NATO ve NATO’ya karşı mücadelenin tarihi

NATO, 1949’da kuruldu.  Kurulduğu zaman NATO’ya karşı çıkan yoktu.  Amaç, “Avrupa’nın Soyvetler Birliği’ne karşı savunması” olduğu için bugün bunda bir tuhaflık görülmemesi normaldir. Tuhaf olan, aslında Avrupa’nın o günlerde Sovyetler’e karşı kendini “savunmaya” geçmiş olmasıydı. 

Avrupa ülkeleri, İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği ile birlikte faşizme ve Almanya’ya karşı savaşmış ve mücadele etmişti. 1945 yılı nisanına kadar Sovyetler Birliği, “demokrasi cephesi”ndeydi. Savaşta en büyük zararı görmüş, en büyük zorlukları yaşamış, en fazla insan kaybına uğramış, en büyük mücadeleleri vermiş ve savaşı sonlandırmış ülkeydi. Dolayısıyla Avrupa, Sovyetler Birliği’ne minnettar olmalıydı. Ondan ne korkmasına gerek vardı ne de ona karşı savunmaya geçmesine.

Üstelik, birkaç yıl içinde, birlikte olduğu, dost gördüğü, savaşta ittifak yaptığı ülkeyi “düşman” görmeye de başlamıştı. Bu daha da tuhaf!

Bu nasıl oldu? Nasıl olabildi?

ABD’DE İKTİDAR VE STRATEJİ DEĞİŞİKLİĞİ

Savaş sırasında Amerikan Başkanı Delano Roosvelt’ti. Onun döneminde ABD’de Sovyetler Birliği’ne karşıtlıkla değil, dostlukla bakılmaktaydı. Savaş için stratejiler birlikte tartışılıyor, savaş sonu için düzenlemeler birlikte belirleniyordu. Her ne kadar Avrupa’da savaşan Amerikan generalleri arasında antikomünist, Sovyet düşmanı olanlar (örneğin, George S. Patton) varsa da, “dostluk” yürümüştü. (Dostluğu tırnak içinde yazmamızın nedeni, savaşı bitirme stratejisinin Müttefikler tarafından, Sovyetler’in esas yükü taşıdığı ve ABD’nin asıl ‘kurtarıcı’ gözükeceği bir duruma göre planlanmış olmasıydı.)

2 Nisan 1945’te Başkan Roosvelt öldü. Bu olması gereken ve beklenen ölüme göre birtakım hazırlıklar da yapılmaktaydı ama bunlar, gizlice yürütüldüğü gibi tamamen gayrimeşru ve oldukça da ahlaksızcaydı. Yeni başkanın “komünizm tehlikesi”ne karşı mücadele edecek birisi olması planlanmıştı. İşin kotarılmasında siyasetçiler ve generaller (George C. Marshall) (1) olduğu gibi, uluslararası ve Amerika içi kurum ve kuruluşlar (Dünya Bankası, IMF vb.) da bulunuyordu. Aday, Harry S. Truman’dı. Sonradan uygun olmayan bir kişi olduğu çok söylenip yazılacaktır, çünkü öncelikle çok niteliksizdir, başarısız bir geçmişi vardır, yüksek tahsil yapmamıştır ama ne gam, Roosvelt’e kakalanmış bir başkan yardımcısıdır (ve başkan onunla çok seyrek görüşmüştür, onu hiç dikkate almamıştır). Bunun, seçimin üzerinde yapılabilecek tartışmaları azaltacağı hesaplanmış olmalıdır.

Roosvelt’in gerçekte neden öldüğü ve neden o tarihte öldüğü açıklığa kavuşmuş değildir ama şu düşünülmektedir, ölmeseydi birkaç ay sonra iki atom bombası büyük bir olasılıkla patlamayacaktı (bu konu elbette başka yazıların konusudur, ama ‘başkanın ölümü’ üzerinde düşünülmesi, dünyada en çok başkanı öldürülen ülkenin ABD olması yüzündendir; ABD başkanların öldürülmesi olağandır!).

