8 Mart’ın asıl çığlığı...

Çıkış noktası 150 yıl önce ABD’deki bir fabrikada kadınların grev isyanına dayandığı için, 8 Mart her yıl “Emekçi Kadınlar Günü” olarak da kutlanıyor... Peki ya Türkiye’de?..
Kadın bu ülkede nasılsa “emek” mücadelesinin de gerisinde tutulduğu için, “kadın sorunu” denildi mi 8 Mart’larda nedense en çok da “şiddet”, “namus” ve “töre” cinayetleri gündeme geliyor...
Farkında mısınız; AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana içinde kadın olmayan şiddet olayı yok neredeyse... Töre, namus, evlilik ve boşanma cinayetlerindeki artış ürkütücü boyutlarda... Gazetelerde her gün kadın cinayetleri...
Terör olayları, işsizlik, fuhuş baskısı, eğitim sorunları ve emek sıkıntılarında da kadınlar en çok ezilen, en çok dışlanan ve en çok darbe alan kesimi oluşturuyor...
Ve 8 Mart’larda anımsanan bir başka sıkıntı da, kadının gerici yasalarla giderek daha fazla ezilmesi, baskı altına alınması, “şeriat” yasalarına dayanılarak horlanması, eğitimsiz bırakılması ve özellikle de eve kapatılması...
Peki; ülkenin, “laiklik karşıtlarını odağı” ilan edilmiş bir parti tarafında yönetildiği dönemde, “hilafet” çığlıkları bile atılırken ve önümüzdeki süreçte de en çok ezilecek çevrenin kadınlar olacağı bilinirken acilen neler yapılmalı?.. Kadını kıskaca alan kumpas nasıl dağıtılmalı?..
ÇYDD, “Cumhuriyet Kadınları Derneği” ve “Kadın Araştırmaları Derneği” gibi örgütlenmeler de etkinlikler de hızla arttırılmalı, kadını ezen yasaların önlemesi konusunda Meclis’e baskı yapılmalı ve kadınlar Doğu’dan Batı’ya kadar yaşamın her alanında seslerini daha da yükseltmeli...
Aksine, AKP’nin etkisini giderek artıracağı ve gericiliğin kadını daha fazla ezmeye başlayacağı önümüzdeki süreçte, 8 Martlar yükselen bir çığlığı anımsatmaktan öteye gidemeyecek...

Urfa’da yandaş baskısı!..
Urfa’daki Harran Üniversitesi Araştırma Hastanesi’nden özellikle “kadın” çalışanları sarsan öylesine şikayetler geliyor ki, sıkıntılar insan sağılığını tehdit edecek boyutlara da ulaşmış!..
Yanlış anlaşılmasın, sorun bu hastanenin tam 20 yılda tamamlanmış olması değil!.. Asıl kaos hastanenin Osmanbey Kampüsü’ne taşınmasıyla başlamış, çünkü işgüzar yandaşlar yüzünden çalışma barışı da tamamen bozulmuş...
Birileri herhalde, “hastane yeni, bizde at koşturalım” demiş olacak ki, personel atamalarında ne eğitim, ne liyakat, ne deneyim ne de uzmanlığın gereği kalmış... Yani tipik AKP kadrolaşması... Peki, işini düzgün yapan eğitimli personelin başına ne geliyor acaba?..
İddiaya göre, AKP’ye yakın Sağlık-Sen’e üye olmayan hemşire ve diğer sağlık personeli üzerinde ağır yıldırma ve tasfiye operasyonu uygulanıyor.
Çünkü hastane yeni yerine taşınır taşınmaz, Sağlık-Sen üyesi olmayan çoğu “kadın” 100’den fazla personel uzmanlıkları hiçe sayılarak geri plana atılmış ve sürekli nöbet tutmaya zorlanmış...
Sendika üyesi bir teknikerin “başmüdür” olarak atanması bir yana, “üniversite eğitimi” ve “beş yıl servis deneyimi” koşulu olmasına rağmen, yaşamsal ünitelere bile lise mezunu sertifikasız görevliler getirilmiş. Uzman personel ise yandaş olmadığı için pasif göreve...
Hastanenin başhekimi Hasan Karsel, orasının insan yaşamıyla direkt ilgili bir kurum olduğunu biliyorsa, personel atamalarındaki bu rezalete neden göz yumuyor acaba?..
Peki ya rektör Ramazan Taşaltın, insan sağlığını deneyimsiz, eğitimsiz personelin insafına sürükleyen bu sendika kadrolaşması ve kargaşayı daha ne kadar izleyecek?..

Kurtul Altuğ’u unutmamak...
Türk basınının çok değerli kalemlerinden ve mücadeleci isimlerinden biri olan gazeteci-yazar Kurtul Altuğ önceki gün yaşama veda etti...
Kurtul abi ile Aydınlık’ta bir süre birlikte çalıştık... Memleket meseleleriyle ilgili sık sık dertleşirdik kendisiyle...
Çünkü basının en etkili ancak en sıkıntılı dönemlerinden birinin gazetecisi olan Kurtul Altuğ, yalnızca etkili bir yazar değil, donanımlı ve bilgili bir araştırmacı, aynı zamanda Atatürk’e bağlılığıyla da yiğit bir aydındı...
Altuğ’un kaybı büyük üzüntü yarattı... CHP eski milletvekili Onur Öymen de iyi dost olduğu Altuğ’la ilgili görüşlerini şöyle paylaşmış;
“Atatürk ilkelerine ve Cumhuriyetin değerlerine yürekten bağlı olan Altuğ, uzun yıllar boyunca, en zor koşullarda bile mesleğinin gereğini yüksek bir sorumluluk duygusuyla yerine getirmiş, savunduğu görüşler nedeniyle hapse atıldığı dönemlerde bile ilkelerini cesaretle korumuştu. Yazdığı kitaplar yakın tarihimize tanıklık eden bir bilgi hazinesidir. Son yıllarda Aydınlık gazetesine yazdığı makalelerle ve Ulusal Kanal’da yaptığı televizyon programlarıyla ülkemizin içinde bulunduğu sıkıntılarla ilgili düşüncelerini açık yüreklilikle ifade etmiş, 50 yılı aşkın zamandan beri, üyesi olduğu CHP’nin daha etkili bir muhalefet yapabilmesi için gerektiğinde eleştirilerini dile getirmekten çekinmemiştir. Algı yönetiminin en yaygın biçimde uygulandığı bir dönemde, ülkesini içtenlikle seven, görevini tarafsızlıkla yerine getirmeye çalışan, iç ve dış baskılara direnerek Türkiye’nin tam bağımsız, laik ve çağdaş bir cumhuriyet olarak gelişmesine katkıda bulunmak isteyen genç gazetecilerin Kurtul Altuğ’u örnek almalarını ve onun yolundan gitmelerini tavsiye ediyorum.”
Kurtul abinin yazılarından çok şey öğrendik... Geriye bıraktığı miras yalnız dürüst gazeteciliğe değil, temiz siyasete de eminin yön verecektir... Işıklar içinde uyusun...