Sırtını Batı’ya döndü Bizim insanımızın hikayesini yazdı

Sait Faik Abasıyanık’ı 11 Mayıs 1954 günü kaybettik. Abasıyanık, Türk edebiyatında modern hikayenin öncüsü oldu ve bu alana getirdiği yeniliklerle ‘kökü kendisinde’ yazar ünvanını aldı

Türk öykü ve roman yazarı, şair Sait Faik Abasıyanık 18 Kasım ya da 22 Kasım ya da 23 Kasım 1906’da Sakarya’da doğdu, 11 Mayıs 1954’te İstanbul’da hayatını kaybetti. Aradan geçen yıllar onun hikyaciliğini eskitmedi. O, Türkiye’de özellikle edebiyat alanında hakim olan Batı hayranlığına sırtını döndü. Bu topraklarda yaşayan bize özgü, bizim insanımızın hikayesini yazdı. Bu yönüyle edebiyat tarihine geçti. Abasıyanık, çağdaş hikâyeciliğe yaptığı katkılarla Türk edebiyatında bir dönüm noktasının öncüsü sayıldı.

Sait Faik; büyük bir sevgi içinde, yoksul balıkçıların yaşamını, İstanbul Boğazı’nı, Marmara Denizi’ni, adaları, balıkları, martıları, yelkovan kuşlarını, rüzgârı, dalgaları, deniz üstünü ve deniz altını şiirsel bir anlatımla dile getiren öyküleriyle edebiyat tarihimizin ölümsüzleri arasında yerini aldı.

KÖKÜ KENDİNDE

“Kökü kendisinde olan” bir yazar olarak klasik öykü tekniğini yıkarak doğayı ve insanları basit, samimi, hem iyi hem kötü taraflarıyla oldukları gibi fakat şiirsel ve usta bir dille anlattı. Bunu yaparken diğer çoğu Cumhuriyet sonrası sanatçı gibi Batı'daki gelişmelere bağlı kalmadı, hiçbir edebi anlayışın etkisinde hareket etmedi ve belli bir tarzın takipçisi olmadı.

“Çekilecek bir köşemiz olacak. Yatağımız olacak. Yorganı gözlerimize çekeceğiz. Belki bir deniz kenarı, bir ağaç altı, bir rüzgar, bir sessiz kahve, bir bardak çay, bir simit, bir dilim kaşar peyniri, bir yarım kilo şarap bulursak dost olarak bu en iyisi. Ama insan? Yok kardeşim, yok, insan bulamayacağız. Bu şehir bu kadar pisken, bu kadar laubali, bu kadar düşkünken, para kazanıp da kendinden ötesini, beygirini kullanan arabacıdan daha merhametsizce kullanıp da rahat edenler, sessizce, tereyağından kıl çeker gibi kendini aramızdan çekmişleri bir bakıma haklı buluyorum, gibime geldi. Sonra da düşündüm. Onlar böyle ettiler bu şehri. Belki de bu şehre vebalar, belki de bu şehre koleralar gelecek yakında.” (Sait Faik Abasıyanık, Bütün Eserleri, Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, s.479-480)

Sait Faik'in Burgazada'daki evi müze haline getirildi.

BİREYİN TOPLUM İÇİNDEKİ SORUNLARI

Bireyin toplum içindeki sorunlarına yönelen yazar, öykülerinde çoğunlukla kendisinden yola çıkıp bireyler hakkında yazarak insan gerçeğini anlamaya çalıştı. Çoğunlukla şehirli alt sınıfın hayatını yazdı. Abasıyanık, balıkçı, işsiz, kıraathane sahibi gibi karakterleri anlattı. İnsanların yaşama biçimlerini, isteklerini, tasalarını, korkularını ve sevinçlerini irdeleyerek, insanı bizim insanımızı anlattı.