Truman’ın “suçu”, elbette atom bombalarıyla sınırlanmış değildir; Kore Savaşı, McCarthy dönemi (2) gibi ilginçlikler de onun dönemindedir. Soğuk Savaşı başlatma (1948) şerefi tamamen ona aittir.

Şimdi üzerinde durulacak şey, Truman’la birlikte önce Avrupa’nın, sonra dünyanın, daha sonra da ABD’nin, komünizm düşmanlığı denilen şeyi aniden “tanımış” ve “benimsemiş” olmasıdır. Bu, elbette Truman’ın marifeti olamayacak ölçüde büyük, kapsamlı ve önemli bir şey, o halde ne?

Emperyalizm. Eşit olmayan gelişme yasası. ABD’nin dünya hakimiyetine soyunması. Emperyalist ülkeler arasında en güçlünün hegemonyasını kurması. ABD’nin büyük savaştan zarar görmeden ve en kârlı (ve belki tek kârlı) şekilde çıkmış olmasının sonucu olarak kapitalist-emperyalist dünyada rakipsiz kalması.

İşte burada ABD devreye NATO’yu sokuyor. “Komünizm tehlikesi”ni önlemek gerekmektedir! Asıl amaç ise, “Batı” uygarlığını yaratan ve bir dönem bu uygarlığa merkez olan Avrupa’yı kullanmak, denetlemek, biçimlendirmek, kendisine hizmet eder duruma sokmak, kendisinin başında bulunduğu bir örgüt içine hapsetmek.

Dünya savaşlarının çıktığı, dünyanın en “önemli” yeri olan Avrupa, ABD’nin koruması, şemsiyesi ve emri altında olmalı!

Dünya hakimiyeti, Avrupa hakimiyeti sağlanmadan gerçekleştirilemezdi!

NATO KURULUYOR VE İLK ÜRKÜNTÜYÜ YARATIYOR

ABD, savaş sonrası planlarını –Roosvelt’ten habersiz elbette– savaş sırasında yapmıştı ve bu planların gereği olan hazırlıkları da. (3)

Avrupa ülkelerinin NATO’ya üye olanları, milli egemenliklerini ellerinden kaçıracaklarını başında düşünmemişlerdi, ancak ABD’nin dünya çapındaki projeleri ve bloklaşmanın ortaya çıkması tereddütler doğurdu. Ama gene de hiç bir ülkede gerek siyasetçiler ve partiler arasında, gerekse kitleler nezdinde NATO’ya bir karşı çıkışa rastlanmayacaktı. Atlantik Paktı içinde olmak, Avrupa ülkeleri için bir yanıyla huzur vericiydi!

1960’lı yıllara kadar NATO içi sorunlar olduysa da –Avrupa’da ABD’ye karşı çıkılamazlık ve ona muhtaçlık durumları olduğundan– her pürüz geçiştirildi. En fazla sözü edilen şeyler NATO’ya katkı paylarının ekonomiler için yarattığı sorunlardı ki bunlar, asıl rahatsızlıkları gizlemekteydi. Ta ki, de Gaulle Fransa’sının ABD’ye karşı çıkışına kadar.

Bu dönemde Türkiye’de garip şeyler oluyordu. “Dönem”, 27 Mayıs 1960 sonrasıydı. Devrilen iktidar yargılanırken ABD ile ilişkiler ve NATO da anılıyordu. NATO’nun Türkiye’deki gizli örgütlenmesi geri çekildi, kendisinden söz edilmemesini sağlamaya yönelik olarak “savunma”ya geçti, kendisi için güvenli ortam oluşuncaya kadar görünmemeyi ve “ortadan kaybolmayı” seçti.

