Türkiye İsrail’e mecbur mu?

Libya’daki gelişmelerle paralel olarak Doğu Akdeniz tekrar gündemin merkezine oturdu.

Türkiye’nin karşısında Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve İtalya üzerinden Avrupa Birliği, İsrail, Mısır, Körfez ülkeleri ve perdenin arkasında ABD’nin oluşturduğu geniş bir cephe var.

Türkiye’nin şansı karşısındaki geniş cephenin yekpare bir bütün oluşturmaması ve aralarındaki çatlakların, özellikle Türkiye destekli kuvvetlerin Libya’da kazandığı başarı sonrası derinleşmesidir.

Karşımızdaki cephe, bölgedeki çelişkileri ve dengeleri gözeten diplomatik adımların atılması halinde parçalanacaktır.

Fakat Türkiye’de bu hassas durum yok sayılarak, uzun yıllardan bu yana bölge devletleri ve milletleriyle savaş pozisyonunda olan, ABD’nin yakın müttefiki İsrail’le iş birliği fikrinin ısrarlı bir biçimde savunulması dikkat çekicidir.

Bu doğrultuda, “devletlerin sürekli dost ve düşmanlıkları yoktur, çıkarları vardır” mottosundan hareketle gerekçelendirilen İsrail’le iş birliği fikrinin içeriğini ve sonuçlarını incelemekte yarar var.

İSRAİL’İN DİPLOMATİK ATAĞI

Bu incelemeye geçmeden evvel İsrail’le anlaşma yönünde Türkiye’de oluşturulan havaya, rüzgârın nerelerden estirildiğine son 1 aydan bu yana yaşanan gelişmeler ışığında bakalım;

1. İsrail, mayıs ayının başında EASTMED’e dahil olan ülkelerin Türkiye karşıtı açıklamalarına imza atmaktan imtina etti.

2. İsrail Devleti’ne ait twitter hesabından 7 Mayıs tarihinde yapılan, “Türkiye’yle diplomatik ilişkilerimizle gurur duyuyoruz. İleride bu bağlarımızı daha da güçlendirmeyi umuyoruz” paylaşımıyla beraber Tel Aviv’le ilişkileri normalleştirme kampanyasının işaret fişeği atıldı.

3. Bu paylaşımın ardından, Türk basınında yoğun bir biçimde İsrail’le iş birliği fikri işlenmeye başlandı.

4. İsrail Dışişleri eski Bakan Yardımcısı Alon Liel, 15 Mayıs’ta Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği röportajda, İsrail’de kurulacak yeni hükümetin Türkiye’yle anlaşmaya sıcak olduğu mesajını verdi. Röportajda geçen “Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelmesi bilhassa Kahire’de olumsuz etki yaratacaktır” ifadeleriyle Mısır’ı oyun bozucu kuvvet olarak işaret etti.

5. İsrail’in Ankara Büyükelçiliği müsteşarı Roey Gilad, Türkiye’de yayın yapan Halimiz adlı internet sitesinde kaleme aldığı 21 Mayıs tarihli makalede, Türkiye ve İsrail’in, Koronavirüs salgınına ve Suriye’de İran destekli güçlere karşı iş birliği yapabileceği yönünde ifadeler kullandı.

6. İsrailli müsteşarın makalesiyle eş zamanlı olarak Jerusalem Post Gazetesi’nde, İsrail Ordu kaynaklarına dayandırılan haberde, “İsrail ordusu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin İdlib’de Hizbullah’a bağlı Radwan Tugayı’na karşı mücadelesini izledi ve Türk askerlerin yöntemlerinden çok şey öğrendi” ifadeleri kullanıldı.

7. İsrail menşeli El Al Havayolları’na ait bir kargo uçağı, 24 Mayıs’ta tam 13 yıl sonra yeniden Türkiye’ye iniş yaptı. İnen kargo uçağının ABD’ye gönderilmek üzere tıbbi malzeme taşıdığı bilgisi paylaşıldı.

Yukarıda sıraladığımız hamleleri bir arada değerlendirdiğimizde, İsrail’in Türkiye’ye yönelik büyük bir siyasi manevraya giriştiği sonucuna varıyoruz.

ATLANTİK KIYILARINA GERİ DÖNMEK

Türkiye’de bu gelişmeleri coşkuyla karşılayanlar ve “devletin çıkarları gereği İsrail’le iş birliğinin zamanı geldi” söylemini ön plana çıkartanlar oldu.

Elbette Türkiye’nin 360 derece açık bir diplomasi izleyerek çıkarlarını korumasında ve ideolojik veya başka yöndeki ısrarlara takılıp kalmamasında yarar vardır. Bu doğrultuda eğer Ankara’nın çıkarına ise İsrail’de dahil olmak üzere bütün devletlerle görüşülebilir ve anlaşılabilir.

Fakat İsrail’in bölgedeki hassas pozisyonu göz önünde bulundurulduğunda, Tel Aviv yönetimiyle Doğu Akdeniz üzerinden yapılacak iş birliğinin etkilerinin bölge sınırlarını aşması ve Türkiye’nin diğer ülkelerle ilişkisini olumsuz yönde etkilemesi muhtemeldir.

