Kıbrıs Adası’nın fethinin 451. yıl dönümü-2: Kıbrıs Adası güçlülüğün mihenk taşı

Shakespeare: Kıbrıs’ın Türkler için olan önemini düşünürsek, onu Rodos’tan daha çok ilgilendirdiğini anlamalıyız. Sanmayın ki Türk kendini en çok ilgilendireni en sona bırakacak kadar beceriksizdir.

Kıbrıs adasının, Osmanlı Devleti’nin gücünün, bölgesindeki ve dünyadaki ağırlığının, itibarının bir ölçüsü ve hattâ mihenk taşı olarak alınabileceğini söylemenin pek de yanlış olmayacağını düşünüyoruz.

Aynı ölçü, Türkiye Cumhuriyeti için de geçerlidir. Çünkü Türkiye, 1923'ten bu yana Kıbrıs adasının millî güvenliğine bir tehdit üssü olarak kullanılmasına, hayatî çıkarlarına zarar vermesine müsaade etmemiştir. Osmanlı Devleti'nin Yıkılma Devri’nde İngiltere'ye terk etmek ve üzerindeki askerini geri çekmek mecburiyetinde kaldığı Kıbrıs'taki Türk varlığının koruyucusu ve güvencesi olmuştur. Kıbrıs'ta hukukî ve fiilî hak ve yetkiler elde etmiştir. Askerini Kıbrıs'ta konuşlandırabilmiştir. Kıbrıs için garantör devlet statüsünü kazanabilmiştir.

İNGİLTERE KIBRIS’I İLHAK EDİYOR

1914 yılının Temmuz ayında Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi, ardından Osmanlı Devleti’nin 1914 Ekim ayının son günlerinde Almanya’nın safında savaşa katılması üzerine, İngiltere (ve ayrıca Rusya ve Fransa) 5 Kasım 1914 günü Osmanlı Devleti’ne karşı savaş ilân etmiştir. Aynı gün İngiltere, Kıbrıs adasını ilhak ettiğini de açıklamıştır. Böylece, İngiltere Kıbrıs adasındaki Türkleri “düşman tebaa” olarak görmeğe ve böyle muamele etmeye başlamıştır.

YUNANİSTAN ‘ENOSİS’ İÇİN ÜMİTLENİYOR

Bu gelişme “enosis” teşebbüslerine hız kazandırmıştır. Çünkü, Kıbrıslı Rumlar ve Yunanlar, İngilizlerin Ada’yı ilhak etmesinden sonraki aşamanın kendileri için “enosis” olduğuna inanmaya başlamışlardır. O kadar ki, Yunanistan Başbakanı Elefthérios Venizélos İngiltere’nin ilhakından 9 gün sonra “İlhak bu büyük Yunan adasının millî restorasyonu yönünde son aşama olarak nitelendirilmelidir. Hükûmetimizin elindeki mahrem bir bilgiye göre de Kıbrıs’ın ana Yunanistan ile birleşmesi yakın gelecekte tahakkuk edecektir.”(4) şeklinde demeç vermiştir.

Yunanistan, sonucunun belli olmaya başlaması üzerine, 1917 ortasında I. Dünya Savaşı’na itilâf (anlaşma) devletlerinin safında katılmış ve galip devletler asında yer almıştır.

Galip devletler, bir Kıbrıs Rum heyetinin 1919 Ocak ayındaki Barış Konferansı için Paris’e gelip Konferans çevreleriyle temaslarda bulunmasına imkân sağlamıştır.

Rumlar ve Yunanistan Paris Konferansı’ndan sonra, Kıbrıs adasının İngiltere tarafından Yunanistan’a devredilmesi yolundaki taleplerini canlı tutma gayretlerini sürdürmüşlerdir.

