Tarihçi Doç. Dr. Gül Çakır’la konuştuk: Cumhuriyetimizin milli egemenlikte yarattığı büyük dönüşüm

‘Cumhuriyetin İlânına Giden Süreçte Millî Egemenlik Fikri’ çalışmasının yazarı Doç. Çakır, ‘Toplumumuza ulusal egemenlik fikrinin öneminin sıklıkla vurgulanması ve ulusun kendi egemenliğini kullanma hakkına nasıl bir sürecin sonucunda kavuştuğunun hatırlatılmasından yanayım.’ dedi

Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve Cumhuriyet Tarihi Enstitüsü’nden Doç. Dr. Gül Çakır, Cumhuriyet dönemini, öncesi ve sonrasını pek çok boyutuyla inceleyen bir tarihçi. ‘Atatürk Döneminde Çocuk, Kadın ve Aile Algısı’ adlı kitabında, 1923-1938 yıllarında bu alanda yürütülen eğitim ve sosyolojik çalışmalara büyüteç tuttuğunu biliyoruz. 23 Nisanımızın 104. yaşında bayramın nasıl bayram olduğunu, ne evrelerden geçtiğini ve bugünkü izlerini, mirasyedilere karşı nasıl savunmanın doğru olacağını sorduk.

1789 İLE AÇILAN YOLDA

  • Ulusal egemenlik kavramı üzerine çalışmanız var. Tanımlar arasında ‘Üstünlük’, ‘hakimiyetin bir şahısta değil mecliste olması’ gibi ifadelerin yanı sıra Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ten ‘Tartışmayla verilmez, kuvvet ve zorla alınır’ şeklinde alıntılar da var. Ulusal egemenlik nedir?

Ulus egemenliği fikri 17. yüzyılın sonundan itibaren Avrupa’da Jean-Jacques Rousseau, Thomas Hobbes, John Locke, Jean Bodin, Montesquieu gibi aydınlar tarafından ortaya koyuldu. Bu fikirler toplumları etkiledi. Bu fikirler sayesinde bazı toplumlar büyük bir dönüşüm yaşayarak teokratik ve otoriter yönetimlerin sonunu getirdiler. Bunun en güzel örneğini de 1789 Fransız Devrimi ile açıklayabiliriz.

  • Konuyu bize getirecek olursak neler söyleriz?

Bizde halk egemenliği fikri Avrupa’ya oranla daha yavaş bir biçimde hayat buldu. Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayanların tebaa olarak cemaat şeklinde bir arada olduğunu hatırlayalım. Tebaanın görevi nedir? İtaat etmek. Padişaha hizmet ve itaat etmektir. Tabii ki Osmanlı Devleti’nde padişahın yetkilerini sınırlandırma ve anayasallaşma süreci yaşandı. Kökeni 1808 yılında başlayan bir süreç. Fakat Türkiye’de anayasallaşma sürecinin en eski savunucuları olan Jön Türkler bile, Mustafa Kemal Atatürk’ün kullandığı şekliyle ulus egemenliği fikrini yansıtamadılar. Ulus egemenliği fikrini bugünkü anlamda ortaya koyan ve bunu hayata geçiren Mustafa Kemal Atatürk’tür. Ulus egemenliğinde ise halk birinin hizmetkârı değildir. Devletin vatandaşıdır. Bu vatandaşlar ise hizmet alırlar. Halk, iradesinin düzgün bir biçimde kullanılmadığını gördüğünde yasal haklarını kullanarak iktidarı değiştirme hakkına da sahiptirler.

