02 Mayıs 2024 Perşembe
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Emperyalizm ırkçılık ve yabancı düşmanlığı

Fransa'da Nahel isimli 17 yaşında bir gencin polis tarafından öldürülmesinin yarattığı tepki günlerce süren kendiliğinden sokak eylemlerine yol açtı. Tepkilerin Fransa’nın birçok şehrine yayılmasının yanında diğer Avrupa ülkelerine de sıçradı

Emperyalizm ırkçılık ve yabancı düşmanlığı

Ali Mercan / Vatan Partisi MYK Üyesi

Fransa’da Nahel isimli 17 yaşında bir gencin polis tarafından öldürülmesinin yarattığı tepki günlerce süren kendiliğinden sokak eylemlerine yol açtı. Tepkilerin Fransa’nın birçok şehrine yayılmasının yanında diğer Avrupa ülkelerine de sıçradı. Özellikle Fransa özelinde bunun gibi hareketler yakın zaman öncesinde de gerçekleşti ve sonra duruldu. Bunların analizi ve değerlendirmeleri çok yönlü olarak yapılmaya devam ediyor. Olaylar basit bir yöntemle göçmen kitlelerin yarattığı huzursuzluk olarak değerlendirildi. Fransa özelinde Kuzey Afrikalı kitlelere karşı dışlama politikasına bir tepki olarak ele alındı. Bunlar olaylarla ilgili kısmi değerlendirmeler olabilir. Ancak içinde bulunduğumuz küresel saflaşma dönemini ve çeşitli ülkelere etkilerini ele almadan bu olayları değerlendirmek gerçekçi olmayacaktır.

FRANSA’DA IRKÇILIĞA KARŞI KİTLE HAREKETLERİ VE KÜRESEL SAFLAŞMADAKİ YERİ

Rusya’nın NATO’nun Doğuya doğru genişlemesine karşı başlattığı Ukrayna harekatı sonrası daha da belirginleştiği gibi hemen hiçbir gelişme küresel saflaşmadan bağımsız ele alınarak anlaşılamıyor. Bu nedenle Fransa’da yaşanan bir polis terörü ve Afrika kökenli gençlerin isyanı veya Almanya’da gelişen ırkçılık ve Türk-İslam düşmanlığı, Ukrayna’da NAZİ taburlarının saldırıları birbirinden ayrılamaz. Irkçılığın, ayrımcılığın, Türk-İslam düşmanlığının ürediği ortam Atlantik merkezli emperyalist hegemonyacılık iklimidir. Irkçılık artık tek tek münferit saldırılara bakarak izah edilemez, anlaşılamaz. Küresel çapta hangi olgunun parçası ve devamıdır, hangi sürece hizmet ediyor? Bu şekilde bakarak anlaşılabilir. Göç, göçmen, kitlesel eylemler konularıyla öne çıkan Fransa’ya bakalım:
68 milyon nüfuslu Fransa’nın yüzde 15’i yabancı kökenli. Bunların çoğunluğunu Cezayir ve Faslı olmak üzere Kuzey Afrika kökenliler oluşturur. Kitle hareketlerine katılan gençlerin aileleri uzun yıllardır Fransa’da yaşamaktadır. Olaylarda gözaltına alınan 4.000 civarında gencin yaş ortalaması 17 ve çoğunluğu sabıkasızdır. Fransız vatandaşı olan bu gençlerin yaşam koşulları aşağıdaki paragrafta görülmektedir. Gençler aileleriyle birlikte burada yaşamakta ve çoğu Fransa doğumludur. Özellikle ana medya organlarında göçmen kavramının kullanılması kavram kargaşası yaratmaktadır. Avrupa’ya son yönelen göç dalgası ile karıştırılmaktadır.