SEVR’DE [SÈVRES] KIBRIS

30 Ekim 1919’da imzalanan Mondros Mütarekesi’nden 10 ay kadar sonra Müttefik Devletlerle Osmanlı Devleti arasında imzalanan Sevr Andlaşması’nın 115. Maddesi’nde “Müttefik Devletlerin İngiliz Hükûmetince 5 Kasım 1914’de ilân edilmiş olan Kıbrıs’ın kendisine (İngiltere’ye) bağlanmasını tanıdıklarını bildirdikleri” hükmü yer almıştır.

Sevr’in 116. Maddesi’nde de Osmanlı Devleti’nin, “bu adanın Padişah’a ödenen vergi üzerindeki hakkını da içermek üzere, Kıbrıs üzerinde ya da Kıbrıs’a ilişkin bütün haklarından vazgeçtiği” hükmüne yer verilmiştir.

117. Madde’de de “Kıbrıs adasında doğmuş ya da orada oturan Osmanlı uyrukları, yerel yasa koşulları içinde, Osmanlı uyrukluğundan ayrılarak, İngiliz uyrukluğunu alacaklardır.” hükmü yer almıştır.

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın işgalci Yunan kuvvetlerine karşı kesin zafer kazanması ve vatanımızı işgalden kurtarması aslında Kıbrıslı Rumların “enosis” hayali için darbe olmuştur. Bununla beraber, o vakte kadar İngiltere’de Başbakan Llyod George’un ve Dışişleri Bakanı George Curzon’un sergiledikleri Yunanistan’ı Anadolu’yu işgal etmeye teşvik eden ve destekleyen tutumları Rumların ve Yunanistan’ın Lozan Barış Konferansı'nda Kıbrıs'ın Yunanistan'ın egemenliğine bırakılacağı ümit ve beklentilerini canlı tutmuştur.

KIBRIS ADASI’NIN TÜRKİYE BAKIMINDAN ÖNEMİ (GENEL)

Ada, Türkiye’ye 74, Suriye’ye 98, Lübnan’a 221, İsrail’e 290, Mısır’a, başka bir ifadeyle, Süveyş Kanalı’na 384 km mesafededir.

Bu bağlamda, Kıbrıs adasının Girit’e 550, Yunan anakarasına, Atina’ya 900 km mesafede olduğunu kaydedelim.

Türkiye Lozan Konferansı’ndan itibaren Kıbrıs adasının Türkiye’nin güvenliği bakımından taşıdığı önemin ve değerin farkında ve bilincinde olarak hareket etmiştir.

LOZAN’DA [LAUSANNE] KIBRIS

Konferans'ın açılışından önce ve açıldıktan sonra Kıbrıs'ın Yunanistan'a verilmesi için gayret sarfedenler ve bu amaçla Türk heyetine baskı yapanlar olmuştur.

Konferans çalışmalarının akışı içinde Andlaşma'nın ilk taslağı olarak hazırlanan belgede Kıbrıs adası bakımından da uygulanacak şöyle bir hüküm (Madde 16) yer almıştır:

“Türkiye, işbu Andlaşma'da belirtilen sınırlar dışında bulunan bütün topraklar üzerindeki ya da bu topraklara ilişkin olarak, her türlü hakları ve sıfatlarıyla, üzerinde [ Türkiye’nin ] kendi egemenliği tanınmış adalardan başka öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir.

“Türkiye, [ söz konusu ] bu topraklar ve adalar bakımından, bunların bir başka devlete verilmesi, bağımsızlığı, bu topraklar ya da adalar üzerinde herhangi bir başka rejim kurulması konusunda uygulanmış ya da uygulanacak olan hükümleri [şimdiden] kabul ettiğini ve uygun bulduğunu bildirir.”(5)

Bu maddenin ikinci paragrafı ile Osmanlı Devleti’nin üzerindeki egemenliğini terk ettiği topraklarda ve adalarda (ki buna Kıbrıs adası da dâhil) gelecekte ilhak, bağımsızlık ilânı veya herhangi bir başka rejim kurulması yolunda alınacak kararları Türkiye Cumhuriyeti’nin önceden uygun bulması, kabullenmesi ve tanıması isteniyordu. Yani, bu madde ile Kıbrıs’ın İngiltere tarafından Yunanistan’a devredilmesine kapı açık bırakılıyordu.(6)

Barış Antlaşması’nın ilk taslağının 16. Maddesi Birinci Komisyon’un 25 Nisan 1923 Çarşamba günü İngiliz Sir Horace Rumbold’un başkanlığında yapılan oturumunda müzakere edilmiştir.

