Senfonik bir seyahatname: ‘Müziğin mabetleri’

Berlin’den Prag’a, Viyana’dan Zürih’e uzanan Avrupa’nın farklı şehirlerinde bulunan otuz görkemli konser salonu.

Müzisyen Yalçın Akyıldız, Müziğin Mabetleri kitabında Avrupa’nın en güzel konser salonlarını bir araya getiriyor. Akyıldız’ın kitabını okuyanlar, bu konser salonlarının akustiği, mimari özelliklerinin yanı sıra şehirle yolu kesişen Dostoyevski, Tolstoy, Kafka gibi yazarların roman karakterleri, şehrin müzeleri, parkları, insanlarıyla bir araya geliyor.

Kitap, Akyıldız’ın on yıllık çalışmasıyla oluşturulmuş. Yazar kitabı yazma hayalini 2010 yılında Royal Albert Hall’daki bir konser sırasında kuruyor. Sonraki on yıl boyunca da bu hayaline sıkı sıkı sarılıyor; “Otuz bir şehirde otuz yedi konser solunu ziyaret ettim. Dünyanın en değerli orkestralarını, şeflerini, solistlerini, solistlerini dinleme mutluluğunu yaşadım, o mutluluğun sarhoşluğuyla şehirleri dolaştım. Geri dönünce anlatmak üzere sadece salonları değil, oteller, sokaklar, ağaçlar, sesler, trenler, yemekler, içkiler, insanlar, heykeller, resimler de topladım.” diyor yazar.

Viyana’dan Berlin’e, Prag’dan Helsinki’ye, Varşova’dan Hamburg’a, Londra’dan Paris’e ve daha pek çok şehri yazar dolaşarak kitabını oluşturmuş. Bu yolculuk aynı zamanda bir kültür yolculuğu. Çünkü kitap bir seyahatname olarak kurgulanmış. Konser salonlarının yanı sıra şehrin parkları, müzeleri, insanları, yolları, havası, suyu, yemek yenilecek yerleri, şehrin kokusunun hissedileceği kafeleri yalın bir anlatımla aktarılarak okuyucu da bu yolculuğa ortak edilmiş.

MÜZİKLE ÖZDEŞLEŞEN ŞEHİRLERİ

Konser salonlarının akustik ve mimari özellikleri, tarihçesi, salonlarla ilgili müzisyenlerin yorumları kitapta yer alan önemli bilgilerden. Örneğin; Berlin Filarmoni Orkestrası hakkında bilgi edinirken, Konzerthaus Berlin’in 235 yıllık tarihini de öğreniyoruz. Şehrin müzikle özdeşleşen geçmişiyle Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma Operası temsilinden 1800’lü yıllarda Wagner’in yönettiği Uçan Hollandalı’sına gidiyoruz.

Berlin Duvarı’nın yıkılmasından tam bir ay sonra Konzerthaus, Berlin’den ünlü şef Leonard Bernstein’ın yönetimindeki Beethoven’ın 9. Senfonisi yükseliyor. Adeta bir zaman tünelinin içinde farklı şehirlerde, bazen roman karakterleriyle, bazen o şehrin yazara anımsattığı filmle keşfe çıkıyoruz.

Bu tünelin ucu kimi zaman Stockholm’deki şehir kütüphanesinde veya Abba Müzesi’nde ya da Nobel Edebiyat Ödül Töreni’nin ardından verilen yemek salonunda bitiyor veyahut bizlere rengarenk dünyanın kapılarını açan eşsiz mimar Gauidi’nin ayak izlerini takip ediyoruz. Konser salonlarında Yunan mitolojisinden müziğin, sanatın, şiirin tanrısı Apollon selamlıyor okuyucuyu.

Yalçın Akyıldız, büyük bir heyecanla yazdığı satırlarında bizleri Tolstoy’un Anna Karenina’sına, Dostoyevski’nin karakterlerine, Şolohov’a, Turgenyev’e, Kafka’ya, Thomas More’un Ütopyası’na götürüyor.