AFRİKA KÖKENLİ FRANSIZ GENÇLERİN YAŞAM KOŞULLARI

Gettolaşan banliyölerde hayatlarını sürdüren Kuzey Afrika kökenli bu gençlerin demografik yapıları incelendiğinde ortaya çıkan tablo: Ülke genelinin yaklaşık 3 katı üzerinde seyreden bir yoksulluk, ailelerinin düşük eğitim seviyeleri, yaşam koşullarının kötülüğü göze çarpıyor. Ayrıca bu bölgelerde birçok genç okuldan uzak bir hayat sürüyor... Gençlerin mevcut toplumsal düzenin içerisin- de kendilerine yer edinememeleri sonucunda varlıklarını ancak radikal bir şiddetle göster- dikleri söylenebilir... Birleşmiş Milletler’in de dikkat çektiği, Fransız polisi içerisindeki ‘ırkçılık’ uyarısı toplumda yankı bulurken ülkeyi güvenlik ve ayrımcılık konuları üzerinden ayrıştıran ve uzun yıllar süreceği tahmin edilen tartışmaların bir kez daha yeniden alevlendiği görülüyor.”1
Gelişmelere bütünsel olarak baktığımızda bu genç kitlelerin yaşamları sömürgecilik döneminden miras ilişkilerin Fransız toplumunda devam ettiğini ortaya koymaktadır. Günümüzdeki emperyalist sömürü ilişkileri sömürgecilik döneminin baskıcı yöntemlerini de devralmıştır. Tekelci kapitalizm kendisinden önceki sistemin bütün gerici mirasını da kendisine dayanak olarak devralmıştır. Afrika kökenli genç kitleler ucuz işgücü olarak değerlendirilmekte ancak yasalarda olmasına rağmen eşit yurttaş olarak görülmemektedirler.
Fransa’da olduğu gibi ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı üzerine yüzeysel analizler ve alışılmış tedbirler önerilmektedir. Çözülmekte olan Atlantik sisteminin küresel çapta bir sistem değişikliği ile ortadan kalkacağı görülmüyor. Oysa bu köklü değişim bağıra bağıra gelmektedir. Anılan sorunların temeli olan sistem sorgulanmaktadır, hayat bunu dayatmaktadır.

AB’NİN ÇÖZÜMLERİ: DAHA FAZLA GÜVENLİK ÖNLEMİ, DAHA AZ ÖZGÜRLÜK

27 Haziran’da başlayan protestolar nedeniyle Fransa’yı önümüzdeki dönem zorlu bir
sürecin beklediğini düşünüyorum. Hükümet, ülkedeki kamu düzenini korumaya yönelik bir dizi güvenlik önlemini devreye sokmuş olsa da asayiş problemlerinin bir süre daha devam edeceği anlaşılıyor. Bu nedenle Emmanuel Macron hükümeti, protestoları durdurmaya ve asayiş problemlerini engellemeye yönelik sert adımlar atacaktır. Örneğin hükümet güvenlik güçlerine verdiği yetkileri daha da artıracak. Kamu düzenini bozduğunu düşündüğü protestoculara yönelik cezai tedbirler ağırlaşacak. Kısacası özgürlükler ülkesi Fransa’da daha fazla güvenlik ve daha az özgürlük prensibinin kalıcı olacak.
Fransa’daki protestolar karşısında Avrupa ülkeleri iki türlü tedbir alabilirler. İlki ve en muhtemeli güvenlik önlemlerini artırmaktır. Bu durum göçmen toplulukları ve gençler arasındaki memnuniyetsizliği artıracaktır. Diğer seçenek ise bu toplulukların önde gelenleri ve kanaat önderleri ile temasa geçilerek daha kuşatıcı ve bütüncül tedbirler almaktır. Özellikle göçmen topluluklarında toplumsal adalet hissinin sarsılması bu tarz eylemlerin temel ateşleyicisidir. Avrupa’nın birçok ülkesinde toplumsal kutuplaşmanın arttığı ve kırılganlıkların daha belirgin hale geldiği -özellikle de ekonominin olumsuz seyrettiği- dönemlerde riskler artmaktadır. Koronavirüs salgını ve Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte bu kırılganlıklar Avrupa’da daha da artmış durumdadır. Bu da Avrupa’da tehlike çanlarının çaldığına işarettir.”2
Görüldüğü gibi sistemin çözümü, baskıyı artırmak. Buna rağmen çaresizliği de tespit edilmektedir.

GÖÇMEN SORUNU MU SÖMÜRGECİLİK GELENEKLERİNİN SÜRMESİ Mİ?