Başkan 16. Madde hakkındaki Türk karşı tekliflerinde ikinci paragrafın çıkartılmış olduğuna işaret etmiş ve Türk heyetine bunun sebeplerini izah etmesi ricasında bulunmuştur.

İsmet Paşa söz almış ve 16 Madde’nin ikinci paragrafının “Türkiye’yi Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan topraklara ilişkin olan ve Türkiye’nin bilmediği hükümleri onaylama ve kabul etme zorunda bıraktığını” söylemiştir. Devamla, “Türkiye’nin ileride kararlaştırılacak hükümleri de kabul etmesi istenmektedir. Açıkça bellidir ki, Türkiye, niteliğini ve kapsamını bilemediği hükümleri kabul etmeği yükümlenemez.” demiştir.

YUNAN TEMSİLCİ İTİRAZ EDİYOR

Söz alan Yunanistan Temsilcisi M. Caclamanos, Yunan heyetinin “bu hükmü ülke (toprak) sorunlarına ilişkin esaslı bir hüküm saymakta olduğunu; bu fıkranın metinde olduğu gibi tutulmasını gerektiğini düşündüğünü; çünkü Müttefik Devletlerin, bu toprakların ve adaların kaderine ilişkin olarak ileride konulabilecek hükümlere karışmayacağı konusunda, Türkiye’nin açık ve kesin bir yüküm kabul etmesini istediklerini” ifade etmiştir.

ANDLAŞMA TASLAĞI DEĞİŞİYOR

Müzakere sonunda 16. Madde ile ilgili taslak metin değiştirilmiştir.

16. Madde Andlaşma’da şöyle yazılmıştır:

“Türkiye, işbu Andlaşma’da belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar üzerindeki ya da bu topraklara ilişkin olarak, her türlü haklarıyla sıfatlarından ve [ Türkiye’nin ] egemenliği işbu Andlaşma’da tanınmış adalardan başka bütün öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir; bu toprakların ve adaların geleceği [kaderi], ilgililerce düzenlenmiştir, ya da düzenlenecektir.

“İşbu Madde’nin hükümleri, Türkiye ile sınırdaş olan ülkeler arasında komşuluk durumları yüzünden kararlaştırılmış ya da kararlaştırılacak olan özel hükümlere halel vermez.”

16. Madde’nin Fransızca ve İngilizce metinlerine de aşağıda yer vermekte fayda görüyorum. Çünkü, son günlerde çevremde Kıbrıs konusunda yazı yazıp bu 16. Madde’nin lâfzının, bilhassa “ilgililerce” [by the parties concerned] [par les intéressés] ibaresini ihtiva ettiğini bilmeyenlere rastladım.

[Article I6. Turkey hereby renounces all rights and title whatsoever over or respecting the territories situated outside the frontiers laid down in the present Treaty and the islands other than those over which her sovereignty is recognised by the said Treaty, the future of these territories and islands being settled or to be settled by the parties concerned.

The provisions of the present Article do not prejudice any specialarrangements arising from neighbourly relations which have been or may be concluded between Turkey and any limitrophe countries.]

[Article 16. La Turquie déclare renoncer à tous droits et titres, de quelque nature que ce soit, sur ou concernant, les territoires situés au delà des frontières prévues par le présent Traité et sur les îles autres que celles sur lesquelles la souveraineté lui est reconnue par ledit Traité, le sort de ces territoires et îles étant réglé ou à régler par les intéressés.

