20 Mayıs 2024 Pazartesi
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

24 Eylül Medyanın Halleri

İşte günün öne çıkanları...

24 Eylül Medyanın Halleri

ATATÜRK’ÜN İSRAİL’E ATTIĞI KAFA GOLÜ

Salih Tuna - Sabah

Türk Tarih Kurumu'nun eski Başkanı Prof. Halaçoğlu, "1915'te Çanakkale Savaşı var, futbol oynayacak zaman değil" dedikten sonra İsrail Futbol Federasyonu hakkında "Hayal güçleri iyi ama tarih bilgileri çok kötü..." yorumunu yapmış.

Mevzunun "tarih bilgisiyle" alakası yok. Siyonizm'i şirin gösterme algısına mütevazı katkı yapmaya çalışmışlar, hepsi bu.

Ayrıca, mezkûr haber de yeni değil, bir 10 yıl önce de gazetelerde yer almıştı. Hatta o tarihlerde Prof. Mustafa Balcıoğlu golü atanın Mustafa Kemal olduğunu ama onun bizim bildiğimiz Atatürk olmadığını söylemişti. (Meğer Yemen'de görevli Mustafa Kemal adında bir başka subay varmış. Üstelik o da Selanikliymiş. Atatürk'ten bir dönem sonra mezun olan bu subayla karıştırılmış.)

Nereden okudum şu an aklımda değil ama Atatürk futboldan da pek hazzetmezmiş. Fenerbahçeli, Galatasaraylı, Beşiktaşlı demelerine bakmayın, maçlarıyla ilgilenmezmiş. Ben de bir itirafta bulunayım: Haberde "kafa golü" diye bir ayrıntı yok, daha havalı olsun diye ben uydurdum. Cevat Rıfat Atilhan'ın "Suzi Liberman'ın Hatıraları" kitabını, "Atatürk'ün yasaklanan kitabı" diye gündüz gözüyle yutturmaya çalışıyorlar, kafa golü demişim çok mu? Hem "İstikbal göklerdedir Netekim."

PKK’YA İHA VE DRONE EĞİTİMİ VEREN KİM?

Yusuf Alabarda - Akşam

Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada "Patlama esnasında, KYB'ye bağlı 'Terörle Mücadele Grubu' mensuplarının PKK/YPG'li teröristlerle birlikte talim yapmakta oldukları anlaşılmaktadır." dedi.

Açık kaynaktaki birçok haber kanalı ise binanın gelişmiş İHA üretim binası haline getirildiğini ve son günlerde yoğun bir şekilde KYB teknik ekipleri tarafından PKK'ya İHA/Drone kullanma konusunda ileri seviye eğitim verildiği belirtiliyor.

Evet yanılmadınız, PKK/YPG kelimelerin arasına zekice demokratik ifadesi koyan akıl tarafından artık ileri düzeyde SİHA kullanımı eğitimi veriliyor.

Ama ne yaparsanız yapın ayağınıza dolaşıyor, maskeleriniz düşüyor suratınız, takkeniz düşüyor keliniz gözüküyor, mızrak çuvala sığmamakla kalmıyor bedeninize saplanıyor ve hâlâ anlamak istemiyorsunuz.

İnsan merak etmeden duramıyor, bu ve benzeri havalimanlarından kaç DEAŞ'lı terörist nakledilmiştir. Koca Cumhurbaşkanı bu riyakarlıklarınızdan ve ahlaksızlığınızdan bıktık usandık neden desin?

