Türkiye’nin Atatürk dönemindeki dış politikası

Kuruluşundan itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının şu ana hedeflere yöneldiğini söyleyebiliriz: 1.Millî bağımsızlığımızın ve egemenliğimizin korunması; 2. Yapılan barışın devamlı kılınması; 3. Hayat tarzımızda ve yönetim şeklimizde çağdaşlaşmanın sağlanması

Bolşevik Rusya Misak-ı Millî’yi tanıyan ilk Devlet olmuştur. Gerçekten de Moskova anlaşması ile TBMM hükümeti, sınır meselesinde Batum, Ahıska ve Ahılkelek dışında Misâk-ı Millî’de öngörülen sınırları Sovyet Rusya’ya kabul ettirmiştir.

Atatürk dönemi” 19 Mayıs 1919’dan 10 Kasım 1938’e kadar uzanan 19 yılı kapsamaktadır. Atatürk döneminde uygulanan dış politika konusunu üç ayrı devrede irdelemek mümkündür:

  • Birinci devre, Millî Mücadele yıllarında dış politika.

  • İkincisi, Lozan Konferansı devresi.

  • Üçüncüsü de Türkiye Cumhuriyeti yılları. Millî Mücadelemiz, sadece askerî alanda, askerî cephede belirli düşmanlara karşı cereyan etmiş değildir. Mücadelemizin amacı ve nihai hedefi hakkında o yıllarda içte ve dışta başlayan yanıltıcı, baltalayıcı propaganda karşısında milletlerarası topluma gerçeklerin anlatılması; mücadelemize siyasî ve maddî destek sağlanması ihtiyacı da ortaya çıkmıştır. Bunun için de dış siyaset ve diplomasi cephesinde de kararlı bir mücadele verilmiştir.

MİLLÎ MENFAATLERİ ESAS ALAN ALDI

Millî Mücadele yıllarındaki ve sonrasındaki Atatürk’ün dış politikasının en başta gelen ayırıcı niteliği (eski dilde “fârik vasfı”) “millî” olmasıdır.
Atatürk’ün dış politikasının bir diğer ayırıcı niteliği de “barışçı” olmasıdır.
Millî Mücadelemizin başlamasıyla birlikte izlenen ve kurucu irade tarafından Türkiye Cumhuriyeti için de belirlenen dış politika, tarih bilinci içinde hedefi açık olarak belli, akılcı, gerçekçi, dengeli, devletler arasında egemen eşitlik ve “ahde vefa” ilkesine saygılı; güvenilir, öngörülebilir, inandırıcı, diyaloga açık ve “barışa” yönelik olmuştur.
Atatürk’ün dış politika anlayışında ve uygulanmasında iç siyaset kaygılarına, güdülerine, hesapsız hamasete, meydan okumalara ve maceracılığa yer verilmemiştir.
Dış politikamız siyasî, tarihî, dinî vs. dogmalardan, ön yargılardan, saplantılardan arındırılmış ve tarih bilincine sahip olarak sadece millî menfaatlerimize uygun hedeflere yöneltilmiştir.
Atatürk’ün Millî Mücadele döneminden itibaren dış politika uygulamalarında hassasiyetle gözettiği temel ilkeler arasında “eşitlik” başta gelmiştir.
Milletimize ve Devletimize uluslararası camiada eşitlik esasına göre kayıtsız ve şartsız egemenliğini ve bağımsızlığını kazandırmak O’nun için tutku ve ülkü olmuştur.
Sahip olduğu emsalsiz önderlik vasıflarına, askerî dehasına ve şahsî karizmasına rağmen Atatürk Millî Mücadelemize kendi kişisel iradesini değil, Millet’in iradesini hâkim kılmıştır.

İstiklâl Savaşımız, TBMM Hükûmeti’nin Dışişleri Bakanı İsmet Paşa’nın 24 Temmuz 1923 Salı günü Lozan Barış Konferansı’nda imzaladığı Barış Antlaşması ile taçlanmıştır.