Les dispositions du présent Article ne portent pas atteinte aux stipulations particulières intervenues ou à intervenir entre la Turquie et les pays limitrophes en raison de leur voisinage.]

Kıbrıs adasının kendisine verilmesi ümit ve beklentisi içinde Lozan Konferansı’na katılmış ve Andlaşma’yı imzalamış olan Yunanistan, Andlaşma’nın Kıbrıs’ın İngiltere’nin egemenliği altına konulmasına ilişkin maddesi hakkında herhangi bir çekince beyan etmiş değildir. Böylece Yunanistan anılan maddeyi olduğu gibi bütün sonuçlarıyla kabul etmiş olmaktadır.

16. Madde’nin ilk yazım biçimini İsmet Paşa kabul etmiş olsaydı, Türkiye gelecekte Kıbrıs konusu hakkında hiçbir söz hakkına sahip olamayacaktı.

Türkiye’nin Lozan’da Kıbrıs’ın Türkiye’ye verilmesi üzerinde durmamış olmasını akılcı ve gerçekçi bir stratejinin icabı olarak değerlendiriyorum.

Bir kere, Kıbrıs adası 1878’den itibaren İngiltere’nin işgali altındaydı. 1914’de de ilhak ettiğini açıklamıştı. TBMM Hükûmeti Lozan’da Kıbrıs’ı egemenliği altına alma konusunda ısrarlı davransaydı, bu iddiasının arkasında gerektiğinde Kıbrıs’a askerî müdahalede bulunabilmesini mümkün kılacak bir askerî gücün bulunması gerekirdi. Bundan mahrum durumdaydı. O günlerde mevcut uluslararası güç dengeleri karşısında İngiltere’nin Kıbrıs adası üzerinde 1878’de elde etmiş olduğu fiilî hâkimiyetinden Lozan’da diplomasi masasında Türkiye lehine vazgeçmesi beklenemezdi.

İkincisi, Ankara Lozan’da Kıbrıs için İngiltere ile ipleri germiş olsaydı, bundan, Ada’nın kendisine verilmesi beklentisi yüksek olan Yunanistan’ın istifade etmesi ihtimaller dahiline girebilirdi.

Üçüncüsü, TBMM Hükûmeti’nin Lozan Konferansı için belirlediği temel hedef olan tam bağımsız ve egemen Türk Devleti’nin yaratılması için gerekli barış anlaşmasının ortaya çıkması tehlikeye düşebilirdi.

İsmet Paşa, Kıbrıs adasına İngiltere’nin egemenliği altında Yunanistan’ın da kabul etmek durumunda kaldığı bir statü kazandırmıştır. Bu suretle Yunanistan’ın Ada ile ilgili olabilecek talepleri bakımından İngiltere ile karşı karşıya kalmasını sağlamıştır.

İsmet Paşa’nın Konferans’ta değiştirilmesini ve yeniden kaleme alınmasını temin ettiği Andlaşma’nın 16. Maddesi, ileride Kıbrıs’ın statüsü hakkında yeniden bir karar alınması ihtiyacı ortaya çıktığı zaman Türkiye’nin “ilgili” devlet olarak görüşme masasına oturmasına kapıyı açan bir içeriğe sahip kılınmıştır.

Kıbrıs konusunun 30 yıl kadar sonra gösterdiği gelişme seyri, bu olguyu teyit eder mahiyette olmuştur.

KIBRIS ADASI’NIN TÜRKİYE İÇİN ARTAN ÖNEMİ

Doğu Akdeniz havzasında Kıbrıs adasının mesafe olarak en yakın olduğu ülke Türkiye’dir.

