Tuğrul Şan: İstanbul’da son ütücülük yaptım

‘Kafaya koyduk artist olacağız, sanatçı olacağız diye. 18 yaşındaydım Ordu’dan İstanbul’a kaçtık. Beni okula almadılar. Ütücülük yaptım, son ütücüydüm. Arkadaşlarla ev tuttuk. Altı kişi bir yatakta yatıyorduk.’

Emine Sağlam Akfırat, Tuğrul Şan, İbrahim Can

Bu hafta, TRT sanatçısı İbrahim Can ile birlikte, TRT’nin en güzel Türk Halk Müziği seslerinden, Tuğrul Şan üstadımızın evindeyiz. Değerli sanatçımız Tuğrul Şan ile sanatçı olma mücadelesinde yaşadıkları zorluklar üzerine konuştuk.

Kendi yaşam hikayesini ve bu hafta yayınlayacağımız türkü hikayesini gelin birlikte sanatçımızın kendisinden dinleyelim…

  • Tuğrul Şan kimdir, özgeçmişinizden bahseder misiniz?

1948 yılında Ordu'nun merkez Kayadibi köyünde dünyaya gelmişim. Dört erkek, iki kız, altı kardeşiz. Çocukluğum köyde geçti. Babam devlet hastanesinde röntgen teknisyeni idi. Altı yaşındayken İstanbul'a, Cerrahpaşa Hastanesi’ne, oradan da Ordu'ya tayin olunca ilkokula orada başladım. Ordu merkezinde iki ilkokul değiştirdim. 19 Eylül İlkokulu’nda okudum ama Güzel Ordu İlkokulu'ndan mezun oldum. Sonra ortaokula başladım. Ortaokul sıralarında sesimin güzelliğinden bahsedildi. Tabii ilkokulu bitirdiğim ve çocuk yaşlarında olduğum için neyin ne olduğu bilincinde değildim. Müsamerelerde türkü söylettirdiler bana. Ve Ordu Halk Evi’nde çalışmalara başladım. Cengiz Dilaver yönetiminde bir koromuz vardı.

Önce, Ordu Musiki Cemiyeti’nde söylemeye başladım. Sonra halk müziği çalışmaları daha çok ağırlıklı olduğu için Ordu Halk Evi’ne geçtim. Musiki Cemiyeti’nde sanat müziği söyleniyordu. Halk müziğini daha çok sevdiğim için Halk Evi'nin çalışmalarına katıldım. Hatta önce darbuka çaldım, sonra bağlama çaldım, sonra da solistliğe yükseldim. 1958 yıllarında.

Ortaokul bitti. Perşembe Öğretmen Okulu’na gitmek istedim, sınavına girdim. Sınavda bir türkü okudum. Başka soru sormadılar.

  • E.A. Hangi türküydü?

“Ordu'nun dereleri” türküsüydü. Perşembe Öğretmen Okulu’nda eğitime başladım. Hatta okulun temsil kolu başkanlığını yaptım. Konserlerde türküler söylerdik, arkadaşlarımız çalardı, ben söylerdim.

ARTİST OLACAĞIZ DİYE İSTANBUL’A KAÇTIK

Öğretmen okulundayken hem okuyayım hem de sanatçı olayım diye okuldan tasdiknamemi aldım ve 1966 yılında arkadaşımla birlikte otobüse bindik, İstanbul’a kaçtık. Kafaya koyduk artist olacağız, sanatçı olacağız diye. 18 yaşındaydım. İstanbul’da beni okula almadılar. Ütücülük yaptım. Çalıştığım yerde son ütücüydüm. Arkadaşlarla ev tuttuk. Altı kişi bir yatakta yatıyorduk.

Bu arada İstanbul'da yarışmalar vardı. Halk müziği yarışmasına girdim, Türkiye üçüncüsü oldum. Bu arada baktım İstanbul’da olmuyor, hemen Ordu’ya geri döndüm.

PARKLARDA ŞARKI SÖYLEDİM

  • İstanbul'dan ne kadar kaldınız?

Bir sene kaldım, 66'den 67'ye kadar, sonra Ordu’ya geri döndüm. Aynı okula kayıt yaptırmak istemedim, “gitti, geri geldi” demesinler diye. Giresun Öğretmen Okulu'na müracaat ettim, almadılar. Orada Hakkı Baba diye Ordulu, imar müdürlüğü yapan bir tanıdığım vardı. Hakkı Baba'ya gittim durumu anlattım. O da müdürün arkadaşıymış, hemen beni okulu kaydettiler.

Okula başlamadan önce Giresun'un parklarındaki çay bahçelerinde şarkı söylerdim. Yanımda Ordu'dan Nuri Öz diye bir arkadaşım vardı. İki çay bahçesinde birden çalışıyordum. Biri bitiyordu, diğerinde başlıyordum. O arada hemen hemen her akşam Hakkı Baba, ailesiyle gelip ön sırada beni izliyorlardı.

  • Okulda başarılı mıydınız?

Okulda pek başarılı değildim ama hayatımda ilk defa son sınıfı, ikmale kalmadan doğrudan geçtim. 1970 yılında TRT Ankara radyosu sınav açtı. Zekai Tunca Ordu’da sanat okulunda tesviye hocasıydı. Birlikte Trabzon Radyosu’nda sınava girdik, ikimiz de kazandık.