Aslında Fransa örneğinde sorun göçmenlik değil, Fransa’nın yıllarca kanını emdiği Cezayir ve Kuzey Afrika kökenli Fransız vatandaşlarının geçmişlerinden dolayı dışlanmaları ve baskı altında tutulmalarıdır. Bunu bir anlamda sömürgecilik geleneği ve ilişkilerinin bugünkü şartlarda ve yeni biçimlerde sürdürülmesi olarak tanımlayabiliriz. Bütün emperyalistler gibi Fransa da kendisini üstün ırk gibi ele almaktadır.
Bir başka deyişle 19. yüzyılın sonunda ezen-ezilen millet çelişmesinin emperyalist ülkelerde bugün aldığı şekildir. Emperyalist ülkeler belli bir aşamadan sonra çıkarlarına daha uygun olduğu için işçi göçünü teşvik ettiler. Hatta genç kuşakların ülkelerine girişini desteklediler. Ancak onlara kendileriyle eşit insan gözüyle değil, sömürgecilikten kalma üstün ırk, üstün Avrupalı olarak yukardan bakıyorlar.
16. yüzyılın ortalarında Fransa’nın sömürgecilik dönemi başladı. 19. yüzyılda ise dünyanın en büyük ikinci sömürgeci gücü haline geldi. 1945’ten sonra, Fransız sömürge imparatorluğu hızla dağıldı. 1950’lerde çözülme süreci hızlandı. 1960 “Afrika Yılı”nda 14 Fransız kolonisi bağımsızlığını kazandı. Günümüzde Afrika bütünüyle Fransız sömürgesi ve kalıntılarından kurtuluyor. Ancak politika ve toplumsal ilişkilerde sömürgeci alışkanlık ve kültür, emperyalist Fransa’da sürüyor.
Cezayir, Fransız sömürgeciliğine karşı savaşla bağımsızlığını kazandı. İki ülke arasındaki ilişkiler halen Fransa’nın yukardan bakan tutumu nedeniyle gergin. 2017 cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası sırasında Macron, bir röportajda şöyle dedi:
“Sömürgecilik, Fransız tarihinin bir parçasıdır. Bu bir insanlık suçudur, barbarlıktır. Özür dileyerek de bu geçmişle yüzleşmek zorundayız.”
Bu açıklama Fransa’da herkes tarafından iyi karşılanmadı. Yine de tarihçi Pascal Blanchard, Macron’un Cezayir savaşının sona ermesinden çok sonra doğması ve dolayısıyla seleflerinden daha özgür olma avantajına sahip olacağına inandı.
Kayıtlarda Macron’un özür dilediğine rastlanmıyor. Zaten sorun özür dilemek değildir. Ortada bir sömürgecilik, yağma ve insanlık suçu vardır. Hakların iadesi ve tazminat söz konusudur.
“Élysée’de özür veya pişmanlık söz konusu değildir. Tarihçi Stora da bundan bahsetmiyor. Cezayir hükümetinin talep ettiği de tam olarak bu. Élysée’deki kişi hantal ve kaçamak bir şekilde açıkladı: Pişmanlık kibir gibi bir şeydir. Oysa olanın kabulü gerçekliğe karşılık gelir ve eylemle ifade edilir. Aşırı sağcı Rassemblement National’dan hâlâ eleştiri geliyor. Perpignan Belediye Başkanı Louis Aliot tweet attı. Provokatif bir şekilde, Macron‘un Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi tarafından işlenen vahşetle ciddi şekilde sınanan Fransız ailelerine karşı bir anma davası açıp açmadığını sordu.”3
Görüldüğü gibi emperyalizmin sözcüleri bırakın tazminatı, özrü, tersine yıllardır sömürüp baskı altında tuttukları Cezayir’den özür dilemesini bekliyor.
Bugün de emperyalist uygulamalarda devam ettirilen sömürgeci gelenekler özürle değil emperyalist tek kutuplu sistemin küresel çapta ortadan kaldırılması ve çok kutupluluğun yerleşmesiyle mümkün olacaktır. İşte bütün Batı’da gittikçe yayılan ve her fırsatta patlayan sokak eylemlerinin küresel çaptaki saflaşma ve gidiş yönüyle bağlantısını görmek gerekir. Bunları gelip geçici kalkışmalar olarak değerlendirmek eksiktir. Küresel saflaşmaya bir bütün olarak bakılmalıdır. Mücadele hegemonyacı emperyalizm ve Asya Çağı arasındadır.