Bu coğrafî özelliğin Türkiye bakımından anlamını İngiltere'nin BM nezdindeki Daimî Temsilcisi Büyükelçi Selwyn Lloyd BM Genel Kurulu’nda 24 Eylül 1954 günü yaptığı konuşmada şöyle dile getirmiştir:

“Kıbrıs coğrafî bakımdan Anadolu’nun bir parçasıdır ve orada 100 bin kişilik Müslüman – Türk kitlesi de oturmaktadır. Kıbrıs tarihte hiçbir zaman Yunanistan’a ait olmamıştır. Ada’da yaşayan mütecanis Türk kitlesi kendi müftüsü ve vakıflarıyla Türkiye’ye ırkî ve kültürel bağlarla bağlıdırlar. Ada’nın ekonomisinde önemli rol oynamaktadırlar...”(7)

Ayrıca, ünlü İngiliz edebiyatçısı, şairi, tiyatro yazarı Shakespear’in Othello Piyesi’nin (1603) Birinci Perde Üçüncü Sahnesinde şu replik vardır:

“…Kıbrıs’ın Türkler için olan önemini düşünürsek, O’nu Rodos’tan daha çok ilgilendirdiğini….anlamalıyız. Sanmayın ki Türk kendini en çok ilgilendireni en sona bırakacak kadar beceriksizdir.”(8)

Kıbrıs adası Türkiye'nin dış güvenlik kuşağının en önemli diliminde, cephesinde yer almaktadır. Bu kuşağı Doğu’da başlayıp Irak ve Suriye ile olan kara hudut çizgimiz boyunca uzanarak Akdeniz’e ulaşmaktadır. Doğu Akdeniz’de KKTC topraklarıyla birleşip Batı’da Ege’ye doğru uzanmaktadır.

Türkiye’nin Akdeniz kıyılarımızdan açık denizlere çıkması imkânının engellenmesinin önlenmesi bakımından da Kıbrıs adası bizim için önemlidir.

Türkiye'yi hedef alan terörist unsurların belkemiğini oluşturduğu Akdeniz'e de çıkışı olan yuvalanmalarla, devlet yapılanmaları teşebbüsleriyle ülkemizin güney kara sınırlarımız boyunca kuşatılmasının önlenmesinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamağa lüzum yoktur.

Aynı şekilde, İskenderun Körfezi'nden Batı'ya doğru uzanan kıyı şeridimizin Kıbrıs adasından kaynaklanacak tehdit ve tehlikelerden uzak tutulması da millî güvenliğimiz ve savunmamız bakımından o kadar önemli ve hayatîdir. Bu konu değerlendirilirken güvenliğin bir bütün olduğu; yer ve zaman itibariyle bölünmeye gelemeyeceği gerçeği dikkate alınmalıdır.

Kıbrıs’taki “fiilî” ve “etkin” mevcudiyetimiz zafiyete uğradığı takdirde, güney kara hududumuz boyunca oluşturulan terör kuşağını parçalamak için sürdürdüğümüz çabalarımız boşa gitmiş olacaktır. Böyle bir durumda Türkiye'nin ulusal güvenliğinin askerî, ekonomik, enerji, çevre, vs. gibi bütün veçheleri için büyük tehlikeler doğacağını belirtmeğe lüzum yoktur.

Kıbrıs adasının terör üretmeye müsait, Kıbrıslı Rumların da buna yatkın olduklarını uluslararası toplum son yüzyıl içinde görmüş bulunmaktadır.

Ada’da İngiltere’nin yönetimi döneminde Rumlar Ortodoks Kilisesi’nin de tahrik ve teşvikleriyle 1931’de enosis için yaptıkları bir toplu gösteri yürüyüşünde İngiliz Vali’nin ikametgâhını ateşe vermişlerdir.

Kıbrıs sorununun, 1950'lerde Ada'da egemen olan İngiltere'ye ve sonra Kıbrıslı soydaşlarımıza karşı EOKA terör çetesinin yürüttüğü faaliyetler, gerçekleştirdikleri eylemler sonucunda uluslararası camianın dikkat alanına girmiş olduğu unutulmamalıdır. EOKA Kıbrıs adasının Yunanistan'a bağlanması için mücadele etmek üzere Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan tarafından Yunan generali Grivas'ın komutasında 1955 yılında kurulmuştur. Gerilla savaş yöntemlerini uygulamıştır.