Giresun'dan Aytekin Özdemir de sınavı kazandı. Ankara'da bir ay, sabahtan akşama kadar nota kursuna tabi tutulduk. Onun için de notam çok iyidir.

Radyoya başladığım zaman repertuvar derslerinde yeni türküler geçiliyordu. Koro beceremiyor diye Yaşar Aydaş, Tuğrul gel şunu bir oku dediğinde, şakır şakır okuyordum.

İ. Can: Demek ki müziğe eğilimin varmış.

Radyoda, 60 kişilik koro kurulacakmış. 15 bariton, 15 bas tenor, 15 soprano, 15'te alto bayanlar. 56 kişi oldu, 60 kişi bulunamadı. Tanıdığım birçok kişi halk müziğinden sanat müziğine geçti. Metin Topçu, Suna Yıldız Zincirkıran, İstanbul'dan Zekai Tunca, Galip Sokullu. Hilal Akkaplan da halk müziğine geçti.

  • Siz geçmediniz mi?

Benim geçişim şöyle oldu. Okuldan sonra hemen memuriyete başladığım için iki sene askere almadılar beni. İkinci senenin sonunda askere çağırdılar. Mecburen 20 ay askere gittim.

‘SEVDİĞİME VARAMADIM’ TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ

Melodisi çok kıvrak bir oyun havası ama aslında bir sevda ağıtıdır. Türkünün düğünlerden TRT Repertuvarına uzanan hikayesi…

  • Türkünün hikayesini bize anlatır mısınız?

Hikayesini hatırladığım kadarıyla anlatayım. Yıl 1964, naylon çorabın yeni çıktığı, yer yataklarının yerini ağır ağır yaylı yataklara bıraktığı yıllar. Evlenecek kızlar için "lüks'" olan naylon çorap giymek, karyolada yatma hevesi öğretmenle evlenince giderildiği dönemler. Çünkü o yıllarda öğretmenlik şimdikinden çok daha sevilen ve el üstünde tutulan bir meslekti. Herkesin hayalini süsler öğretmenlik veya bir öğretmen ile evlenmek. 

Tokat, Başçiftlik ilçesine bağlı Hatipli'de orta boylu, kumral saçlı, siyah gözlü, iki güzel kız ve bir de öğretmen yaşamaktadır.   Türkünün asıl kahramanlarıdır. Öğretmen köyde ders vermeye, öğrencilerle haşır neşir olmaya başlıyor. Bu arada kızın birine aşık oluyor. Muhtarı araya sokup kızı istetmeye gönderiyor. Tabii öğretmen, kızını istiyor, sevinçle verecekler ama küçük kız seneliğine 10 bin liraya kiraya verilmiş. Kızı verirlerse 10 bin liradan olacaklar.

Aile, biz yaş sırasıyla çocuklarımızı evlendiririz, büyük kızı verelim diyor. Sırasıyla diyerek, on bin lirayı kurtaracaklarını düşünüyorlar. Öğretmen de ne yapsın, o da güzeldir herhalde deyip, kabul ediyor. Öğretmen büyük kızla evleniyor, küçük kız da bu türküyü yakıyor. “Öğretmene varamadım, naylon çorap giyemedim, muradıma eremedim, abum abum” diye. Abum abla demek.

İkinci dörtlüğü de şöyle:

“Beni çoban ettiniz, on bin lira mı yediniz, günahımı girdiniz abum, abum kız abum”.

“Şu Niksar’a varsalar, öğretmeni bulsalar, sevdiğime sorsalar abum abum kız abum”.

TÜRKÜNÜN COĞRAFİ SINIRINI ÇİZEMİYORUZ

  • Türkünün yöresi Ordu-Aybastı diye yazıyor. Bu olay nerede geçiyor?

Tokat yöresinde geçiyor.

Daha bu türküyü söylerken, Tokat’tan Kemal Bilsen Sarısözen, Sarısözen ailesinden, Bolu'da lise müdürü imiş, gazete de yazısı yayınlanıyor. Ankara Radyosu da gazeteyi benim adresime gönderiyor. Yazıda Sarısözen, “Bu türkü bizim türkümüz, neden orada gösteriliyor” diye yazmış. Ben de iki sayfa tekzip yazısı hazırlayıp, gönderdim. Bana hak verdi ve yazımı gazete yayınladı. Çünkü türkünün coğrafi sınırını çizemiyoruz. İlin sınırı belli ama türkünün sınırı belli olmuyor. Dolayısıyla da hem orada hem burada okunuyor. İki şehirde türküyü sahipleniyor. Dolayısıyla ben de Aybastı, Ordu'dan derlediğimiz için bu şekilde repertuar kuruluna vermek zorunda kaldım. Ama tabii ki yakışan Tokat yöresine ait olması. “Niksar'a varsalar” diyor. Ama ben de Aybastı’dan aldığım için orayı beyan etmek zorundayım.

İ. Can: Türkülerin coğrafyası yok. Bizim Karadeniz'de dik yamaçlarla yaylalara yükseliyor. İnsanlar yazın yaylalara çıkmak zorunda kalıyorlar, ekonomi ve hayvancılıkta çok önemli. Bu yaylalarda arkadaki ilin coğrafyasından da geliyorlar. Orada ortak bir kültür oluşuyor.

Bu türküyü, Aybastılı bir fındık amelesinden aldım ve meşhur oldu.  

Sonraki Haber