Bu noktada, İsrail’le müttefiklik ilişkisi kurulması halinde kazanç ve kayıpları sıralamakta yarar var. Kazançlarla başlayalım;

1. Türkiye, İsrail’le anlaşması halinde Doğu Akdeniz’de Libya’dan sonra bir başka ülkeyle daha deniz sınırı anlaşması yapmış olacak ve bu suretle Yunanistan ve GKRY’nin hareket alanını iyiden iyiye sınırlandıracaktır.

2. Tel Aviv’le iyi ilişkiler, ABD ve Avrupa’daki geniş Musevi lobisi sayesinde Ankara’nın, Atlantik ve finans çevreleriyle ilişkilerini düzeltmesini kolaylaştıracaktır.

3. Tel Aviv’le normalleşme, İsrail’le iyi ilişkilere sahip Körfez Emirlikleri’yle normalleşmenin kapılarını açacak Türkiye’ye sıcak para girişi ihtimali doğacaktır.

DEVLETİN ÇIKARI İSRAİL’LE İŞ BİRLİĞİNİ Mİ GEREKTİRİYOR?

Tel Aviv’le anlaşmanın getireceği kayıplarla devam edelim;

1. Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin, Cezayir, Tunus, Irak ve Mısır başta olmak Arap devletleriyle zaten kötü olan ilişkiler daha da gerilecektir.

2. İsrail’le iş birliği halinde Cezayir ve Tunus’un Ankara’dan uzaklaşma eğilimi göstermesi muhtemeldir. Böylesi bir gelişmenin yaşanması halinde deniz aşırı bir savaş sürdürdüğümüz Libya’daki durum aleyhimize dönecektir.

3. Arap halklarında her şeye rağmen olumlu olan Türkiye imajı bozulacak, kültürel, ekonomik ve siyasi etkinlik zayıflayacaktır.

4. İsrail’le anlaşma, Tel Aviv’in Tahran’a yönelik saldırgan tutumu göz önünde bulundurulduğunda, komşumuz ve ticari partnerimiz İran’la ilişkilerimizi olumsuz bir biçimde etkileyecektir.

5. İsrail’le anlaşma nedeniyle İran’la ilişkilerin bozulması Suriye’de olumlu bir biçimde devam eden sürecinde bozulması anlamına gelecektir.

6. Bir yandan İsrail’le anlaşıp diğer yandan Suriye ve Irak’ın kuzeyinde “İkinci İsrail” olarak adlandırılan bölücü faaliyetlere karşı mücadele etmek Ankara’yı siyasi bir tutarsızlığa ve açmaza itecektir.

Özetle, İsrail’le Doğu Akdeniz konusunda iş birliğinin sadece Doğu Akdeniz’le sınırlı kalmayacağı ve İsrail’le değil aynı zamanda Atlantik bloğuyla anlaşma anlamına geleceğini ve bu durumun Türkiye’nin Avrasya’da yeni yeni bulmakta olduğu yerini tartışmalı hale getireceğini söylemek yanlış olmayacaktır.

AYNI TUZAĞA DÜŞMEYELİM

İsrail’le deniz sınırları konusunu görüşmek ve İsrail’le ilişkileri normalleştirmek arasında ince kırmızı bir çizgi bulunuyor.

İsrail’le deniz sınırları konusunu görüşmek Türkiye’nin doğal bir hakkıdır ve gerektiği zaman görüşülmelidir.

İsrail’le iş birliği ise son birkaç yıldan bu yana girilen Avrasyacı rotadan çıkılması ve adeta “reset” düğmesine basılmışçasına II. Dünya Savaşı’ndan bu yana süren Atlantikçi çizgiye dönmek anlamına gelmektedir.

Ankara’nın böylesine bir geri dönüş içine girmesinin etkilerinin sadece dış politikayla sınırlı kalması mümkün değildir. Atlantik’e dönüş anlamına gelecek Ankara-Tel Aviv iş birliği, bugün İsrail’le anlaşmayı “devletin çıkarları” adına savunan bazı kesimlerin dahi siyasi olarak tırpanlamasına neden olacaktır.

İsrail’le ilgili siyaset geliştirirken 12 Mart, 12 Eylül, Ergenekon, Balyoz ve benzer gerici operasyonların uygulanmasında İsrail’in de en az ABD kadar rolü olduğunu unutmamakta yarar vardır. Aksi halde ödenecek bedelin, daha önce maruz kaldığımız ABD-İsrail yapımı operasyonlardan daha ağır olması muhtemeldir.

Bir adım geriye gidip tabloya baktığımızda, Türkiye ve İsrail arasında yakınlaşma rüzgârının, Filistin’in ilhakı ve Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesini içeren “Yüzyılın Anlaşması” projesiyle eş zamanlı olarak estirildiğini göreceğiz. Bu projenin diğer ayağını ise Körfez ülkeleri üzerinden İsrail’in Arap halklarına dost olarak pazarlanması oluşturmaktadır.

Ülke olarak üzerimizdeki Atlantik menşeli ölü toprağını atmaya çabaladığımız şu günlerde tekrardan aynı mezarlıkta dolaşmak anlamsızdır.

Türkiye, hiçbir ülkeye mecbur olmadığı gibi aynı zamanda yeni seçenekler yaratabilme güç ve kudretine sahip bir devlettir.

Bitirmeden evvel Amerikan rejiminin faşist uygulamalarına karşı direnen Amerikan halkına selam ve desteklerimizi iletelim…