Toplumsal kalkınmada eğitim önceliği
Bir ülkede eğitimin, üretimin, hizmetlerin, güvenliğin başarılı olabilmesi, bağımsız, halkçı, kamucu bir planlamayı ve alanlarında iyi yetişmiş meslek insanlarını gerekli kılar. Türkiye’de akademik, bilimsel anlamda meslek mensuplarını yetiştiren okullarının açılışının dikkate değer ölçüde olgunlaşmış bir geçmişi, birikimi vardır.
Mühendishane 1795’te, Tıbbiye 1825’te, Harbiye 1834’te açılmıştır. Geleneksel yöntemlerle eğitim veriler medreselerin ve sıbyan mekteplerinin yanında 1838’den itibaren Rüştiyeler (ilkokullar) açılmaya başlanmıştır (1).
Çağdaş bir bando olmakla birlikte aynı zamanda müzik sanatı için akademik bir eğitim kurumu niteliğindeki Müzika-i Hümayûn da 1826’da kuruldu.
Bugün (16 Mart günü) ülkemizin öğretmen yetiştiren ilk kurumu olan Darülmuallimin’in 172. Kuruluş yıldönümünü kutlayacağız. Darülmuallimin, Rüştiyelere öğretmen yetiştirmek amacıyla 16 Mart 1848 tarihinde açıldı. 1870’te de Kız Öğretmen Okulu Darülmuallimat açıldı. Rüştiyelerin yanında ana okulları, idadiler, yüksek okullar ve askerî okullar için de eğitimci yetiştirilmesi gündeme geldi.
II. Abdülhamit’in istibdat döneminde eğitim alanındaki gelişmede görülen duraksama, 1908 Devrimi’nden sonra yerini yeni bir canlanmaya bıraktı. Muallim Mektebi programlarının geliştirilmesi, öğretim yöntemleri ve eğitim derslerinin okutulması, uygulama okulları açılması, bu canlanmanın örnekleriydi. İstanbul dışında Ankara, Konya, Diyarbakır ve Üsküp’te öğretmen okulları açılması kararlaştırıldı.
CUMHURİYETİN EĞİTİM DEVRİMİ VE KÖY ENSTİTÜLERİ
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Hâkimiyet-i Milliye’nin 25 Eylül 1924 tarihli baskısında da yer alan Samsun öğretmenleriyle konuşmasında “Eğitimdir ki, bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüce bir millet halinde yaşatır; ya da bir milleti esirlik ve yoksulluğa düşürür...” diyordu (2). Kurtuluş Savaşı’nın ateşi içinde öğretmen kurultayları topladı; eğitiminin ve öğretmenlerin ülkenin geleceği açısından önemini vurguladı. 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Yasası’yla eğitim ve öğretim birliği sağlandı, öğretmenlik mesleği laikleştirildi (3).
Atatürk’ün öncü, devrimci kişiliğinin ve cumhuriyet devrimimizin yarattığı iklimde görev alan bakanlar, yöneticiler, öğretmen yetiştirme sistemi alanında çok önemli adımlar attılar. Cumhuriyet yılları boyunca ilköğretmen okulları, orta öğretmen okulları, yüksek öğretmen okulları, köy öğretmen okulları, eğitim enstitüleri, eğitim yüksek okulları, Musıkî Muallim Mektebi gibi kurumlar açıldı. Özellikle ilköğretmen okulları ve eğitim enstitüleri yurt düzeyinde yaygınlaştırıldı. Bu süreçte Hasan Âli Yücel’in Millî Eğitim Bakanlığı; İsmail Hakkı Tonguç’un İlköğretim Genel Müdürlüğü döneminde 17 Nisan 1940’ta açılan KÖY ENSTİTÜLERİ, yakın dönem Türk eğitim tarihinde unutulmaz izler bırakan; cumhuriyet devriminin eğitim hedeflerini yaşama geçirmede en başarılı olan ve dünyada örnek gösterilen özgün eğitim kurumlarıydı. 1940’lı yıllarda Köy Enstitülerinde yaygın olarak söylenen, sözleri Behçet Kemal Çağlar’a, müziği Ahmet Adnan Saygun’a ait olan ZİRAAT MARŞI şu dizelerle başlıyordu:
“Sürer, eker, biçeriz, güvenip ötesine
Milletin her kazancı, milletin kesesine,
Toplandık baş çiftçinin Atatürk’ün sesine,
Toprakla savaş için ziraat cephesine.
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz,
Biz yurdun öz sahibi, efendisi köylüyüz.”(...).
