Metroya binmek

Sosyal medyada bir video kırıntısı. Cumhuriyet Bayramı kutlamasından dönen bir grup yurttaş, bindikleri metroda coşkularını sürdürüyor. Birkaç saniyelik bir video parçasında tarikat mensubu bir gencin bu kalabalığın arasında yalnız başına ayakta durduğunu gösteriyor. Videonun ne önü var ne sonu. Birkaç saniyelik bir hayat akışı manzarası. Sosyal medyada yaşam tarzı farklarını kaşımak ve linç algısı yaratmaya dönük bir güdümlenmiş bir sunuş eşliğinde dolaşıma sokuluyor. Toplumsal yarılmayı kolaylaştırmak ve videoda bir “olay” olduğu algısını yaratmak üzere binlerce sahte hesap devreye giriyor. Yaratılan mizansen uyarınca, tarikat kıyafetli gence küfredenlerle, o gence karşı linç yapıldığını iddia edenler, bir kışkırtma kardeşliği kuruyorlar. Çok sayıda zavallı yurttaş bu organize kışkırtmanın ağlarına takılıyor.

Argoda dolduruşa gelmek anlamında “dolmuşa binmek” diye bir tabir vardır. Değişen ve gelişen teknoloji sayesinde artık dolmuşun yerini metro aldı. Sosyal medya, dolmuşa oranla çok daha fazla insanı aynı anda sersemletebildiği ve bunu dolmuşa göre çok daha hızlı yapabildiği için, artık metroya biniliyor. Videoda seyahat etmek amacıyla metroya binmiş olanlar değil ama sosyal medyada kışkırtmaya alet olanlar, iç cepheye yönelik operasyon metrosuna binmiş oluyorlar.

Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu büyük kırılma sürecini okuyamazsak, bu tür kışkırtma çabalarının “savaşın” bir parçası olduğunu da anlayamayız. ABD, Suriye’nin kuzeyinde Türk ordusunun müdahalesi karşısında yıllardır beslediği adamlarını alıp geri çekilmek zorunda kaldı. Dış cephe düzleminde bu yenilgiye cevap olarak Amerikan Temsilciler Meclisi, Türklerin Ermeni soykırımı yaptığını hatırladı. Şu aralar ambargoyu tartışıyorlar. Ancak Türk-Amerikan savaşının bir de iç cephesi var.

Türkiye 1952’de Sovyetler Birliği karşısındaki güvenlik kaygıları gerekçesiyle, batı sistemine dâhil oldu ve NATO’ya girdi. Maalesef Türk siyasal seçkinlerinin bir kısmı ve Türk toplumu, arkada kalan on yıllarda Türkiye’nin NATO’ya girişinin, NATO’nun da Türkiye’ye girişi anlamına geldiğini iyi anlayamadı. Batı emperyalist sistemine “üyelik”, bir insanın bir derneğe üye olması gibi değildir. Sistem, ülkenin bir daha sistemden çıkmaması için tedbirler alır, o ülkenin ordusundan bürokrasisine, sendikalarından basınına kadar her yere nüfuz eder. Bu nedenle NATO üyesi ülkelerin hepsinde gerçekte iç içe geçmiş ve zaman zaman birbirleriyle mücadele eden iki ülke vardır: milli çıkarların ülkesi ile ABD’nin çıkarlarını kendi milli çıkarları olarak tanımlayan ülke. Bu nedenle Türkiye bugün sadece dış cephede ABD’nin yarattığı milli güvenlik tehditleriyle mücadele etmiyor. Aynı zamanda 1952’den bu yana içimizde örgütlenmiş Amerika ile de mücadele ediyor. Bu örgütlenmenin iç siyasetimizde yol açtığı somut görünümlerin neler olduğu meselesi küçümsenmemelidir. Vatan savaşının, somut olarak ne anlama geldiği üzerinde düşünmezsek, onu siyasi bir “söylem”den ibaret sayarsak, iç cephedeki saflaşmalar konusunda berraklaşamaz ve sosyolojik mahalle yakınlıkları, yaşam tarzları vb. liberal beklentiler üzerinden cephe tanımlamaları yapmaya devam ederiz. Bu da bizi “metroya binmeye” hazır hale getirir!

Bugün “Türkiye’deki Amerika”, en örgütlü ve en militan maşası olan FETÖ’yü kaybetti. Bülent Arınç ne kadar ağlarsa ağlasın, FETÖ’nün eski itibar ve gücüne erişerek, devlet içinde yeniden operasyonel bir aygıt olarak faaliyet göstermesi artık mümkün olmayacak. PKK ve onun yasal uzantılarının da etrafındaki halka daralıyor. Ancak bu “Türkiye’deki Amerika”nın umutlarını tükettiği anlamına gelmiyor.

Her şeyden önce batı işbirlikçiliği ortak paydasında bir iktidar matematiği kurmak, bu amaçla antiemperyalist özünden kopartılmış bir “light” yaşam tarzı Atatürkçülüğü pompalamak, bir taraftan FETÖ ve PKK’nın moralini diri tutar ve

Türkiye üzerindeki dış baskıyı ağırlaştırırken, diğer taraftan iç cephede toplumu olabilecek bütün fay hatlarından kışkırtarak metroda seyahate çıkarmak amaçlanıyor.
“Türkiye’deki Amerika”nın yukarıda saydığımız taktikleri, bütün şartlar sabit kaldığı takdirde, işe yarayabilirdi. Ama batı sisteminin Türkiye’ye bölünme dayatmak dışında bir çaresi kalmayınca, şartlar da sabit kalamıyor.