20 Mayıs 2024 Pazartesi
İstanbul 22°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İskilipli Atıf Hoca meselesi

Cumhuriyet'in temellerini hedef alma amacıyla AB Temsilcisi Karen Fogg’un ‘Türklerin tarihinin hakkından gelmeliyiz’ cümlesiyle başlayan ‘tarih yalanları’nın başında ‘Şapka Devrimi sırasında bir din alimi olan İskilipli Atıf Hoca, şapka giymediği için asıldı’ iddiası da vardı.

İskilipli Atıf Hoca meselesi
A+ A-
DOÇ. DR. MEHMET EMİN ELMACI

Aslında her şey; ülkenin tüm dinamik güçlerinin zayıflatılmaya çalışılıp, bir “algılar operasyonu” ile ülkenin kuruluş temellerine yapılan kumpas şeklindeki saldırının olduğu 2006 yılında başlamıştı. Ana hedef evet cumhuriyetin kuruluş temelleriydi ve öncesinde de 2002 yılında; AB’nin temsilcisi Karen Fogg’un ortaya çıkarılan maillerinde de yöntem çok net belli edilmişti. Fogg’un “Türklerin tarihinin hakkından gelmeliyiz” cümlesiyle; yine 1950 yılından itibaren başlayan “tarih yalanları” ile işe başlanacaktı.

Bunların içinde de en önde yine “Şapka Devrimi sırasında bir din alimi olan İskilipli Atıf Hoca, şapka giymediği için asıldı” iddiası bulunmaktaydı.

Özellikle çoğu FETÖ’cü olan muhafazakâr ve liberal gazeteci ve yazarlar da hem köşelerinde hem de TV ekranlarında bu tarihe dayalı olmayan “algı operasyonuna” destek vererek, “Tarihimizle yüzleşelim” adı altında cumhuriyetin kuruluş temellerine, yabancı istihbaratın da desteğinde yapıldığı anlaşılan bu kumpasa hizmet etmişlerdi. Bu faaliyetlerinin ne kadar işe yaradığı ve aslında hedefin Türkiye Cumhuriyeti olduğu 15 Temmuz 2016’da o menfur darbe girişimi ile ortaya çıkmıştı.

TARİHİ KUMPASLAR

Nasıl ki; bir dönem sonra bu kumpaslar anlaşıldığı için bundan mağdur olan suçsuz vatanseverler; bu mağduriyetlerine rağmen aklanmışlarsa; ülkemize yapılan bu saldırıyla birlikte yürütülen bu “tarihi kumpasların” da artık düzeltilmesi şart diye düşünüyorum. Derslerimde; gençlerimizin bu “tarihi kumpaslardan” nasıl etkilendiklerini gören ve bu ayrışmadan da; en fazla ülkemin ve devletimin zarar göreceğini düşünerek üzülen biri olarak; bunu şiddetle istediğimi de belirtmek istiyorum.

Zira ülkemin uçurumun kenarından döndüğü, büyük kırılmaların yaşandığı ve devrimin gerçekleştirilmeye başlandığı o işgal döneminin belgelerinden birçoğu “bu tarihi kumpas yorumlarını” doğrulamamaktaydı. Dolayısıyla bu yorumlar; tarihçiler tarafından belgeleriyle yalanlanmış ve sadece birilerinin ideolojik yorumları olarak ortada kalmış durumdadır.

O dönemi hem o zamanın şartlarına göre hem de belgeleriyle değerlendirmek şarttır. 1918-1922 yılları arasında ülke yabancı devletlerin işgaline uğramış ve İstanbul’daki yönetim; dört yıl süren savaşın aleyhte bitmesi ile kamuoyundaki “İttihatçıların kötü olduğu” algısı ile devlette yer edinmişti. Bir İstanbul Polis Müdürünün atanmasında bile İngilizlerin işe karıştığını ve istedikleri kişileri nasıl attırabildiklerini belgeleriyle bilen bir akademik tarihçi olarak; o dönemin zor şartları altında "milli" olanlar yani milleti ve ülkenin çıkarını düşünenler ile kendilerini düşünenlerin taraflarını açık olarak göstermeye başladıklarını belirtebilirim.