Kıbrıs’ta 1963 Noel’inin tarihe "Kanlı Noel" olarak geçmesine sebep olan katliamın failleri EOKA teröristleridir. AKRİTAS plânı bir terörizm eylem plânıdır. Bu Plan’a göre Kıbrıs Türk halkına karşı EOKA tarafından “etnik temizlik” uygulanmasına girişilmiştir.

Kıbrıs’taki 15 Temmuz 1974 darbesiyle Cumhurbaşkanı ilân edilen Nicos Sampson da ünlü bir EOKA teröristiydi.

Rum teröristler 19 Ağustos 1974'de ABD'nin Lefkoşa Büyükelçisi Rodeger Paul Davies'i Ada'da katletmişlerdir.

ASALA teröristlerinin Türk diplomatlarını haince katleden eylemleri Rum yönetimi tarafından kınanmış değildir.

Kıbrıs Rum Yönetimi PKK teröristlerine destek vermekte ve onlarla işbirliği yapmakta beis görmemişlerdir.

Terörist başı Öcalan 1999'daki Yunanistan Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos’tan himaye görmüştür. Pangalos, terörist başının Yunanistan'ın Nairobi Büyükelçiliği'nde koruma altına alınmasını sağlamıştır. Öcalan orada yakalanıp Türk güvenlik güçlerince 15 Şubat 1999'da Türkiye'ye getirildiği zaman üzerinden Lazaros Mavros adına düzenlenmiş bir "Kıbrıs Cumhuriyeti" pasaportu çıkmıştır.

Rum Yönetimi’nin S-300 füzelerini Güney Kıbrıs’a yerleştirmesine ilişkin olarak yaşanan gerginlikler de bilenmektedir.

TÜRKİYE’NİN ENERJİ TERMİNALİ ROLÜ AÇISINDAN ADA’NIN ÖNEMİ

1980’li yılların sonunda uluslararası plânda başlayan hızlı değişiklikler, oluşan yeni dengeler içinde Türkiye Avrasya’nın enerji terminali rolünü oynama şansını elde etmiştir. GAP, bölgede 21. yüzyılın içinde yapılan veya yapıldığı iddia edilen hidrokarbon keşifleri ve enerji boru hatları projeleri sebebiyle özellikle İskenderun Körfezi’nin Türkiye için önemi giderek daha da artmıştır. İskenderun Körfezi’nin gereken ölçüde artacak güvenliğinin sağlanması ve kontrol altında tutulabilmesi gibi açılardan da Kıbrıs adasının tamamının Türkiye’ye hasım güç ve odakların hakimiyeti altına girmemesi gerekmektedir. Bu husus, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de denizaltı servetlerinin çıkarılması ve ülke ekonomisine katılmasında kendi hak ve hukukunu, yetki alanlarını etkili biçimde koruyabilmesi, kendi hakkı olanları tam olarak alabilmesi açılarından da önem taşımaktadır.

Ayrıca Kıbrıs’taki soydaşlarımızın huzur ve güvenlik içinde yaşayabilmelerini teminen Kıbrıs Adasının Türkiye’nin doğrudan fiilî, hukukî ve siyasî nüfuzu ve etkisi altında bulunması hayatî önem taşımaktadır.

Bu bağlamda KKTC’nin bağımsız ve egemen varlığının önemi fevkalâde büyüktür.

KIBRIS TÜRK VARLIĞI AÇISINDAN KIBRIS’IN TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ

Kıbrıs adasıyla ve orada yaşayan Kıbrıs Türk halkıyla olan tarihî, ahdî, etnik, dinî, kültürel bağlarımız, Türkiye’nin Kıbrıs adasına gösterdiği yakın ve aktif ilginin ana sebeplerinden biridir. Bu gerçek Devlet’in resmî şahsiyetlerinin Kıbrıs konusundaki demeçlerinde, Hükûmet programlarında sürekli olarak vurgulanmıştır.