GERÇEKÇİ DIŞ POLİTİKA: TÜRK-RUS YAKINLAŞMASI

Atatürk’ün dış politikada tarihî ve ideolojik saplantılara yer vermeyen, sadece millî çıkarları en başta gözeten gerçekçi uygulamasının en somut örneklerinden biri, Millî Mücadelemiz sırasında Bolşeviklerle, yani Sovyetler Birliği ile sağladığı yakınlaşma ve elde ettiği, siyasî, malî ve silâh, cephane ve askerî malzeme destek ve yardımları olmuştur.
Bellidir ki, Atatürk Millî Mücadele’nin hedefine ulaşabilmesi için sahada kazanılacak askerî zaferler kadar, bu zaferleri kolaylaştıracak hesaplı bir gerçekçi diplomasinin uygulanmasına da ihtiyaç olduğunu görmüştür. Bu ihtiyacın farkındalığı içinde tarihî ve ideolojik kaygı ve saplantılardan tecerrüt ederek uluslararası konjonktürün ortaya koyduğu fırsatlardan yararlanma dirayetini göstermiştir. Atatürk’ün Millî Mücadele’yi başlattıktan sonra Sovyetler Birliği ile gerçekleştirdiği yakınlaşma ve yaptığı anlaşma bu gerçeğin tarihî nitelikteki en somut örneğidir.
Gümrü Antlaşması TBMM Hükûmeti’nin akdettiği ilk anlaşma olarak tarihe geçmiştir.
Bu Andlaşma’nın asıl önemi, Andlaşma’nın 10. Maddesinde Ermenistan’ın Sèvres Andlaşması’nın açıkça “yok hükmünde” kabul etmiş olmasıdır.
16 Mart 1921’de “TBMM Hükûmeti” ile “Rusya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti Hükûmeti” arasında çeşitli kaynaklarda “Kardeşlik Antlaşması” olarak da adlandırılan “Moskova Antlaşması’nı” imza etmiştir. Andlaşma’nın Dibacesi’nde “halkların kendi kaderini tayin etme” ilkesi ve iki taraf arasında “emperyalizme karşı mücadele dayanışmasının” varlığı vurgulanmıştır.
Bu Antlaşma ile Bolşevik Rusya Misak-ı Millî’yi tanıyan ilk Devlet olmuştur. Gerçekten de Moskova anlaşması ile TBMM hükümeti, sınır meselesinde Batum, Ahıska ve Ahılkelek dışında Misâk-ı Millî’de öngörülen sınırları Sovyet Rusya’ya kabul ettirmiştir.
Türkiye ile Rusya arasındaki bugünkü sınır o zaman belirlenmiştir.
İki taraf arasında akdedilmiş olan eski antlaşmalar iptal edilmiştir. Osmanlı Devleti’nin Çarlık Rusya’ya karşı üstlendiği malî yükler silinmiş, kapitülasyonlar kaldırılmıştır.
Moskova Andlaşması’nın en önemli sonuçlarından biri de Türkiye’nin Türk Dünyası’na açılan kapısı mahiyetindeki Türk yurdu Nahçıvan’ın statüsü hakkında olmuştur.
Moskova Antlaşması ile doğu sınırlarını emniyet altına alan TBMM Hükûmeti Batı Cephesi’ndeki ordularının gücünü kuvvetlendirme imkânı bulmuştur. Bu imkân Yunan kuvvetlerine karşı nihai zafer elde etmemize katkı yapmıştır.

1937’de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında “Sadabat Paktı” olarak tarihe geçen bir saldırmazlık anlaşması yapılmıştır. Böylece, Doğu’da bir güvenlik sistemi kurmuştur.

LOZAN DÖNEMİNDE TÜRK DIŞ POLİTİKASI

Atatürk, 19 Mayıs 1919 Pazartesi günü Samsun’da başlattığı kurtuluş, millî bağımsızlık ve egemenlik mücadelesini 9 Eylül 1922 Cumartesi günü Ordumuzun İzmir’e girmesiyle kesin askerî zaferle sonuçlandırmıştır. Bu kesin sonucu getiren de O’nun verdiği emirle 26 Ağustos 1922 Cumartesi günü şafakla başlayan Büyük Taarruzun 30 Ağustos Çarşamba günü Büyük Zaferle sonuçlanması olmuştur.
İşte bu kesin Zafer üzerine Vatanımızı işgal etmiş bulunan İtilâf Devletleri Ankara Hükümeti’ne mütareke teklif etmişlerdir. Ankara Hükûmetiyle 11 Ekim 1922’de imzalan Mütareke ile Osmanlı İmparatorluğu siyaseten ve hukuken sona ermiştir.
Mudanya Mütarekesi müzakereleri sırasında teati edilen notalarla arış görüşmeleri için Lozan’da bir Konferans toplanmasına karar verilmiştir.
Atatürk’ün emsalsiz önderliğinde kazandığımız İstiklâl Savaşımız, TBMM Hükûmeti’nin Dışişleri Bakanı İsmet Paşa’nın 24 Temmuz 1923 Salı günü Lozan Barış Konferansı’nda imzaladığı Barış Antlaşması ile taçlanmıştır.
Lozan Barış Antlaşması, Türkiye’nin, mutlak bağımsız ve egemen bir devlet ve milletlerarası camianın hukuken eşit bir üyesi olarak doğduğunu tescil eden belgedir.
TBMM’nin 29 Ekim 1923 günü “Türkiye Cumhuriyeti” olarak ilân ettiği Devletimizin tapu senedi mahiyetindedir.

CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI

Kuruluşundan itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının başlıca şu ana hedeflere yöneldiğini söyleyebiliriz:

1. Millî bağımsızlığımızın ve egemenliğimizin korunması;
2. Yapılan barışın devamlı kılınması;
3. Hayat tarzımızda ve yönetim şeklimizde çağdaşlaşmanın sağlanması.
Türkiye’nin ABD ile Lozan’da imzaladığı Antlaşma’nın onay için ABD Kongresi’nde oylanması üç buçuk yıl almıştır. 18 Ocak 1927 günü ABD Senatosu’nda yapılan oylamada Antlaşma’nın onaylanması, gerekli üçte iki çoğunluk- 6 oy eksiğiyle – sağlanamadığı için, reddedilmiştir.
Bu durumda Türkiye ve ABD, diplomatik ilişki kurabilmesi için ABD Kongresi’nden onay almayı gerektirmeyen yönteme başvurmuşlardır. Nota teatisi yoluyla 17 Şubat 1927 tarihinde bir “modus vivendi” yapmışlardır. Böylece iki Devlet arasında diplomatik münasebet kurulmuştur. Aynı yıl içinde karşılıklı Büyükelçi teati edilmiş ve büyükelçiler görevlerine başlamışlardır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarındaki en önemli diplomatik gelişmelerden biri de Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında 17 Aralık 1925 tarihinde Paris’te imzalanan “Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşmasıdır.”
Bu Antlaşma’nın Batı Avrupa’nın büyük güçlerine karşı bir tepki Antlaşması olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü, Avrupalılar, Türkiye’ye başlangıçta çeşitli sorunlar çıkarmışlardır. Bunlarda en önemlisi Musul meselesidir. Diğeri de Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olarak İstanbul’un kalması için yaptıkları baskı ve diplomatik boykot hareketleridir.
Türk-Rus Antlaşması’na göre, taraflardan biri saldırıya uğrarsa, diğeri tarafsızlığını koruyacak; her iki taraf, diğer devletlerle, birbiri aleyhine bir ittifak ya da siyasi içerikli bir anlaşma yapmayacak ve diğer devletlerle imzacı ülkelerden birine karşı girişilmiş düşmanca bir eyleme katılmayacaktı.
Üç yıl için geçerli olan antlaşma, sonraki yıllarda (1929 ve 1931) imzalanan protokollerle sürdürülmüştür. 7 Kasım 1935'te on yıl süreyle son kez uzatılmıştır. Ancak II. Dünya Savaşı'nda SSCB, 19 Mart 1945'te Türkiye'ye bir nota vererek, 7 Kasım 1945'te süresi bitecek olan antlaşmanın bu tarihten sonra geçersiz olacağını bildirmiştir.

SOMUT SONUÇLAR

Briand-Kellogg Paktı: Türkiye, 1928 yılında ABD Dışişleri Bakanı Frank B. Kellogg ile Fransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand öncülüğünde imzalanan ve temel ilkeleri, “savaşın millî politika vasıta olarak kullanılmasının yasaklanması” ve “devletler arasındaki ihtilâfların savaş ile değil barışçı yollardan halledilmesi” olan Briand – Kellogg Paktı’na 1929 yılında katılmıştır.
Paktı imzalayan diğer devletler şunlardır: ABD, Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya, Polonya, Belçika, Çekoslovakya, Japonya ve Sovyetler Birliği.

Balkan Antantı: Türkiye, Balkan Devletleriyle ikili dostluk ve tarafsızlık anlaşmaları imzalamıştır.
9 Şubat 1934’te de Türkiye’nin inisiyatifi neticesinde Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında “Balkan Antantı” olarak bilinen Pakt kurumuştur.
- Sadabat Paktı: 1937’de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında “Sadabat Paktı” olarak tarihe geçen bir saldırmazlık anlaşması yapılmıştır. Böylece, Türkiye önce Batı’da, sonra Doğu’da bir güvenlik sistemi kurmuş ve kendisi için önemli olan bu iki bölgede barış politikasını kuvvetlendirmiştir.

  • Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne (Cemiyet-i Akvam) üye olması.

  • Montrö (Montreux) Boğazlar Sözleşmesi.

  • Hatay’ın Türkiye’ye katılması. Vatanımızın kurtarıcısı ve Devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ü sevgi, saygı, şükran, minnet ve bağlılık duygularımla rahmetle anıyorum.

Devletimizin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunun şerefli 100’üncü yıldönümü, Cumhuriyet Bayramımız milletimize kutlu ve mutlu olsun.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 2’nci yüzyılı hayırlı, uğurlu ve üstün başarılı olsun!

Sonraki Haber