ALMAN DGAP GÖZÜYLE FRANSA’NIN SÖMÜRGECİ GEÇMİŞİNE BAKIŞ

Alman Dış Politika Topluluğu DGAP, Fransa ve Avrupa’daki kitle hareketlerine ışık tutacak bir değerlendirme yapıyor:
“Fransa’nın Cezayir mirası olan ortak tarih ve şiddetin eşlik ettiği süreç, iki ülke ilişkilerine bugüne kadar yük olmuştur.
Cezayir savaşının sonuçları yalnızca devletlerarası ilişkiler için ağır bir yük olmakla kalmıyor, aynı zamanda Fransız iç siyasetini de etkilemeye devam ediyor. Fransa nüfusunun yüzde sekizi Cezayir kökenli. Politikacılar ve toplumun çoğu konuyu büyük ölçüde örtbas ederken, bu kesim ulusal krizin ve yüz binlerce kişinin kaçışının hatırasını canlı tuttular. Şimdi daha açık bir şekilde tartışılıyor olsa da değerlendirme çalışmaları tamamlanmaktan çok uzak.”4
Avrupa’nın önde gelen iki ülkesi Fransa ve Almanya hem kıtaya liderlik etme konusunda el ele veriyor hem de birbirlerinin tarihleriyle “yüzleşmelerine” yardımcı oluyorlar.
“Şu anda Fransa’da yaşayan çok sayıda göç- men Kuzey Afrika’dan geliyor ve laik devlete çok kültürlü bir karakter kazandırıyor. Sömürgelerin bağımsızlığı için verilen mücadele, Fransız tarihinde henüz tam olarak çözülmemiş karanlık bir sayfadır. Bu, özellikle 1954 ile 1962 yılları arasında on binlerce cana mâl olan ve Fransız tarihinde bir dönüm noktasını temsil eden Cezayir savaşı için geçerlidir.”5
Mart 2012’de ateşkesin 50. yıl dönümünde, Fransa ve Cezayir cumhurbaşkanları ortak bir anma töreni düzenlememe kararı aldılar. Fransa ve Cezayir’in ortak, acılı geçmişi değerlendirmek hâlâ zordu. Yasal olarak 1999 yılına kadar “Cezayir Olayları” olarak anılan Cezayir Savaşı, Fransızların kolektif hafızasını şekillendirdi ve bugün de Fransız siyasetini etkilemeye devam ediyor.
DGAP’nin bu tarafsız olmaya çalışan yorumları bugün gelinen ve netleşen gerçeklerle ne kadar uyuşuyor ayrı bir konu. Ancak Fransa’nın ezici çoğunluğu Cezayirli olan genç eylemcilere karşı zorbalığı olumluyor. Bu tutum Fransa’nın sömürgeci geçmişini hatırlatıyor.

FRANSA’NIN SÖMÜRGECİ GEÇMİŞİ VE CEZAYİR

Cezayir, Fransız sömürgecilik tarihinde özel bir konuma sahiptir. Fransa’nın ikinci sömürge imparatorluğu 1830’da Cezayir’in işgali ile kuruldu. Fransız himayesi altında yönetilen Tunus ve Fas’tan farklı olarak Cezayir; Cezayir, Konstantin ve Oran olmak üzere üç bölgeye ayrıldı ve 1848’de Fransa’nın ayrılmaz bir parçası ilan edildi. Paris’teki hükümet, bir “colonie de peuplement” (yerleşim kolonisi) anlamında büyük yerleşim programlarıyla ülkedeki Fransız etkisini güçlendirmeye çalıştı.
20. yüzyılın ortalarında, Cezayir topraklarında dokuz milyon Cezayirli ile birlikte bir milyon Fransız vatandaşı yaşıyordu.
Cezayirli çoğunluk anavatan vatandaşlığına da sahipti, ancak bölgesel organlar dışında seçimlerde aday olma ve oy kullanma hakkı dahil Fransız medeni haklarından mahrum bırakıldılar. Cezayir halkının bu siyasi eşitsizliği ve ekonomik ayrımcılığı, toplumda 1945’ten itibaren protestolar ve ayaklanmalarla giderek daha sık patlak veren gerilimlere yol açtı. Kasım 1954’teki huzursuzluk ilk kez aynı anda ülkenin çeşitli bölgelerini kasıp kavurana kadar Fransız ordusu tarafından şiddetle bastırıldılar. Kahire’de kurulan Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (FLN) koordine ettiği hareketler, 1962’de Cezayir’in bağımsızlığını kazanmasıyla sona eren uzun bir kurtuluş savaşının başlangıcı oldu.
Beşinci Fransız Cumhuriyeti, kısa bir süre sonra, Ekim 1958’de yapılan referandumda büyük ölçüde De Gaulle tarafından şekillendirilen yeni bir anayasanın kabul edilmesiyle kuruldu.
De Gaulle’ün göreve geldikten kısa bir süre sonra Cezayir’deki “seni anladım” ifadesi, birçok Fransız Cezayirli tarafından davalarına destek sözü olarak alındı. Ancak sonuç olarak, maliyetli bir çatışmadan çekinen de Gaulle, birçok Fransız Cezayirlinin çekince koyduğu bir değişiklik yaptı. Nisan 1958’de Tanca’da toplanan Mağrip Birliği Kongresi’nde alınan bir kararla Cezayir Cumhuriyeti Geçici Hükûmeti (GPRA) oluşturuldu. Bu sırada Avrupalı Cezayirlilerin Fransa ile birleşme amacıyla yürüttüğü mücadele de kızıştı. Gerginliğin yol açtığı bunalım sonucunda geniş yetkilerle iktidara gelen Charles de Gaulle, soruna siyasi bir çözüm bulmaya yöneldi. Eylül 1959’da Cezayir önce kendi kaderini tayin hakkını, ardından 1962’de Evian Anlaşması’nın imzalanmasıyla bağımsızlığını kazandı. Cezayir ve Fransa arasındaki mücadele bugün adeta Fransa sokaklarında polisle Afrika kökenli gençler arasında sürüyor.