Ulus egemenliği, aslında egemenliğin yani iktidarın halk tarafından kullanılmasıdır. Dünyevi olan devlet yönetme gücünde insanın merkeze alınması, yasa yapma, yasayı uygulama, hükmetme, idarede tek kişi veya tanrıyı tercih etmemektir. 23 Nisan 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığında ulus egemenliği hayata geçti. Şunu da unutmayalım. Biz Anadolu’nun ortasında Ankara’da Millî Meclisin açılması ile yeni bir devlet kurduk. Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı öncesinde Amasya’da, Erzurum’da, Sivas’ta halkı Millî Mücadele’ye fikren hazırlarken hep ulus iradesinden halk egemenliğinden bahsetmişti. Milletimiz kendini baskı ve zor altında bulduğu kaotik bir ortamda ve zamanda Meclisin açılması ile kendini yönetme gücünü çok güzel bir biçimde kullandı. Meclis, milletin mukadderatını ele almış ve Türk İstiklâl Savaşı’nı yönetmişti. Böyle bir yüce meclis, bir sultanın olamazdı. İşte o zaman Mustafa Kemal Paşa, sizin de soruda belirttiğiniz ifadeyi kullanıyor. Millet esaret altındayken mukadderatını eline aldı, bin bir felaket ile savaştı. Hem emperyalistler hem de onların yerli işbirlikçileri ile verilen savaş sonunda saltanat ve hâkimiyet kimseye verilemezdi. Tek sahibi halk, halkın oluşturduğu meclisti. Bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin üstünde bir makam veya saltanat yoktur.

BAĞIMSIZLIĞIMIZA DÜŞKÜN VE MÜCADELECİYİZ

  • Cumhuriyet döneminde çocuk, kadın ve aile algısı adlı çalışmanız var. 1923-1938 yıllarını kapsıyor. O dönem yaratılan algıdan bugüne kalan nedir? Mirasyedilik yaptık mı? Neler değişti? Çocuk ve aileye yönelik başlıca tehdit nedir?

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren çocuk, kadın ve aileye yönelik yeni kodlar geliştiriliyor. Bu kodlar büyük ölçüde Osmanlı’dan farklı ve Batı ile uyumlu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun belli bir dönemden itibaren modernleşme sürecinin ivmesine ayak uydurmaması sonucunda toplum hayatında sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan büyük düşüşler yaşandı. Toplum hayatındaki en göze çarpan düşüş kadın ve çocukta oldu. Kadının toplumu oluşturan özdeş bir varlık olduğu anlatılmaya çalışıldı. Türk kadınının asil olduğu, toplumda, yasada var olduğunun gösterilmesi gerektiği ortaya koyuldu. Kadın çalışma hayatına Cumhuriyet yönetimi ile adapte edildi. Aile içerisinde kadının yasal haklara sahip olması Türk Medeni Kanunu ile gerçekleşti. Erkek, ailenin reisi yapılırken kadın da onun yardımcısı oldu. Miras, velayet, boşanma, vb. birçok hak Türk Devrimi ile Atatürk Dönemi’nde hayata geçti. Kadınlar eğitim sürecine dâhil edildi. Daha görünür olmaya başladı Türk kadını. Kadınlarımız çalışma hayatına girerek kendilerine özgüven duymaya başladılar. Kadına dair algı çalışmalarının en önemlisi siyasal hak kazanımı ile buldu. Mustafa Kemal Atatürk ve Türkiye’nin kurucu kadrosu, Türk kadınına siyasal haklar vererek Türk kadınlarının modernizasyon sürecini hızlandırmışlar hatta bazı Avrupalılara fark atmışlardır.

Türk milleti kadını, erkeği ile tarih boyunca cündî olduğunu göstermiştir. Millet olarak bağımsızlığımıza düşkünüz ve mücadeleciyiz. Türk kadını, Türk Devrimi ile hak ettiği noktaya getirildi. Türk çocuğu da öyle. Çünkü Cumhuriyet yönetimi cılız, bakımsız, ilgisiz, eğitimsiz bir çocuk modeli devralmıştı. Çocuk hayatının iyileştirilmesi için sağlık ve sosyal politikalar saptandı uygulandı. Çocuk hayatı iyileştirildi. Kadın ve çocuk hayatı büyük bir dönüşüm yaşadı. Bugün Türk toplumu Cumhuriyetin ideal anne, ideal çocuk ve ideal baba tasarımlarının hayat bulduğu yerdedir. Bunun devam ettirilmesi gerekir. Bunu nasıl devam ettireceğiz? Kadın ve çocuk hep görünür olacak. Eğitsel, kültürel, ekonomik, sosyal destekler hiçbir zaman esirgenmemeli. Yasal haklar her geçen gün güncellenmeli ve modernize edilmeli. Kadınlarımız toplumdan soyutlanmamalı, çocuklarımız modern hayatın gereksinimlerine göre eğitilmeli, sevilmeli ve kıymet görmelidir. Unutmayalım yarını bugünkü nesil kuracaktır.

