hemen her konuda “derin bilgisi” olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan, son olarak 1930’lardaki Dil Devrimi hakkında da konuştu:

ERDOĞAN’IN ÇELİŞKİSİ

“Osmanlı Türkçesinin okullarda okutulmasını önemli bir adım olarak görüyorum. Dil Devrimi adı altında Türkçemiz, tatsız tuzsuz, ruhsuz, renksiz kelimelerin tasallutuna sokularak milletimizin kadim medeniyetiyle arasındaki bağ zayıflatılmaya, hatta koparılmaya çalışılmıştır. Yani bizim aslında damarlarımız kesilmiştir. Bugün genç bir kardeşimizin, Fuzuli, Baki, Şeyh Galip bir yana Mehmet Akif’i, Ömer Seyfettin’i ve Ahmet Haşim’i dahi anlayamıyor olması, bu dönemde dilimize yapılan suikastin sonucudur. Dilimizin zenginliğini kendi elimizle yok etmeye çalıştığımız bu cinnet dönemini artık inşallah geride bıraktığımıza inanıyorum.”

Tayyip Erdoğan 15 Mart günü Beştepe’deki konferans salonunda “Liseliler Destan Yazıyor Şiir ve Kompozisyon Yarışması”nda gençlere yaptığı konuşmanın devamında, yabancı dillerdeki tabela çılgınlığına dikkat çekiyor ve haklı bazı uyarılarda bulunuyor. Ama bu haklı uyarıları ile Dil Devrimi’ni “cinnet” olarak nitelemesi arasında ise tam bir çelişki var.

Çünkü “Cinnet” denilen Dil Devrimi, Türkçemizi, halkın hiç anlamadığı yabancı dillerden alınma sözcüklerin tasallutundan kurtarmaktan başka bir şey değildi.

12 EYLÜL’DEKİ GERİCİ SALDIRI

Dil Devrimi’ne saldırı son olarak 12 Eylül döneminde yapıldı. ABD’nin “bizim oğlanları”nın devrimci ve yurtsever aydın birikimine saldırdığı koşullarda, Osmanlıca özlemcileri de ortaya çıktılar ve Cumhuriyetin Dil Devrimi’ne karşı bir saldırı kampanyası başlattılar.

Ama Dil Devrimi, kazanımlarıyla bütün millet tarafından tamamen benimsenmişti. Öyle ki, Dil Devrimi’ne saldıranlar bile Osmanlıcayı değil, Dil Devrimi’nin günyüzüne çıkardığı zengin Türkçeyi kullanıyorlardı. Bu koşullarda gerici saldırının elbette hiçbir şansı olamazdı.

Ve Türkiye, Dil Devrimi’ne yönelik saldırının yaşandığı günlerden bu yana geçen 30-35 yıl boyunca bu konuyu hiç tartışmadı. Derken Tayyip Erdoğan durup dururken konuyu yeniden gündeme getirdi ve Dil Devrimi’ne saldırdı.

Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı ile Osmanlı özlemciliğinin genlere işlemesi böyle bir şey olsa gerek.

ELİT DİLİ HALK DiLİ KARŞITLIĞI

Türkiye 1930’lu yıllarda Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde büyük bir Dil Devrimi gerçekleştirdi. Daha öncesinin yazı dili Osmanlıca, sadece küçük bir yönetici elit tarafından konuşuluyordu. Halkın hiç anlamadığı bu dilde Arapça ve Farsça sözcükler yüzde 70 oranındaydı.

Halkın konuştuğu dilin başka, sarayın konuştuğu dilin başka olması, sadece Osmanlılara özgü değildi. Aydınlanma çağına kadar Avrupa’da bilim, din ve hukuk dilinin Latince olması da benzer bir durumdu.

Feodal sınıf; halkın anlamadığı bir dili yönetim dili olarak kullanmayı, hakimiyetini sürdürmenin bir aracı olarak görüyordu ve bu eğilim evrenseldi.

Amaç geniş halk kitlelerini yönetimin dışında tutmaktır. Onun için halkın konuştuğu dilden ayrı bir dil kullanmaya özel bir önem verilmiştir. Kilisede ibadet dilinin Latince, İslâm ülkelerinde Arapça olmasının ardında yatan mantık da aynıdır.