KÜRESEL SAFLAŞMANIN İKİ TARAFTA NETLEŞMESİ ALMANYA ÖRNEĞİ

İçinden geçtiğimiz süreçte insanlık iki cephede yoğunlaşmaktadır. Bu aynı zamanda çökmekte olan ve yükselen iki sistem çatışmasıdır. Cepheler Atlantik ve Avrasya’dır. Atlantik merkezli emperyalist Batı sistemi insanlığı bölmekte, bireyin özgürlüğü adına toplumu, aileyi, insanlığın biriktirdiği kültürel ve ahlaki değerleri hedef almakta, İnsanlığı çürümeye götürmektedir. Bu yapısıyla emperyalist Batı Avrasya’yı, Asya, Afrika ve Güney Amerika halklarını hedef almakta, geri olarak değerlendirerek aşağılamaktadır. Bu tutumun bir devamı olarak işgücü ihtiyacını karşılamak için Batı’ya getirilen emekçi kitleleri de çeşitli biçimlerde baskı altına almakta, aşağılanmakta ve ırkçı saldırılara maruz bırakmaktadır. Bunun en somut örneklerinden birisi Almanya’da yaşanmıştır ve devam ettirilmektedir.

PASAPORTUN OLMASI ALMAN OLMAYA YETMİYOR

1961 işgücü anlaşmasıyla vasıflı Türk işçileri Almanya’ya getirilmeye başladı. Giderek artan işçi göçü ailelerin getirilmesiyle devam etti. Yerli halka göre daha olumsuz şartlarda yaşayan ve horlanan emekçiler gettolara sürüldü. Zamanla Türk mahalleleri yanında çarşılar pazarlar kuruldu. Bugün Almanya seçimlerinde oy kullanan 1 milyon civarında Türk kökenli seçmen vardır. 18’i Federal Mecliste olmak üzere her kademede çok sayıda seçilmiş politikacı vardır. Bu durumu İsviçreli Yazar Max Frisch “Biz işgücü çağırdık, insanlar geldi” diye veciz bir şekilde tanımlamıştır. Bu ifade “iki kol istedik, bir de kafa getirdiler” diye genişletilmiştir.
Almaya ile belirginleşen ve diğer Avrupa ülkelerine de yayılan işgücü ithali ekonomide gelişme yarattı. Yaşlanan nüfus üretime katılamaması yanında büyük sağlık giderlerine yol açtı, emekli maaşları sorun olmaya başladı. Getirilen taze işgücü ekonomiyi canlandırdı.
Yeni gelen misafir işgücü yerli halkta sorun yarattı. Yabancılar işyerlerimizi alıyor, yaşam tarzları alışkanlıkları kötü, inançları farklı vb. gibi sorunlarla başlayan ve ırkçılık yabancı düşmanlığı şeklinde ilerleyen biçimlere büründü.
Bugün Türk Toplumu Almanya’yı ikinci vatan yapmıştır. Ekonomide ve her alanda önemli bir yer tutmaktadır. Ancak sorunlar çıktığında muhatap yine “kara kafalı Türk”tür.