Gelelim ana konumuza. Aslında olay; Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının Samsun’a çıkıp, ülkeyi teslim etmektense bir istiklal mücadelesi vermeyi düşündükleri döneme ve buna karşılık da İskilipli Atıf Hoca’nın da içinde olduğu ve 19 Şubat 1919’da kurulan Müderrisler Cemiyeti’nin yayımladığı 16 Eylül 1919 tarihli ilk bildiriye kadar gitmektedir. Ama konunun asıl temelini ise; Cemiyetin, 24 Kasım 1919 tarihli kararı ile adını İslam Teali Cemiyeti yapması ve başına da yine Aynı İskilipli Atıf Hoca’nın getirilmesi sonrası faaliyetler olacaktır.

GAFLET VE HIYANET İÇİNDEKİ DİN ADAMLARI

Ancak sorun şu idi. Bazıları; Anadolu’daki milli harekatın ülkenin kurtuluşu için çalıştığının anlaşılmış olmasına rağmen olaya iktidar mücadelesi olarak bakmış ve yıllardır rantını yedikleri için bağlı kaldıkları İstanbul’daki belli çevreleri desteklemeye devam etmişler ve bu nedenle de “vatan haini” kapsamına girmişlerdi. Burada şu ayrımı mutlaka yapmalıyız. O süreçte; nasıl ki “gaflete düşen veya hıyanet eden” bir vali veya bir bürokrat varsa, aynı şekilde “gaflet ve hıyanet içinde” din adamları da oldu maalesef. Aynen “kahraman” valiler ve bürokratlar ile din adamların da olduğu gibi...

Evet; Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Dürrizade Abdullah ve Sait Molla ve İskilipli Atıf gibi halkı Anadolu yönünde değil de İngilizlerin isteği çerçevesinde Damat Ferit hükümetlerine destek verecek şekilde yönlendirenler olduğu gibi; işgallere karşı konulması için İzmir’de Rahmetullah Efendi, Denizli’de Ahmet Hulusi Efendi, Ankara’da Mehmet Akif Ersoy ve Börekçizade Rıfat Efendi, Maraş’ta Sütçü İmam gibi halkı yönlendiren din adamları da bulunmaktaydı.

Öncelikle bu realiteyi herkesin kabul etmesi gereklidir. 1918-1922 gazete ve belgelerini tek tek görerek bir çalışmamı yeni bitirdiğim bu dönemde, o dönemki kalburüstü kişilerin demeçleri, faaliyetleri ve telgrafları bana o kişilerin hangi tarafta olduğunu çok net göstermişti. Bu nedenledir ki; işgale karşı çıkılmamasını ve Anadolu harekâtının yanında olunmamasını, hem de maalesef “dinimiz” üzerinden isteyerek, halkı yönlendirmeye çalışan bu kişilerin çoğu; milli hareket başarıya uğrayıp düşmanlar yurttan atıldığında, ülkeyi terk etmek zorunda kalmışlardı. Bazıları hatalarını anlamış hatta itiraf etmiş bazıları da bunun bir utanç olduğunun farkında olarak yaşamışlardır. Sonuçta da her fırsatta da ellerinden gidenleri yeniden kazanabilmek için de yeni kurulan, tam bağımsızlık temeline oturtulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin zarar görmesi için de ellerinden geleni yapmışlardı.

Biz; hem bizim hem de İngiliz belgelerinden biliyoruz ki; yurtdışına kaçanların çoğunluğu 1923-1926 arası hâlâ bu amaçları için İngilizlere proje üstüne proje vermiş ve gittikleri yerde de yazdıkları ve faaliyetleriyle Türkiye aleyhine girişimlerine devam etmişlerdi. Bununla ilgili akademik dünyada yayınlanmış dolu bilimsel makale vardır.