KKL Lurzen, İsviçre’nin akustik harikası

MÜZİĞİN BAŞKENTİNDE MÜZİĞİN BAŞ MABEDİ

Yazara göre, müziğin baş mabedi Viyana’da. Osmanlı’nın iki kez kapısına dayanıp aşamadığı surların sahibi Viyana. İşte bu şehirde bulunan Musikverein, imparatorun bağışladığı arsaya yapılır. 1869 yılında tamamlanan bina 1870’de açılır.

Çinli piyanist Lang Lang, Viyana Musikverein’i “Müzikseverlerin Kâbe’si olarak anıyor. Binanın içindeki Büyük Salon’u yazar şöyle anlatıyor; “Kadın heykeli şeklinde altın yıldızlı sütunlar ve o sütunları taşıyor gibi görünen balkonun süsleri göz alıcı. Tavan, yaldızlı gökyüzü gibi. Tavanın altında gün ışığını içeriye davet eden kemerli pencereler yer alıyor. Balkon duvarlarında, salonun açılış tarihi olan 1870’den önce hayatını kaybetmiş büyük bestecilerin büstleri yer alıyor.”

Yazar, bin 774 kişilik salon, parter, loca ve balkon bölümlerinden oluşuğu bilgisini de okurla paylaşıyor. Parterin arkasında üç yüz kişinin, ayakta konser izleyebileceği bir bölümün de bulunduğunu anlatıyor.

DEV SALONLAR

Akyıldız, otuz konser salonu içinde, KKL Lurzen’i,“İsviçre’nin akustik harikası” olarak nitelendiriyor. Lurzenliler, 1933 yılında inşa edilen eski kültür ve sergi sarayının yerine yenisin yapılmasına 1980 yılında karar verir. Temeli 1995’de atılır ve 2000 yılında açılışı yapılır. Konser salonu, klasik ayakkabı kutusu şeklinde inşa edilir ve bin 840 kişilik kapasiteye sahip. Salonu dar ve uzun olarak tarif eden yazar, yirmi altı sıralı parterin üzerinde dört balkon bulunduğunu söylüyor.

“Bir harabe yarattılar ve adını barış koydular.” Bu sözü Romalı senatör ve tarihçi Tacitus, Roma’nın Britanya’yı işgal etmesinden sonra söylemiş. Aradan bin yıl geçti, harabe değişti. Dünyanın dört bir yanında haber olmayı başardı. Royal Albert Hall gerçek bir dev. İki bin 500 kişilik bir kapasiteye sahip.

Musikverein, müzikseverlerin Kâbe’si

KONSER SALONLARININ MERDİVENLERİNİ ÇIKIYORUZ

Kitapta yer alan fotoğrafların yanında yazarın samimi dili ve anlatımının gücüyle yazarla birlikte Ahmet Haşim’in dizelerinde olduğu gibi konser salonunun merdivenlerinden, ağır ağır, “eteklerimizde güneş rengi bir yığın yaprakla” çıkıyoruz.

Orhan Veli’nin dizelerindeki Varşova’yı anımsıyoruz, Nazım Hikmet’e bir selam gönderiyoruz. Bu öyle bir yolculuk ki müziğin evrenselliği yazarları, roman kahramanlarını, müzisyenleri, tüm kültürleri bir araya getiriyor.

Literatür Yayınları’ndan çıkan kitap, notaların sihirli yolcuğunu, müziğin mabetleri olarak kabul edilen dünyanın önemli konser salonlarıyla okuyucuya sunuyor. Kelimelerle yazılmış, notalarla duyulan bir kitap bu.

Klasik müzik tutkunları ve meraklıları için kitap bir vuslat. Kitabı okuduğunuzda, o görkemli salonların fotoğrafları eşliğinde siz de gezecek, dahası görmek isteyeceksiniz.

Royal Albert Hall, Londralı dev
Sonraki Haber