Bu açıdan konu ele alındığında Dil Devrimi, Demokratik Devrimimizin çok önemli bir parçasıydı. Böylece halk, yöneticilerin konuştuğu dili anlayabildi, siyasete katılabildi. Ve daha önemlisi böylece “kul” olmaktan çıktı, “yurttaş” oldu.

ZENGİN KÜLTÜREL MİRAS

Türkiye, Cumhuriyetle birlikte büyük bir Kültür Devrimi yaşamıştır. Hiç şüphe yok ki Dil Devrimi’ni Alfabe devrimi ile birlikte ele almak gerekiyor. Osmanlı döneminde okur yazar oranı yüzde 10’un altındaydı. Yani sayın Erdoğan’ın “Fuzuli ve Baki’yi anlamıyorlar” diye ifade ettiği durum, Osmanlı döneminde halkın neredeyse tamamı açısından geçerliydi.

Harf devrimi ile birlikte birkaç yıl içinde toplumdaki okuryazar oranı, Osmanlı’nın en iyi döneminin üstüne çıktı. Gene oran olarak ele alındığında Cumhuriyet döneminde Fuzuli ve Baki’yi anlayanların sayısının Osmanlı döneminden daha fazla olduğu da bir başka gerçektir.

Ama en önemlisi Dil Devrimi ile birlikte bütün Millet; Kaşgarlı Mahmut’lar, Yunus Emre’ler, Nasrettin Hocalar ve Pir Sultan’lar tarafından yüzyıllar içinde geliştirilen o büyük kültürel mirasla buluşmuştur.

BİLİM DİLİ TÜRKÇE

Sayın Erdoğan’ın “Cinnet Dönemi” olarak nitelediği “Dil Devrimi sayesinde Türk Milleti, Türkçe ile bilim yapmaya başladı.

Oysa Osmanlı aydınlarının önemli bir kısmı, Türkçe ile bilim yapılamayacağı kanısındaydı. Bilim dilinin Arapça olduğunu düşünüyorlardı. Türkçe konusunda aynı anlayışla yetişen Tanzimat aydınlarına göre ise bilim, ancak Batı dilleri ile yapılabilirdi.

Dil Devrimi ile Türkçenin, ne kadar zengin bir dil ve gelişmeye ne kadar uygun bir dil olduğu ortaya çıktı. Bu durumda Dil Devrimi’ne karşı çıkmak; Türkçenin bilim, edebiyat ve siyaset dili olarak gelişmesine karşı çıkmaktan başka bir anlama gelmez.

CİNNET NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Dil Devrimi’nin sonuçlarını şöyle özetlemek mümkündür:

1. Halk ve yönetici elit dilleri ayrılığına son verilmiş, böylece iktidarı halka kapalı tutan, yönetici elitin iktidar tekelinin bir aracı olan dil ortadan kaldırılmıştır. Halkın iktidara katılmasının yolları açılmıştır. Demokrasi ancak böyle bir zeminde var olabilir.

2. Milleti var eden en önemli unsurlardan biri ortak dildir. Dil Devrimi, Türkçeyi herkesin ortak dili yaparak Türkiye halkını “Türk Milleti” yapmıştır.

3. Ortak dil, Aydın-Halk kopukluğunu ortadan kaldırmıştır.

4. Halkın konuştuğu dilin yazı dili haline gelmesiyle, bütün toplumun kültürel düzeyinin yükseltilmesine katkıda bulunulmuştur.

5. Türkçe, Dil Devrimi sayesinde bilim ve siyaset dili olarak gelişmiştir. Bu da bilimin yaygınlaşmasını sağlamış, halkın siyaset yapmasının koşulları oluşmuş; demokratikleşmeye katkı yapmıştır.

Bütün bu kazanımların “cinnet” olarak nitelenemeyeceği açıktır. Ama bütün bu tartışmalar geçen yüzyılda kalmışken, yeniden gündeme taşıyarak tarihe havale olmuş Osmanlıcayı canlandırabileceğini düşünmenin adı ne olabilir acaba?

Sonraki Haber