‘UZAK ROK’

Nedret Ersanel - Yeni Şafak

Birleşmiş Milletler zirvesi başlamadan hemen evvel Küba’da büyük bir başka zirve yapıldı; resmi ismi, “G77+Çin” olan bu buluşma, ABD’nin burnunun dibinde, konum olarak tarihi sembolizmi de bulunan, adında 77 olsa da pratikte 130’dan fazla ülkeyi ‘Çin’e ekleyen’ bir toplantıydı…

Aynı zamanlama içinde, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ile ABD’nin, üstelik devlet başkanları seviyesinde, resmi ismi de “C5+1” olan formatta Biden’ın ev sahipliğinde gerçekleş-tirildi…

Kuşku yok bu da Çin’e ve Rusya’ya mesaj gönderme amacı taşıyordu ve yukarıda çizdiğimiz haritayı teyit ediyordu. Stratejiktir. Washington’un, Türkiye sınırından Çin’e kadar uzanan devasa coğrafyada varlığını/nüfuzunu sürdürmekten vazgeçmeyeceğini mimliyordu…

Konumuz olmadığı için üzerine şimdi gitmeyelim ama Devlet Başkanları’nın burada yaptığı konuşmalarda irdelenmesi gereken, pozisyonları hakkında fikir verecek bilgiler vardı.

Bir başka gözden kaçırılmaması gereken gelişme, uzun zaman sonra (2011’den bu yana) ilk kez, Pekin’in daveti üzerine Perşembe günü Suriye lideri Esad Çin’e gitti! Süper güçlerin alan derinliğini hangi mesafede kurduğunu böyle görmek, günümüz dış politika yaklaşımlarının/stratejik akıllarının nasıl kurulduğu üzerine açık fikir verdiğini görürken, Türkiye’nin neyin merkezinde politika yürüttüğünü de daha çok düşünmemizi tespit ediyor.

MİLLİ DİLENCİLİK İDEOLOJİSİ

Işık Kansu - Cumhuriyet

Önde gelen ekonomiler Türkiye’yi yatırım için radarlarına almışlar. Kalıcı refah, yüksek büyüme, yüksek istihdam, ek dış kaynak için olmazsa olmaz fiyatta kararlılık söz konusuymuş...

Böyle diyorlar. Onlara bakarsanız ekonomi tıkırındaymış.

Maliye bakanı o yüzden övünüyor:

“Hazirandan bu yana yurtdışından toplam 10.4 milyar dolar tutarında dış finansman sağlandı.”

Yüzyıllardır aşamadığımız kısırdöngünün dışavurumunu bir kez daha, bir kez daha yaşıyoruz.

Bağımlılığın, ona buna el açmanın bir kurtuluş olduğu varsayılıyor.

Değerli toplumbilimcimiz Niyazi Berkes, devleti yöneten sağ-tutucu kadroların sıyrılamadığı bu duruma çok yerinden bir saptamayla “milli dilencilik ideolojisi” diyor.

Berkes’in deyişiyle açarsak Batı’ya bağlanmadan, Batı’ya borçlanmadan, Batı’dan dilenmeden, ulusal gelişmenin her sorununu Batı çıkarlarına göre bir çözüme bağlamadan ulusun yaşayamayacağını varsayıyorlar.

Bir başka deyimle, “yerli ve milli” safsatası. Bir yanda, uygarlığın halkın çıkarına olan tüm ekonomik ve sosyal gereklerine sırt çevirip demokrasiyi, özgürlüğü, laikliği gâvurlaştırıp yok saymak. Diğer yanda, boğazına kadar borçlanarak bunun yükünü halka yüklemek, sömürüyü katmerlendirmek; uygarlığın yarattığı mal ve hizmetleri tüketmekte, yine Niyazi Berkes’in deyimiyle “kapışıcısı, hatta çöplenicisi” olmak. Cumhuriyet Devrimi’nin temel öğesi olan bağımsızlaşma olmadan, siyasete ve yaşamın her alanına bu ilkeyi egemen kılmadan bağnazlık ve yoksulluk batağından sıyrılamayacağımız kesin. İşte bu yüzden bağımsızlığı önceleyen halkçı-devrimci bir yönelişin mutlak gerekliliği ile karşı karşıyadır toplum.

Medyanın Halleri