1960 yılındaki bir başka uluslararası olayın içinde gene Türkiye vardı. Amerikan U-2 casus uçağının Sovyet toprakları üzerinde düşürülmesi. Türkiye için önemi, uçağın Türkiye’den havalanmış olmasıydı ve bundan Türkiye’de hiç kimsenin haberi yoktu. Elbette Türkiye’deki etkisi çok büyük olacaktı.

Arkasından Küba Krizi patladığında, Türkiye topun ağzında olduğunu öğrendi (1962). ABD Türkiye’ye 1959 yılında Sovyetler Birliği’ni hedef alan nükleer başlıklı füzeler yerleştirmişti. Türkiye’nin bilmediği bu durum neyse ki Sovyetler’in bilgisi dahilindeydi ve açıkladı. Amerika’ya karşı kozu olarak kullanacak, bunların kaldırılmasını isteyecekti. İki süper devlet karşılıklı olarak, Küba’dan ve Türkiye’den füzelerini geri çektiler.

Bu arada, 50’li yıllarda ateşlenen Kıbrıs sorunu yeniden patlatılmıştı.

Yıl 1964, aylardan haziran. NATO silahlarını Türkiye’nin kullanamayacağı, ABD’nin istekleri dışında Türkiye’nin dış politikası olamayacağı ABD tarafından “hatırlatıldığında” ,Türkiye zapt edilmesi zor durumdaydı. ABD Başkanı Johnson, T.C. Başbakanı İsmet İnönü’ye mektup yazmış, İnönü de ona yanıt vermişti. Türkiye artık sadece Amerikan emperyalizmini, NATO üslerini ve silahlarını, bağımsızlığını ve “yeni bir dünya” aradığını konuşuyordu.

Türkiye’nin 68 Gençliği, 1966 yılından başlayarak “Kahrolsun NATO” diyerek Amerikan emperyalizmine karşı çıktı.

İlginç olan, NATO üyesi Türkiye, öğrencisi, öğretmeni, işçisi, aydını, yazarı, bilimcisi ve kitleleri NATO’ya karşı gösteri yaparken, Avrupa’nın hiç bir başka NATO üyesi ülkesinde bunlar görülmüyordu.

AVRUPA’NIN ABD VE NATO İLE SORUNLARI

NATO’nun en büyük sarsıntısı 1966 yılında Charles de Gaulle Fransa’sının NATO’nun “askeri” kanadından çekilmesidir. İkinci Dünya Savaşının büyük kahramanlarından General Charles de Gaulle ABD’ye büyük bir ders verecek, NATO üyesi ülkelerin de bağımsızlıkları olduğunu, daha doğrusu olması gerektiğini gösterecekti.

Paris’te bulunan NATO Genel Merkezi ile NATO Askeri Ana Karargahı Fransa’nın sınırları dışına çıkarılmış, NATO çerçevesinde Fransa’da bulunan NATO yerleşkeleri, konuşlanmaları, üsleri kapatılmış ve bütün yabancı askerler ve uzmanlar (yani bütün Amerikalılar) silahları, araçları, mühimmatları ile “sınırdışı edilmiştir”.

De Gaulle, yalnız Fransa ve ABD için önemli olmadı, hem Avrupa’da hem de dünyada geniş bir şekilde yankılandı. Kimi kişilerde ve yerlerde zihinler biraz açıldı, ancak NATO karşıtlığı diye bir şey hiç bir yerde henüz yoktu. Aslında Charles de Gaulle’ün NATO’dan ayrılma kararı da “Fransa”yı ifade etmiyordu, yani ayrılma Fransızlar tarafından istenmiş, benimsenmiş ve desteklenmiş değildi, hükümetin tutumu ve tasarrufuydu. Hatta de Gaulle, Amerika ile yollarını ayırma yüzünden kitlesel gösterilerde bile protesto edilmişti. Fransa’daki “68 Olayları” da bu gösterilerde önemli rol oynamıştı. 1966 yılının Fransa’sında bir kesimin ABD’ye karşı olan bir duruşu varken (örneğin, aydınlar arasında Amerikan karşıtlığı varken), bu NATO’dan çıkış, kalıcı olmamıştı. Nitekim Fransa’da bağımsızlıkçı iktidarın değişmesi ile ABD’nin Fransa’yla ilişkilerini “düzeltmesi”, Fransa’nın kendi isteğiyle tekrar NATO’da yer almasını sağlamıştır (Sarkozy dönemidir, yıl 2009’dur ve Fransa, milli politikalarını yeni bin yılda Le Pen çizgisi ortaya çıkana kadar unutacaktır).