DAHA COŞKULU KUTLAMALAR YAPMALIYIZ

  • 23 Nisan’ın Çocuk Bayramı olarak kutlanmasında ‘Ulusal Egemenliği unutturma’ niyeti gibi bir kötü niyet ve bir istismar var mı?

23 Nisan’ın Çocuk Bayramı olarak kutlanmasında ulusal egemenliği unutturma niyeti olduğunu düşünmüyorum. Ben bu özel günün bayram havasında kutlanmadığını görüyorum. Bence 1927 yılında olduğu gibi gazeteler hem millî egemenlik hem de çocuk hayatına ilişkin yazılar yazmalılar. Daha coşkulu kutlamalar yapmamız gerekiyor. Günümüzde bugün sadece resmi bir tatil gibi algılanıyor. Televizyon kanallarının Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ne şartlarda açıldığına ilişkin bilgilendirici yayınlarını çoğaltmaları gerekli. Birkaç gazete bu özel gün hakkında yaptığı yayınlarla dikkat çekerken bazı gazeteler çok tepkisiz kalıyor. Bunun dışında yerel yönetimlerin toplu taşıma araçlarında yaptıkları yayınlarla, halk arasında yaptıkları küçük söyleşiler, gösterimlerle bu özel günün hakkını vermeliler. Bu özel güne nasıl kavuştuğumuzu hatırlamalıyız. Ulus egemenliğinin önemi her mecrada bu özel günde açıklanmalı. Diktatörlüklerin, tek adam rejimlerinin milletleri felaketlere nasıl sürüklediği anlatılmalı.

SEÇİMDE DAHA BİLİNÇLİ OLMALI

  • Bu 23 Nisan’da ulusal egemenliğimize yönelik başlıca tehdit nedir? Bayramın hakkıyla kutlanmasının şartı ne olmalıdır?

Ulusal egemenliğimize yönelik en büyük tehlike halkın cahil bırakılmasıdır. Halkın itaat kültürü altında ezilmesi, sosyal ve ekonomik haklardan yoksun bırakılmasıdır. Çünkü ulus egemenliği sistemi, modern devletlerin inşası ile ortaya çıkmıştır. Çağdan geri kalmamak gerekir. Halkı bir takım eğitim imkânlarından yoksun bırakmak ve milleti çözmek en önemli sorundur. Siyasi partilerin de bu konuda hassas davranması gerekir. Siyasi partilerin en önemli rekabet unsuru ülkeyi daha iyi yönetmek ve milleti yüceltmek noktasında olmalıdır. Aralarındaki yarış için de bir denge olmalı. Ulus iradesinin devamlılığı için milletin birbirinden ayrıştırılmaması da oldukça önemlidir.

Diğer bir tehdit de halkın kendisinden gelebilir. Bilinç seviyesi düşürülmüş toplumlarda halk kendini daha iyi yönetecek bir idareciden çok kurtarıcı ararlar. Bunun örnekleri tarih boyunca felâketlerle sabitlenmiştir. Diğer yandan demokrasiyi anlayamamış toplumun cahil kesimi, idarecideki vasfı tek adamlık olarak görebilir. Halkın seçme konusunda daha bilinçli olması gerekiyor.

