Sorumluluk alınmalı!

Türkiye’de yapısal sorunların özgül ağırlığı giderek artıyor. Ülkenin birlik ve bütünlüğü için dayanışma ve işbirliği ortamına ihtiyaç duyuluyor. Bu alandaki en büyük engelin kısa süre önce sona eren seçim süreci olduğu görülüyor.

İTTİFAKI BİZATİHİ TEKLİF EDENLER ZORLAŞTIRIYOR...
Ne yazık ki seçim kampanyaları boyunca kullanılan kutuplaştırıcı ve ötekileştirici dil ön yargıların oluşmasına neden oldu. Ayrıca, özellikle İstanbul’da seçim sonucuna yapılan itiraz, doğal bir uzlaşma ortamı oluşmasına set çekti. Kılıçdaroğlu’na yapılan linç girişimi de bir ittifak ihtimalini azaltıyor. İktidarın bu süreci iyi yönetemediğini kabul etmeliyiz. Ayrıca Devlet Bahçeli’nin Türkiye İttifakı’na karşı çıkması bu yöndeki umutları iyice azaltıyor. Bahçeli’nin net bir tavır sergilemesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın manevra alanını daralttı. Her şeye rağmen yabancı ülkelerin sinsi planları göz önüne alındığında, bütün bu engellerin aşılması gerekiyor. Türkiye için duygularımızı bir kenara bırakarak akıl ve mantık ile hareket etmeliyiz. Bunun için siyasi partilerin asgari müştereklerde birleşmesi zorunluluk arz ediyor. Bir masa etrafında toplanmak belki de güzel bir başlangıç olabilir. Aksi takdirde akşam alacakaranlığında olduğu gibi kısa süre sonra hep birlikte güneşin ufkun altına inişine tanık olacağız.

TÜRK MİLLETİ SEÇENEK ARIYOR
Halkımız ülkedeki köklü sorunların, “idare-i maslahatçı, ne şiş yansın ne kebap” yönündeki saman alevi politikalarla çözülemeyeceğini anlamaya başladı. Halk bir seçenek arıyor. Sorunlar “iyi-kötü idare” boyutunu çoktan aştı. Ülkenin hayati çıkarlarını hedef alıyor. Halkımız AB-D çizgisinde fütursuzca yayınlar yapan merkez medyayı ibret ve üzüntüyle izliyor. Her şeyin farkında olan Türk milleti, tarihsel sezgi ve yurtseverlik duyguları ile kurulan tuzağı görüyor. Türkiye’nin çıkarları ve halkımızın gönenç (refah) ve mutluluğu için mücadele eden partiler görmek istiyor. Batı ülkelerinin stratejik ve ekonomik menfaatlerini gözeterek ya da en azından dengeleyerek faaliyet gösteren siyasi partilerden kurtulmaya çalışıyor. Halkımız tepeden tırnağa milli, geçmişi tertemiz, hiçbir ülke ya da ittifaka diyet borcu olmayan siyasi yapılarla buluşmak istiyor. Ülkedeki oligarşik kesimlerle göbek bağı olan kişi ve kurumlar istenmiyor.

CUMHURİYET İLE KAVGA AB-D’YE HİZMET EDER
Eski bir milletvekilinin çok satan bir gazeteye verdiği mülakat bir döneme ışık tutuyor. Türkiye’deki dönüşüm rüzgârlarının nasıl şiddetlendiğini gösteriyor. Kuruluş ilkelerine fütursuzca saldırının izlerini görüyoruz. Mülakattan kısa bir kesit sunalım: “Şöyle bir anlayış var: Cumhuriyet o kadar iyidir ki biz Cumhuriyet’in ilk döneminde yapılanlara sahip çıkarsak bütün problemleri hallederiz. Çözümü kadimde arıyoruz. Oysa çözüm kadimde değil, gelecektedir. Onlar duruyor. Cumhuriyet, laiklik, Atatürkçülük, devrimler... Ama bunlarla yetinemezsiniz. Bunların üstüne ne koyacaksanız, ona bakmak lazım. O değerleri yeni bir okuyuşa tabi tutmak gerekir. Laiklik yeni bir okuyuşa tabi tutulmalı! Dışlayıcı ve tek tipçi bir milliyetçilikten kurtulmak gerekir. Egemenlik ve bağımsızlık anlayışı da değişti. Ulusalcıdan solcu, solcudan ulusalcı olmaz! Çünkü işin tabiatı böyledir ve bu çok açıktır. Evet, ikisinin fıtratı farklıdır. Bir yerde oy kaybedersiniz, başka bir yerde çok daha fazla oy kazanırsınız. Parti yeni kimliğine kavuştuktan sonra bu kimliğe uyum sağlamayanlar gidiyorsa, ne yapalım?”

YENİDEN KUVAYI MİLLİYE RUHU
Cumhuriyet ile kavga ederek bir çıkış yolu bulamayız. Kuruluş ilkeleri ve Cumhuriyet bizi bir araya getiren yapı taşları olmalıdır. Ayrıca bu ilkeler etrafında toplanabilirsek, çözüm yolları bulmak çok daha kolay olur. Çünkü sorunlar, ancak Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Kuvayı Milliye ruhu ile aşılabilir. Bu ruha sahip çıkabilirsek toplumu harekete geçirebilecek bütün dinamikleri kontrol edebiliriz. Cumhuriyette buluşarak ön yargıları da kolaylıkla aşabiliriz. Köylüyü, bir anlamda tarım ve hayvancılığı yeniden milletin efendisi yaparak, en azından ülkedeki beslenme sorunlarını çözebiliriz. Ekonomik sorunların üstüne, sağlanan toplumsal mutabakat ile daha güçlü bir şekilde gidebiliriz. Üretim devrimini toplumsal bir gerçeklik ve ihtiyaç olarak kabul ederek bu yönde ciddi adımlar atabiliriz. Kooperatifçilik yeniden üreticilere soluk aldıran yeni bir kurumsal yapıya kavuşturulabilir. Kenetlenen ve birleşen Türkiye, milli güç unsurlarını yeniden organize ederek kendisine yönelik risk ve tehditleri kolaylıkla bertaraf edebilir. Ağır yapısal sorunlara rağmen Türkiye bu büyük fırsatı kaçırmamalı!