1930'larda başladığı yazı hayatı boyunca “sorumlu avare”, “gözlemci balıkçı”, “çakırkeyf sirozlu”, “küfürbaz şair”, “müflis tacir”, “züğürt yazar”, “hamdolsun diyemeyen rantiye”, “anadan doğma çevreci” gibi sıfatlarla anılan Abasıyanık'ın tüm yazılarını şiirsel bir dille kaleme aldı.

Hikâye, roman, şiir yazdı, çeviriler ve röportajlar yaptı.  Yazar kendi özgün dili oluştururken André Gide, Comte de Lautréamont, Jean Genet gibi isimlerden etkilendi.  Abasıyanık, kendisinden sonra bir çok yazara da öncülük etti. Ölümünün ardından Burgaz Adası'ndaki evi müzeye dönüştürülen yazar adına her sene öykü ödülü de veriliyor.

SANSÜRLENEN KİTAP

1940-1941 yılları arasında Yeni Mecmua’da yayımlanan Medarı Maişet Motoru, 1944’te Sait Faik’in kendi olanaklarıyla kitaplaştırdığı ilk romanı olarak edebiyat ve yayıncılık tarihimizde yerini aldı. Medarı Maişet Motoru tefrika edildiğinde “sakıncalı” bulundu. Romanı basacak yayınevi bulamayan yazar, annesinin maddi desteğiyle Ahmet İhsan Basımevi’nde kitabını yayımlattı.  Kitap dağıtım aşamasındayken dönemin bakanlar kurulu kararıyla toplatıldı. Toplatıldıktan sekiz yıl sonra 1952 yılında, bazı paragraf ve cümleleri çıkarılarak Birtakım İnsanlar adıyla yeniden yayımlandı. Bu basımında, romandaki “Medarı Maişet” adlı balıkçı motorunun adı da değiştirillerek “Ceylanı Bahri” yapıldı. Ceylanı Bahri aynı zamanda Sait Faik’in bir şiirinin adıdır. Roman ancak 1970’ten sonra kendi özgün adıyla basıldı.

Romandan çıkarılan cümle ve paragraflar incelendiğinde, bunların çoğunun sosyal adaletin sağlanması, yoksulluğun azaltılması gibi eşitlikçi ve özgürlükçü düşünceler içeren cümleler olduğu görülür. Bu cümleler, yazarın kendi yarattığı kurmaca roman kahramanları aracılığıyla dile getirilmişti. Romanın toplatılması sonra, 11 Kasım 1949 tarihli Akşam gazetesine verdiği röportajda Sait Faik; “Medarı Maişet isimli bir hikâye kitabı çıkarmıştım. Hayatı tozpembe görüyorum diye mahkemeye verildim. Üç beş kuruş kazanalım derken iki bin lira mahkeme masrafı ödedim, üzüntüsü de caba. Kahramanlarım rahat etmek için hapse giriyorlardı. Bütün sebep bu!” 

İnsanların kötülükleri, kurnazlıkları ve değerbilmezliklerini de görünce Burgazada’ya sığındı. Orada, kendine bir “iç ada” yarattı; Burgazada ve diğer adaları çevreleyen denizde, balıkların, kuşların dünyasında; balıkçıların, yoksul insanların, emekçilerin sade yaşamında yepyeni renkler keşfetti.

ÇOCUKLUK VE EĞİTİMİ

Sait Faik, 18 Kasım 1906 tarihinde, dedesi Seyyid'in Adapazarı Semerciler Mahallesi'nde bulunan evinde dünyaya geldi. Babası kereste ve ceviz kütüğü ticareti ile uğraşan Mehmet Faik, annesi ise kentin ileri gelenlerinden Hacı Rıza Efendi'nin kızı Makbule Hanım'dı. Yazarın amcası Ahmet Faik de tıpkı babası gibi Adapazarı belediye başkanlığı yaptı, daha sonra ise milletvekilli oldu. Sait Faik doğduğunda, ona Mehmet Sait ismi verildi. Sonraki yıllarda, yazar, ismine babasının adını ekleyip Mehmet'i atarak Sait Faik adını kullanmaya başladı. Abasızoğulları olarak anılan aile, Soyadı Kanunu çıktığında, Sait Faik'in isteği ile Abasıyanık soyadını aldı.

