Eksen merakı
Mahallenin kabadayısı geliyor, haracını istiyor. Vermiyorsunuz, gözünüzün üstüne bir yumruk… Yahu yapma, dost olalım diyorsunuz. O ısrarlı, istediği haracı alamadıkça gözler moraracak. Sizin kabadayıyla düşmanlık diye bir meseleniz yok, işinizde gücünüzdesiniz. Ama kabadayının mesleği bu, haraçla yaşıyor.
İki seçeneğiniz var. Ya istediği haracı vereceksiniz, ya da tezgâhın altından kızılcık sopasını eksik etmeyeceksiniz.
ABD’YLE DOSTLUĞUN BEDELİ
ABD’yle de dost olalım diyenler için yazıyoruz. Tamam dost olalım da, koşulu istediği haracı vermek. PKK’sını baştacı etmek, FETÖ’yü namı diğer gladyosunu yeniden devletin içine yerleştirmek… Ötesi borç batağı ekonomisini sürdürmek, ithalata cennet üreticiye cehennem olmak. Komşularımızla sürekli kavga etmek, bölgesel savaşların içinde çırpınmak. O da yetmez, ABD’yle dostluğu korumak için ta Korelere asker de göndereceksiniz. Bütün bunlara direnen vatanseverlerinizi hapse atacaksınız… Yaz yaz bitmez. Özeti Atlantik sistemi içinde onlarla beraber boğulacaksınız.
Şu kadarını söyleyelim, yukardakiler bir gelecek kurgusu değil. Son 75 yıldır hepsini ve çok daha fazlasını yaşadık.
ABD huyundan geçti mi? Var mı bunu iddia edebilecek bir aklı evvel?
Peki o halde nasıl dost olacağız? İşte bak Libya’da birlikte hareket ediyormuşuz. Öyle değil neyse ki. Buna davrananlar var, ama işi ilerletirlerse sonu hüsran olur. Öyle bir kazık yeriz ki, çıkarması çok zordur.
ATATÜRK EKSENDE MİYDİ?
Yaşanan bunca tecrübeye rağmen “ABD’yle dostluk” siyasetini açıktan ya da utangaç savunanların bir de sorusu var. “Ne yani Rusya-Çin eksenine mi girelim?”
İlla bir eksene girecekler. Atatürk Sovyetler Birliği’yle dostluk politikası yürütürken “Rusya eksenine” mi girmiş oluyordu?
Türkiye’nin menfaatini ölçüyor, siyasal ve ekonomik hiyerarşinin en tepesindeki soruna bu temelde yanıt veriyordu. Yerimizi Atlantik’te değil Avrasya’da tanımlıyordu.
Hiyerarşinin en tepesi, çünkü aynı zamanda içinde bulunduğunuz sistemi belirler. Emperyalist sisteme dahil olup paryalık mı yapacaksınız? Yoksa Avrasya’daki doğal yerinizi alıp, bağımsız ve özgür mü yaşayacaksınız?
Her şey, içtiğiniz suyun temizliği bile buna göre şekillenir.
İYİ Kİ ÇİN DEVRİMİNİ YAPTI
O Atatürk zamanıydı, şimdi çok farklı şartlar var deniyor. Hayır, devletler arasındaki ilişkileri belirleyen kurallar yüz yıl önce neyse bugün de aynı.
Daha önemlisi saflaşma aynı. İngiltere’nin yerini ABD’nin alması sonucu değiştirmiyor. Çin’in devrimini yapıp, güçlü biçimde safa girmesi ise bir kazanım. Keza Hindistan’ın, Vietnam’ın… Güney Amerika’da Bolivarcılığın güç kazanması da öyle. Bakın dünyanın bir ucundaki devrimci Venezuela’yla aramızdan su sızmıyor. Libya’ya saldırı bir kesinti yarattı ama Kuzey Afrika da ayağa kalkıyor. Elbette Atlantik sistemine karşı.
Bütün bu ülkelerle kendi menfaatlerimize uygun ve elbette ABD’ninkine aykırı ilişkiler kurmanın neresi kötü.
Avrasya zemininde dostluğu, bir ülkenin eksenine girmek diye tanımlamak aslında bir güven sorunu değil. Özgüvensizlik sorunu. 75 yıllık “Küçük Amerika” sürecinin yarattığı özgüvensizlik.
ZİHİN İSTİLASI
En temelde zihinleri istila ettiler. “Oturun oturduğunuz yerde, biz olmadan hiçbir şey beceremezsiniz” dediler. Ekonomimize, eğitimimize, sağlığımıza, dış politikamıza yerleştiler. Devrim en başta bu zihin istilasından kurtulmakla oluyor.
Bakın mesela; İtalya’da 200 bin vaka 30 bin ölüm, bizde yine 200 bin vaka ama 5 bin ölüm.
O “Gelişmiş” İtalya’yla “Gelişmekte olan” Türkiye arasındaki en önemli fark şu: Biz SüperNATO’dan, yani Gladyo’dan kurtulduk. Onlarsa hâlâ bu hesaplaşmayı yapamadılar. GSMH’ları bizden fazla olabilir, tasarımda sayılı ülkeler arasında olabilirler. Ama devletleri iki başlı. Başın biri, ABD’ye bakıyor.
15 Temmuz’da Gladyoyu, ABD’nin Türk devleti içine yerleştirdiği silahlı gücü ezmek her işin başıydı. Hiç tuhaf gelmesin, Sağlık Bakanlığı’na yerleşmiş yabancı ilaç tekellerinin de, zihinlerdeki işgalin de koruyucusu da o silahlı güçtü.
Devletimizi kanserden temizliyoruz ve her şey daha iyi gidiyor.
Daha da iyi gidecek.