Avrupa’da ABD’yi en heyecanlı ve en kapsamlı bir şekilde tartışan Almanya oldu. 1980’li yıllara doğru Almanya’da, ülkedeki Amerikan üsleri, silahları, askerleri konu ediliyordu. Kaç yerde havaalanı vardı, buralarda neler bulunuyordu, barışa mı hizmet ediliyordu, savaşa mı? Savaşta yenilen Almanya işgale uğramıştı, tamam, ama Almanya’nın güvenliği de olmalıydı.

Alternatif arayışlar, nükleer başlıklı Amerikan füzelerinin Almanya’daki varlığının bir tehlike nedeni olduğunun farkına varmıştı. Düzen partileri, Amerika’ya bağımlıydı. Jestleri vardı, Almanya “bağımsız” bir ülke ve büyük bir ekonomiydi, ama ayağa kalkma zamanı gelmemişti. Hele NATO’ya karşı çıkma zamanı hiç gelmemişti. Almanya’nın ordusu yoktu. Bu yüzden sesleri çıkmıyordu, ama kitleler ayaklandı, NATO’yu hafiften ihmal ederek Amerika’nın füzelerine karşı çıkmak tahmin edilemeyen boyutlarda yaygınlaştı. (4)

ÜYELERİN NATO KARŞITLIĞI OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ

NATO, Avrupa’yı savunma gerekçesiyle kurulmasına rağmen Avrupa için tehlike kaynağıdır. Karşı çıkmayanlar da, ülkelerinin NATO yüzünden ABD için öne sürülmüş bir durumda olduklarının bilincindedirler.

Avrupa ülkelerinden NATO’ya üye olmuş olanlar bağımsızlıklarını kaybetmişlerdir. Ekonomisi yüksek düzeyde ve “üstün” durumda olanlar, gerektiğinde çıkış yapabilirler, siyasal ortamlarında ABD ve NATO karşıtı partiler var edebilirler, ama bunlar bütün üyeler için geçerli değildir, özellikle yeni üyeler düşünüldüğünde hiç geçerli değildir.

NATO tarihi boyunca fazla sevilmemiştir, benimsenmemiştir, hatta kendisinden çekinilmiş ve korkulmuştur, ama fazla karşı çıkış da görmemiştir. Şimdiye kadar NATO’dan ayrılmış ve NATO’dan tamamen kopmuş bir ülke yoktur.

NATO’nun istenmezliği, düşünüldüğünde bile sergilenmemiş, gösterilmekten kaçınılmıştır. Bunun tek istisnası Türkiye’dir. Evet, Türkiye NATO’yu tartışmadan NATO’ya üye olmuştur, ama on yıl sonra istenmezliğini kitlesel gösterilerle ve zaman zaman da yönetsel düzeylerde gösteren tek üye ülkedir.

1960’lı yıllarda NATO ile ilgili bugün bilinen her şey bilinmezdi ama NATO’nun Türkiye’yi yönlendirdiğinden, Türkiye’nin zararına olduğundan, Amerika’yla aynı şey anlamına geldiğinden, niyetlerin dostluk değil düşmanlık taşıdığından kimsenin şüphesi yoktu! Ülkemizin de, milletimizin, askerimizin de şüphesi yoktu! NATO istenmiyordu, NATO’yu istemiyorduk! Ne istiyorduk? Gitsin istiyorduk. Türkiye kurtulsun istiyorduk.