ALMANYA VE AVRUPA’DA IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞININ TEMELLERİ

Özellikle Fransa başta olmak üzere Hollanda, Belçika gibi sömürgeci geçmişleri olan Batı ülkelerinde göçmen sorunu olarak adlandırılan gelişmelerde emperyalizme miras kalan sömürgecilik geleneklerinin de etkisi olduğu görülmektedir. Özellikle Fransa’da milyonlarla Protestolara katılan kalabalık genç kitleler Afrika kökenli Fransız vatandaşıdırlar. Ancak basında ve kamuoyunda bunlar bilinçli olarak göçmenler olarak yansıtılmaktadır. Bunun amacı kağıt üstünde kabul edilmesine rağmen onlar gerçekte vatandaş olarak değil, sömürgecilik dönemi kölelerinin devamı gibi görülmektedirler. Kendilerinden özür dilenmesi gereken Güney’in mağdur toplumlarının devamıdırlar.
Buna karşılık Asya, Afrika ve Güney Amerika’da, Avrasya Cephesinde toplananlarda insanlık kucaklanmakta, toplumun bir parçası olarak geliştirilmektedir. Sonuçta hedef, bireyciliğe, bencilliğe karşı Büyük İnsanlıkta, kardeşlikte, eşitlik ve ortaklıkta toplanmak değil midir?

SÖMÜRGECİ GELENEKLER VE AVRUPA MERKEZCİLİĞE KARŞI YÜKSELEN TEPKİLER

Fransa’da Nahel’in polis kurşunuyla öldürülmesi üzerine hızla büyüyen, ülkeye ve diğer Avrupa devletlerine yayılan kitle hareketleri aslında bir sistem tartışmasını su yüzüne çıkarttı. Tanınmış Marksist Teorisyen Samir Amin’in “Avrupa Merkezcilik, Bir İdeolojinin Eleştirisi” kitabında belirttiği gibi içler acısı mevcut sistemi eleştirmek yerine kenarından dolanmak tercih edilmektedir. Bugün Fransa’nın göçmen sorunu olarak sosyal medyada yansıtılanlar aslında sömürgeciliğin bütün mirasının devamı üzerine emperyalist soygunu ekleyen ilişkilerdir. Bugün emperyalist Batı’nın Atlantik merkezinin uydusu konumundaki ilişkilerini irdelemek bu sistemin sonunu görmek için zorunludur: “Egemen Avrupa-merkezci akımı temsil edenlere göre, ‘var olan dünyaların en iyisi olan Batı’yı izleyiniz’dir. Liberal ütopya ve onun mucize reçetesi (pazar+demokrasi), Batı’da her zaman egemen olmuş bakış açısının günümüzde yaygın olan içler acısı bir sürümünden başka bir şey değildir. Kitle iletişim araçlarından gördüğü büyük ilgi ona bilimsel bir değer tanımamız gerektiğini değil, olsa olsa Batı düşüncesinin içine düştüğü bunalımın derinliğini gösterir. Çünkü süregiden kapitalizmin ne olduğunu anlamaktan inatla kaçan bu bakış açısının peşine düşülecek bir yanı bulunmadığı gibi, bu sistemin kurbanları da ondan yüz çevirmişlerdir. Hatta bu bakış açısının, savunduğu sistemin temellerini tartışmaya açmadıkça düpedüz olanaksız olduğu söylenebilir.”6

BATI SİSTEMİ CEPHESİNDE DURARAK IRKÇILIĞA KARŞI MÜCADELE ALDATMACASI

Türk toplumunun en yoğun olarak yaşadığı ve sorunların da yoğunlaştığı Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde ırkçılığa ve Türk-İslam karşıtlığına karşı mücadelede vatandaşlarımız yanlış yollara yönlendirilmektedir. Batı sisteminin savunucuları olan Sosyal Demokratlar, Yeşiller, Sol Parti ve benzerleri ile birlikte CHP-HDP-PKK-FETÖ örgütlenmeleri Türkiye karşıtlığını esas alarak ırkçılığa, Türk-İslam karşıtlığına karşı mücadele ettiklerini ileri sürmektedirler. Bu kesimler ırkçılık ve yabancı düşmanlığının kaynağı olan Batı sitemi cephesinden sorunlara karşı mücadele ettiklerini iddia etmektedirler.
Emperyalist Batı sistemi Atlantik merkezinin dayatmasıyla Rusya’ya yaptırımlar uygulamakta, hatta Rusya’yı yerle bir etmekle (Annalena Baerbock, Rusland Ruinieren) tehdit ederken Çin’i sistem rakibi ve uzun vadede esas hedef olarak görmektedir. Türkiye başta olmak üzere gelişmekte olan ülkeleri etnik ve dini temeller etrafında bölmek için faaliyet yürütmekte, bölücü örgütler açıktan desteklenmektedir.
Avrupa’da yaşayan ve işgücü göçü veya benzer sebeplerle buralara gelen toplumlar çok kültürlülük (multi-kulti) adı altında farklılaştırılmakta ve ülkelerine karşı bölücü faaliyetlere yönlendirilmektedirler. Bu yabancı toplumların örgütlenmelerinde önde gelen unsurlarının öz ülkesine karşı devşirildiği de sır değil aleni bir gerçektir.