1928 yılında liseyi bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne iki sene devam ettikten sonra Uygurca öğrenmek istemediği için ayrıldı. 9 Aralık 1929'da Uçurtmalar isimli hikâyesi Milliyet Gazetesi'nde yayımlandı. 9 Eylül 1930 ile 23 Eylül 1930 tarihleri arasında, on öyküsü ve bir yazısı Hür Gazete'de yayımlandı. Yazar, bu öykülerin hiçbirini kitaplarına almadı. Eserlerinin basılmaya başladığı o günlerden hayatının son anına kadar Hüsamettin Bozok'un ifadesi ile "genç hikâyeci" damgasını, "acı bir gülümseme" ile taşıdı. 1931 yılında babasının isteği üzerine iktisat okumak üzere İsviçre'nin Lozan şehrine gitti. 15 gün kaldığı şehrin sıkıcılığından bunalarak Fransa'nın Grenoble şehrine geçti. Bu şehirde Fransızca öğrenmek amacıyla Champollion Lisesi'ne devam etti. Ardından, üç dönem boyunca Grenoble Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde okudu. Yazar, Alpler'in eteklerinde kurulmuş, çeşitli endüstri ve bilim kurumlarıyla tanınan Grenoble'de üç seneden fazla yaşadı. Orada bulunduğu günlerde Paris'i, Lyon'u, Strazburg'u ziyaret etti. 1934 yılında ailesinin isteği üzerine İstanbul'a geri döndü.

İLK KİTAPLARI

Yazar, 1934 yılında İstanbul'a döndükten sonra, Halıcıoğlu'ndaki Ermeni Yetim Mektebi'nde Türkçe öğretmenliği yapmaya başladı. O günlerde askere çağrıldı. Asabiye kliniğinden aldığı rapor sayesinde askerlikten muaf tutuldu. Bu raporun varlığını onaylayan Yaşar Nabi konuyla ilgili "Askerlik yapmamıştı. Ruh hastası olduğuna dair asabiyecilerin verdikleri bir rapor askerlikten ihracını temin etmiş. Bir tıbbi gerekçeye mi dayanıyor yoksa hatır için mi verilmiş? bilmiyorum" açıklamasını yaptı. Ayrıca, Sait Faik'in söz konusu raporu bir kavga sırasında cebinden çıkarıp Aziz Nesin'e gösterdiği bilinmektedir.

Abasıyanık, on altı hikâyeden oluşan ikinci kitabı Sarnıç'ı 1939 yılında yayımlandı. Bu kitabında da tıpkı ilk kitabı Semaver'de olduğu gibi Adapazarı ve Bursa'da geçirdiği çocukluk günleri ile, hem İstanbul'daki hem de yurtdışındaki yaşamında yaptığı gözlemlere yer verdi.

MUHABİRLİK

Sait Faik, Çelme hikâyesi yüzünden yargılanmasının etkisi ve bu olayın annesini yaralaması sebebiyle uzun süre kitap çıkartmadı. Abasıyanık, 28 Nisan 1942 ile 31 Mayıs 1942 tarihleri arasında, bir uğraşı olması için, Haber-Akşam Postası isimli gazete adına muhabirlik yaptı. Mahkemelerde röportaj yapan yazar, bu röportajlarına gözlemlerini de katarak Mahkemelerde başlığı ile yayınlıyordu.

Öykü tadında olan bu yazıları, 1956 yılında Varlık Yayınları, Mahkeme Kapısı ismiyle kitaplaştırdı. Çok aktif bir yazı hayatının olmadığı 1940 ile 1948 yılları arasında Yürüyüş, Büyük Doğu, İnkılapçı Gençlik, Servet-i Fünun gibi dergilerde öyküleri yayınlandı.

Sonraki Haber