Örneğin, 1954 yılında Muhalefet Lideri İsmet İnönü, Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki amaçlarından biri olarak “Kıbrıs'taki soydaşlarımızın insan haklarına mazhar olarak emniyet içinde yaşamalarını ve milliyetlerini muhafaza etmelerini” zikretmiştir.

Dışişleri Bakan Fatin Rüştü Zorlu 1959 yılında Dışişleri Bakanlığı Bütçesi TBMM’de görüşülürken Kıbrıs konusunun Türkiye bakımından öneminin üç sebeplerinden biri olarak “Kıbrıs'taki Türk cemaatinin inkişafının (gelişmesinin) önlenmemesini ve onun Adada bir ekalliyet (azınlık) muamelesine tâbi tutulmamasını” zikretmiştir.(9)

Başbakan Menderes de çeşitli konuşmalarında Kıbrıs konusunda güdülen amaçlar meyanında “adadaki Türk cemaatinin istikbalinin (geleceğinin) ve inkişafının (gelişiminin) korunmasını” saymıştır.(10)

Kıbrıs Barış Harekâtımızın başladığı gün olağanüstü toplanan TBMM’de dönemin Muhalefet Lideri Süleyman Demirel yaptığı konuşmada, Millî Kıbrıs Davamız içinde Ada’daki Türk varlığının önemini şu sözlerle vurgulamıştır:

“Bugün bir Kıbrıs davası hâlâ elimizde var ise, olabilmiş ise, bir Kıbrıs davasında tutacak bir yerimiz, önemli tutacak bir yerimiz var ise, Kıbrıs'a Osmanlı İmparatorluğu'nun aslında Anadolu'nun tabiî bir uzantısı olan bu adaya 1570'de götürüp bıraktığı, 300 sene sonra 1878'de terk edip geldiği Türk Milletinin asil evladı, orada bayrak için ve Büyük Türk Topluluğu için şecaat ve kahramanlık göstermiş; 450 bin Rum'un içerisinde 73 ayrı yerde dağınık bir şekilde olmalarına rağmen, ölmüşler, işkence görmüşler, açlığa tabi tutulmuşlar ve bunların çok büyük bir kısmı da Kıbrıs Anayasası'nın mer'i olduğu zamanda olmuş, bunların büyük kısmını da yaptıran Arşövek Makarios'tur; öyle olmuş, ama Türk varlığını muhafaza etmekte hayatiyet gösterebilmişlerdir...”(11)

DEVAM EDECEK...

DİPNOTLAR

4) George HILL, a.g.e., Cilt 4, ), ISBN 978-1-108-02065-7, s. 521 – 522.

5) Seha L. MERAY, a.g.e., No. 300, Tutanaklar Belgeler, Takım I, Cilt 1, Kitap 2, s. 57 – 58.

6) Bknz. Murat SARICA/ Erdoğan TEZİÇ/ Özer ESKİYURT, Kıbrıs Sorunu, İstanbul Üniversitesi Yayınlarından, No.2071, Fakülteler Matbaası, 1975, s. 5 – 7.

7) A/PV.477, 24 Eylül 1954, Selvwyn LLOYD sonradan 1955-60 arasında İngiltere Dışişleri Bakanı olarak görev yapmıştır.

8) "...When we consider the importancy of Cyprus to the Turk We must not think the Turk is so unskilful To leave that lastest which concerns him ftrst…” [Othella, ActI, scene 3.J

9) TBMM Zabıt Ceridesi, 28 Şubat 1959 Cumartesi, Devre: XI, Cilt: 7, İçtima: 2,

10) https://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP23.htm

11) TBMM Tutanak Dergisi (Gizli Oturum), 20 Temmuz 1974, s. 36 – 38.

Sonraki Haber