AVRASYA CEPHESİNDEN IRKÇILIĞA KARŞI MÜCADELE AVRUPALILARIN DA YARARINADIR

Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerindeki ırkçılık, Türk ve İslam düşmanlığının yaratıcısı mevcut sistemin Türkiye ve Avrasya karşıtlığıdır. Türkiye’yi bölmek için faaliyet yürüten bölücü örgütleri himaye etmekte hatta finanse etmektedirler. Fransa’daki son olayda olduğu gibi kolluk kuvvetleri insan öldürmekte veya cinayet işleyenleri himaye etmektedir. Amerika’da boğazına çökerek göstere göstere siyahi George Floyd’un nefesini keserek öldürmek Batı sisteminin çok olağan olaylarındandır. Bu olaylar sistem tarafından üretilmektedir.
Bu alanda başka bir yanıltıcı propaganda ise Avrupa Devletlerinin Türkiye ve gelişmekte olan ülkelere karşı düşmanlığından ve sistemden kaynaklanan ırkçılıktan, Atlantik’ten bağımsız egemenlik isteyen akımlar sorumlu tutulmaktadır. Macaristan, Sırbistan liderlikleri, Fransa’da Le Pen, Almanya’da AfD gibi ABD hegemonyacılığından, Atlantik merkezinden bağımsız, egemen devlet olmak isteyen akım veya partiler hedef gösterilmektedir. Bu hedef şaşırtmanın amacı vatandaşlarımızı sistem partilerinin kuyruğuna takma girişimidir. Avrasya’nın ve Asya Çağının öncü savaşlara aday ve bu nedenle teslim alınması gereken ilk hedef olan Türkiye, Almanya ve Avrupa’daki vatandaşları ve örgütlenmeleri aracılığıyla kazanılmaya çalışılmaktadır.
Türkiye millî çıkarları toprak bütünlüğünü savunma ve Üretim Devrimi programına yöneldikçe, Avrupa’daki vatandaşlarımız ve kitle örgütlenmeleri de emperyalist Batı’ya ve onun sisteminden kaynaklanan ırkçılığa, yabancı düşmanlığına ve İslamafobiye karşı daha kararlı mücadele verecektir. Bu kararlılık aynı zamanda Avrupalı insanları da çürüyen sistemin dışına çıkartacak ve Asya’nın öncüleri olma geleneğini yaşatacaktır.
Türkiye, kaynakları, birikimi, İstiklal Savaşı’nın yarattığı olanaklarla birlikte önemli bir gelişme potansiyeli taşımaktadır. Standart Chartered ve Dünya Bankası gibi sağlam kaynaklara göre Türkiye, Çin, Hindistan, Endonezya’dan hemen sonra yerini alacaktır. Bu hedefe pürüzsüz olarak ulaşmak için yalpalamayan politikalar izlenmelidir. Çöktüğü ayan beyan belli olan emperyalist Batı’dan medet umarak başarılı bir ilerleme sağlanamaz.