EGEMENLİK MİLLETİMİZİN ELİNDE

Ulusal egemenliği yok sayma amacını taşıyan bir siyasi partinin Türkiye’de kalıcı olacağına inanmıyorum. Türkiye’deki tüm partiler varlıklarını ulus iradesine borçludur. Partiler, halkla var olmalıdır. Milletvekilleri ise millete hizmet vermekle yükümlüdürler. Halktan kopuk, halktan kaçan bir irade halkı yansıtamaz. Halkın tercihi ile iktidara gelenler, ulus egemenliği, halk hâkimiyeti yani Cumhuriyet’e karşı eylem ve söyleme girişmeye cesaret etmemelidir. Halk seçme ile beraber seçmeme hakkına da sahiptir. Bizim milletimiz egemenliğinin kendi elinde olmasından memnundur. Bu değiştirilemez. Buna cesaret edenler, bu özel günü unutturmaya çalışanlar tarih sayfalarında çok iyi bir yerde yer almayacaktır. Bu yargıma uygun Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey’in 1922 yılındaki şu sözleri size aktarmak isterim: “Saltanata alışmış imparatorlar, haşmetpenahlar, hâkimiyet-i millîyeden canavar gibi korkarlar”.

ÇOCUKLARA YAPILAN VURGU

  • 23 Nisan bayramının adı 1981 yılında Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kabul edildi. Atatürk bu bayramı çocuklara ne zaman armağan etti? ‘Milli hakimiyet’, ‘çocuk’ ve ‘bayram’ üçlemesi nasıl bir araya geldi?

Günümüzde birçok insan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın çocuklara Atatürk tarafından hediye edildiğini biliyor ve öyle telaffuz ediliyor. Fakat bu bilginin yanlış olduğu kanaatindeyim. Ben de bir tarihçi olarak bu konuda bazı düzeltmeler yapmak zorundayım. Öncelikle söz konusu bayramın ortaya çıkış sürecini açıklayayım. Biliyorsunuz 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Meclisin açılışı ile Anadolu’nun merkezinde yeni bir devlet belirdi. Millî Meclisin amacı, Türk İstiklâl Savaşını kazanmak ve Türk Milletini esaretten kurtarmaktı. Meclisin açılması ile hem yeni bir devlet kurulmuş hem de halk egemenliği gerçekleşmişti. Meclisin açılışından 1 sene sonra 23 Nisan 1921’de Saruhan Milletvekili Refik Şevket Bey ve arkadaşları, 23 Nisan’ın “îdî millî” günümüz Türkçesi ile “millî bayram” olarak kabul edilmesi hususunda meclise bir kanun teklifi sunmuşlardı. Bu süreçte halen Anadolu işgal altındaydı. Hatta bazı milletvekilleri bu nedenle söz konusu kanunu kabul etmek istememişlerdi. Kanun 1921’de kabul edildi. “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk yevmi küşadı olan 23 Nisan îdî millîyedendir” maddesi ile artık 23 Nisan günü Millî Bayram olarak kabul edilmişti. İlk kutlamalar 1922 yılında yapılmıştı.

23 Nisan, 27 Mayıs 1935 yılında Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun ile “Ulusal Egemenlik Bayramı” olarak isimlendirilmişti. 17 Mart 1981’de kabul edilen Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun’da 23 Nisan günü “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak belirlenmişti.

Görüldüğü üzere Çocuk Bayramı eklemesi 1981 yılında yapıldı. Fakat şunu da bilmemiz gerekiyor 1927 yılında Himaye-i Etfâl Cemiyeti Merkez Umumisi (Çocuk Esirgeme Kurumu) bir beyanname ile 23 Nisan’ı “Çocuk Günü” olarak belirlediğini halka duyurmuştur. Türkiye Himaye-i Etfâl Cemiyeti’nin Amerika örneğine göre 23 Nisan’ı çocuk günü olarak belirlemesinin sebebi ise çocuk hayatına ilişkin sorunlara dikkat çekmekti. Kimsesiz, bakımsız, yetim çocuklara yardım edilmesi istenmiştir. Çocuk hayatının iyileştirilmesi için çocuklara dair sorunlar bu özel günde kamuoyuna gösterilmiştir. Bu dönemde çocuk ölüm oranı % 25’in üzerindeydi. Çocukların yaşatılması, özen ve itinayla bakılması için bu özel günde çocuklar ön plana çıkarıldı. 1927 yılında basılan gazeteler ilk çocuk bayramından söz ettiler. Mustafa Kemal Atatürk’te bu özel günde çocuklara birçok imkân sundu.

Sonraki Haber