NATO tarihinde Türkiye “NATO’ya hayır” derken, hiç bir NATO ülkesinde kitleler henüz NATO’ya karşı çıkmamıştı. Türkiye dışında hiç bir NATO üyesi ülkede NATO’dan “kurtulmak” akla gelmezdi. NATO içinde rahatsızlıklar ve NATO’dan şikâyetler olmasına rağmen, Türkiye’den başka NATO’yu istemeyen bir üye ülke olmadı.

Bu, Türkiye’nin öncü ve ileri durumunu göstermektedir.

Bu, Türkiye’nin 20. yüzyılda bağımsızlığına sahip çıkan tek NATO üyesi ülke olduğunu da göstermektedir.

Çünkü Türkiye bağımsızlığını 20. yüzyılda bir savaşla kazanmıştır. Çünkü Türkiye, emperyalizmi daha yüzyılın başında öğrenen bir doğu ülkesidir. Çünkü Türkiye, emperyalizmi yenerek ve topraklarımızdan kovarak Cumhuriyetini kuran bir devrim ülkesidir.

SONUÇ

Türkiye NATO’nun genişlemesinden yana olamaz. NATO ve ABD, Türkiye’yi çevrelediği ve kuşattığı gibi Rusya’yı da kuşatmaktadır. İsveç ve Finlandiya projesi, Rusya’yı kuzeyden de tamamen kuşatmış olacaktır. Bu iki ülke aynı zamanda kara kuşatmasını Baltık Denizini de kapsayarak tamamlamakta, Rusya’yı hapsetmektedir. Ukrayna’da olduğu gibi Rusya, buna da rıza gösteremez.

ABD, Türkiye’yi sıkıştırmaktadır. Bunun için NATO’yu da kullandığından Türkiye NATO’dan çıkmalıdır. Ve çıkacaktır. Bağımsızlığımız için NATO’dan kurtulmalıyız.

Türkiye’nin çıkması, Avrupa’nın da NATO’dan kurtulmasının yolunu açacaktır.

ABD, NATO’yu genişletmeye çalıştıkça NATO’nun sonunu yaklaştırmaktadır.

NOTLAR
1) Onun adıyla anılan ünlü Marshall Planı, 1947’de ortaya atılan, 1948’de uygulanmasına başlanan ve antikomünist hedefleri olan Avrupa’ya yönelik bir ekonomik yardım paketidir. Türkiye’nin de içinde olduğu 16 ülke bu yardımlardan yararlanmıştır. Para dağıtan ülke ABD’dir.
2) ABD’de aydınların, solcuların, komünistlerin üzerinde yürütülen bir baskı kampanyası. Çok sayıda insan suçlanmış, hatta yargılanmış ve yasa dışı yollardan da işsiz bırakılmaya çalışılmıştır. “Amerika Karşıtı Faaliyetleri Soruşturma Komitesi” adıyla 1950’li yıllara doğru kurulan bir kurul, “cadı avı” benzeri bir savaş yürütmüş, özellikle sinema sektöründe bütün ünlüleri ihbarcı olmaya zorlamıştır.
Bu işin başındaki Senatör Joseph McCarthy, önceleri silik ve başarısız bir avukattı, ama Amerika’yı bir korku ve histeri dünyasına sokmuştu.
3) Bu konuda bilgi için “NATO Nedir, Ne Değildir? NATO Ne Örgütü, Kimin Örgütü? ” başlıklı yazımıza bkz. Teori, sayı 334, Kasım 2017, s. 81-94. Bu “hazırlık” çalışmasının olduğu bölüm; s. 82-83.
4) Das Aktionsbuch für Frieden - gegen Raketen / Argumente-Aktivitäten-Adressen, Rowohlt GmbH, Hamburg 1983 ve Eckart Spoo (hrg.), Die Amerikaner in der Bundesrepublik / Besatzungmacht oder Bündnispartner?, Verlag Kiepenheuer&Witsch, Köln 1989.
Sonraki Haber