YASADIŞI GÖÇMEN-MÜLTECİ SORUNU

Dünyadaki göç hareketleri tarihsel olarak farklı ve geniş bir konudur. Bugünkü güncel sorundan farklılıklar göstermektedir. Türkiye ve Batı Asya ülkeleriyle AB ülkeleri arasında kesintisiz süren “yasadışı göçmenler-mülteciler” olarak da sunulan sorunun kaynağı emperyalist hegemonyacılıktır, emperyalist Batı’dır. Irak’ta, Suriye’de terör örgütlerini destekleyerek ülkeleri bölme saldırıları, darbeler ve işgal girişimleri insanları kitle halinde yerinden yurdundan etmiştir. 20 yıl Sovyetler Birliği, 20 yıl da ABD işgali altında kalan Afganistan da önemli bir göçe sahne olmuştur.
Ezilen ve gelişmekte olan ülkeleri bölüp parçalama girişimiyle insanların yerinden yurdundan edilmesine sebep olan emperyalist Batı, bu insanların ortalıkta sürünmesinin ve oradan oraya itilmelerinin de sorumlusudur. Demokrasi, adalet merkezi olarak lanse edilen Batı’nın kıyılarında mülteci ve göçmen botları patlatılarak denizde batırılmaktadır. Akdeniz ve Ege Denizi’nin dibi mülteci-göçmen mezarlığı halini almıştır.
Türkiye’de de yoğun olarak Suriyeli ve Afgan göçmen düşmanlığı körüklenmekte ve sorunun kaynağı olan emperyalistler ve onların terörist aletleri göz ardı edilmektedir. Bu kampanya Mossad ve emperyalist istihbarat örgütlerinin planıdır. Türkiye, Suriye ve ilgili ülkelerle bir an önce teröre ve yarattığı mülteci sorununa karşı anlaşarak sorunu hızla çözebilir. Bunun yapılmaması ve uzatılması da sorunun kaynağı olan emperyalist merkezlere hizmet anlamına gelmektedir.

Emperyalist Batı ne işgücü olarak getirdiği insanları, ne göçmen olarak kabul ettiği insanları kendisiyle eşit kabul etmeyecek, onları dışlayarak ayrımcılığa-ırkçılığa devam edecektir. Zaten kültürel, ahlaki ve diğer bakımlardan da çürüyen, çöken Batı sistemi ile kaynaşmamız artık kesinlikle düşünülemez. Bu sistemin çözülmesine katkı ona en büyük iyiliktir.
Batı’ya karşılık Avrasya coğrafyasında farklı insanlar kaynaşmaktadır. Özellikle imparatorluklar geleneği olan Türklerde, İran ve Çinlilerde bu özellik çok barizdir. Bu saydıklarımız imparatorluklar kurmuş, kaynaşma gelenekleri yaratmışlardır. Büyük millet olmak zaten çok çeşitli köklerin birlikte yaşamayı başarmasıyla mümkün olabilir.

IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞI LOKAL DEĞİL KÜRESEL BİR SORUNDUR

İnsanlık sömürgecilik ve emperyalizm dönemlerinden yeni bir çağa, Asya Çağına ilerlemektedir. Fransa’da olduğu gibi emperyalistlerin Asya-Afrika kökenlilere karşı baskıları artırmak ve saldırmak dışında bir tedbirleri yoktur. Üstelik göç sorununda bir etken olan bölücü faaliyetleri yürüten terör örgütleri bütün Avrupa’da himaye görmektedir. Bu açıdan yukarda da izah ettiğimiz gibi İnsanlık Avrasya ikliminde eşitlik, kardeşlik, özgürlük bulacaktır.
Batı’da yaşayan bütün yabancı kökenli kesimlerin uğradıkları ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı mücadeleleri ancak emperyalist sisteme karşı Avrasya cephesinde birleşerek başarıya ulaşabilir. Bütün dünyanın gözleri önünde çöken ekonomisiyle, bencilliğiyle, LGBT’si, uyuşturucusu ve sokaklarda sürünen artan nüfuslarıyla çöken bir sisteme dayanarak adı geçen sorunlar önlenemez. Sorunun çözümü artık küresel planda mümkün olabilecektir. Sömürgecilikten kalma bütün haksızlıklarla birlikte emperyalizmin insanları bölen, aşağılayan kültürleri anayurtlarında mezara gömülecektir. Emperyalist Batı’da artık kitlelerin her türlü protesto eylemi sisteme vurulan darbeler olacaktır. Artık küresel çapta Asya Çağının birikimi, tecrübeleri yol göstermektedir. Asya Çağının bu küresel çaptaki mücadelesi kaçınılmaz olarak Avrupa halklarına da ilham kaynağı olmakta, çıkış yolunu göstermektedir.

DİPNOTLAR
1 perspektiv.eu, 06.07.2023.
2 setav.org, 07.07.2023.
3 Christiane Kaess, Almanya’nın Sesi Fransa editörü, 22.01.2021.
4 Katrin Sold, DGAP, 31.01.2023.
5 Katrin Sold, Bundeszentrale für Politische Bildung, 09.07.2023.
6 Avrupa Merkezcilik, anarcho-copy.org, s.12.

Irkçılık yabancı düşmanlığı Ukrayna’da NAZİ taburları