CUMHURİYET EĞİTİMİNİ AŞINDIRMA GİRİŞİMLERİ
Cumhuriyet devriminin eğitim alanındaki atılımlarına yönelik gerici müdahaleler, en çok öğretmen yetiştirme sistemi alanında yaşandı. 27 Ocak 1954 tarihinde kabul edilen 6234 sayılı yasa ile Köy Enstitüleri İlköğretmen Okullarıyla birleştirildi. (Daha doğrusu, enstitüler kapatıldı.) Sonraki yıllarda, özellikle 1980 sonrası YÖK dönemiyle birlikte öğretmen lisesine dönüştürülmüş olan ilköğretmen okulları, eğitim enstitüleri, yüksek öğretmen okulları kapatıldı. Öğretmen yetiştirme sistemi YÖK’e bağlı olarak eğitim fakültelerine devredildi. Eğitim fakültelerinin yurt düzeyindeki sayısı ve açtığı kontenjanlar plansız bir biçimde sürekli artış gösterdi. 1980’li yıllarda öğretmen açığı gerekçe gösterilerek yüksek okul bitiren herkese öğretmen olarak atanma hakk tanındı. Bir ara dönemin YÖK Başkanı, (önerisi uygulanama bile) üniversitelerden atılanların da öğretmen olabilmesini önerebildi. MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığınca yayımlanan “Öğretmen olarak atanabilecek fakülteler” listesine (yeterliliği tartışılır formasyon eğitimi veya tezsiz yüksek lisans yapmış olma koşuluyla) sürekli eklemeler yapıldı. Eğitim fakülteleri öğretmenlik kaynağı yönünden adeta son seçenek durumunda kaldı. Atanamayan öğretmenlerin sayısı yüzbinleri katladı. Atanamadığı için intihar eden genç öğretmenlerin dramı yürek yaktı. Öğretmen olmak için yıllarca emek veren, düş kuran gençlerimizin küçük bir bölümü atanabilirken yine sınırlı bir bölümü mesleğiyle ilgisi olmayan alanlarda iş bulabilirken çok önemli bir bölümü de umutsuzluk içinde atanmaktan ümidini kesti, meslekte geçirebileceği ülkesine, halkına hizmet edebileceği yılları geride bıraktı.
Eğitim İş Sendikası’nca hazırlanan bir rapora göre mesleğine kavuşturulmayan öğretmen sayısı, yarım milyona dayanmış, 2019’da ataması yapılmayan dokuz öğretmen intihar etmiştir. (4)
Millî Eğitim Bakanı Prof. Dr. Zya Selçuk, 2020 bütçe görüşmelerinde yaptığı konuşmada konuyla ilgili şu bilgileri vermiştir: “Formasyon alan ve ‘ben de öğretmen adayıyım’ diyen 600 bin dolayında genç var. Bu sene YÖK Başkanı ile eğitim fakültelerinin kontenjanlarını yüzde 10 azaltmakla ilgili bir çalışmamız var ve bunu her sene yapacağız. Ayrıca pedagojik formasyon kursunu kaldırdık. Üniversiteler, yüz binlerce gencimize ‘formasyon alırsanız öğretmen olursunuz’ şeklinde imalı bir bakış açısıyla bir sunumda bulundu. Biz şunu söyledik, dedik ki; ‘Siz öğretmenlik sınavını kazanın, biz size ücretsiz olarak pedagojik formasyonu verececeğiz’. Yani kaideyi değiştirdik. Eğitim fakültelerinin kontenjanlarını azaltarak azaltmak. Formasyonu azaltarak kaldırmak. Bunun başka tedbirleri de var.” (5).
UYGULAMA BİRİKİMİN ÜZERİNE KURULMALIDIR
Sayın Bakan’ın açıkladığı önlemler yerindedir ancak yetersizdir. Öncelikle ülkenin gerçek öğretmen açığı nesnel biçimde saptanmalı, toplumsal kalkınmada eğitim önceliği de dikkate alınarak ülke bütçesinin, kaynaklarının daha dengeli bir dağılımı sağlanmalı, atama bekleyen genç eğitimcilerimizin mağduriyetleri giderilmelidir. Atanmalarda somut bazı örneklerle nesnelliği tartışılır duruma gelmiş gereksiz bir uygulama olan mülakat sınavları kaldırılmalıdır. Bu uygulamanın devamında demokratik bir katılımla halkçı, kamucu, bağımsızlıkçı bir eğitim yaklaşımıyla eğitim fakültelerinin, kontenjanların, öğretim programlarının, ders içeriklerinin,mezunları öğretmen olarak atanacak yüksek öğretim kurumlarının durumu yeniden düzenlenmelidir.
Öğretmenlerin lisans, lisansüstü ve hatta doktora düzeyinde eğitim alması yerindedir, gereklidir. Ancak Türkiye’nin 19. yüzyılın birinci yarısından itibaren bugüne değin yaratmış olduğu akademik öğretmen yetiştirme deneyimlerini yadsımadan, reddetmeden, bütünüyle ortadan kaldırmadan; yaratılan birikimlerin, ilkelerin üzerine kurulmalıdır lisans ve üzerindeki eğitim.
Ülkemizde öğretmen yetiştiren ilk kurum olan Darülmuallim’in 172. kuruluş yılı kutlu olsun.
(1) Hasan-Âli Yücel, Türkiye’de Ortaöğretim, T.C. Kültür Bakanlığı Yy. Ankara 1994.
(2) https://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/samsun-ogretmenleriyle-konusma
(Erişim:13.03.2020).
(3) Dr. Niyazi Altunya, Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme Deneyimi (1848-2008),İstanbul 2008.
(4) https://www.egitimis.org.tr/guncel/sendika-haberleri/2019-2020-egitim-ogretim-yili-yariyil-degerlendirme-raporu-3262/ (Erişim: 13.03.2020)
(5) https://www.hurriyet.com.tr/egitim/mebin-2020-butcesi-kabul-edildi-41375704 (Erişim:13.03.2020).