Önemli devrimlerin başladığı bu üç yıl; Halifeliğin kaldırıldığı, eğitim ve öğretimin birleştirilerek özellikle tekke ve zaviyelerin elinden eğitim hakkının alındığı ve Şeriye ve Evkaf Nazırlığı’nın kaldırılması sonrasında din üzerinden ve vakıflar aracılığıyla, daha önce belli kişilere giden gelirlerin devletin hazinesine geçtiği bir dönemdi ve hâlâ eskiyi geri getirme düşüncesinde olanları heveslendirmeye yetiyordu. Ayrıca, Musul meselesi çerçevesinde Nasturi ve Şeyh Sait isyanları da genç Cumhuriyeti zorlayan konulardı.

Bu nedenle daha önce işgal döneminde vatana ihanet edenler için oluşturulan İstiklal Mahkemeleri, bu kez yeni kurulmuş cumhuriyete ve devrime gerçekleştirilen saldırılara karşı da kullanılmıştı.

'FRENK MUKALLİTLİĞİ VE ŞAPKA' KİTABI

Bu süreçte; daha önce işgal sürecinde Anadolu’nun karşısında olan ve burası çok önemli, herkesin Anadolu hareketinin “milli” olduğunu anladığı Sivas Kongresi sonrası da o "milli harekete” karşı ellerinden geleni yapanlardan İskilipli Atıf Hoca; şapkanın daha yasası çıkmadan, 1924 yılında “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adında bir kitap yazarak, şapkanın frenk taklitçiliği olduğunu ve dine aykırı olduğunu savunmuştu. Ben bu kitabın orjinalini görmüş ve neredeyse tamamı Arapça olan İskilipli Atıf Hoca’nın bu metni içinde sadece “şapka giymenin şirk olduğunu” belirttiği kısmını net olarak anlayabilmiştim.

Bu kitabın içeriğine karşı daha o dönem bile önemli aydınlar karşı yazılar yazmıştı. Günümüzde bile, birçok İlahiyatçı bilim adamının bu kitabın içeriğinin, dini ve bilimsel açıdan hatalı olduğunu ve İslam fıkıh ve tefsir kaynaklarının temel kabullerine de aykırı görüşlerle ve kişisel hırslarla yazıldığını belirtiklerini de eklemeliyim.

Bu dönemde de birçok bölgede bu kitabından dolayı sorun yaşandığından, yargılanan İskilipli Atıf Hoca; suç unsuruna rastlanmadığı için beraat etmesine rağmen, aynı kitap; bir yıl sonra şapka devrimi yıllarında da ülke içinde halkın saf dinî duygularını kullanarak; isyana teşvik etme girişimleri dört koldan başladığında da kullanılmaya başlanmıştı. Bazı bölgelerden gelen istihbaratlarda yine örgütlü bir şekilde halkın isyana teşvik edildiği haberleri gelmekteydi.

Bu ortamda ülkenin geleceği için bu devrimin önemi açısından, halkı kışkırtanlar hakkında gerekli işlem amacıyla, belli bölgelerdeki yapılanmalar üzerine giden İstiklal Mahkemeleri; halkın kışkırtılması için yine İskilipli Atıf Hoca’nın 1924 yılında yazdığı “Frenk Mukallitliği ve Şapka” kitabının yeniden basılıp ve dağıtılmaya başlandığını çok net olarak görmüştü.

NEDEN ASILDILAR

İstiklal Mahkemeleri, burada bu isyan girişimlerini aldığı kararlarla engellemeye çalışmıştı. Ancak söylenilenin aksine hiçbir zaman “sadece şapka giydiği veya din adamı olduğu” için insanlar asılmamıştır. Evet, hapis cezası verilmiştir bu devrimin önemine binaen yasalara başvurulmuştur ancak bu hiçbir şekilde idam ile cezalandırılmamıştır. Gerçekleşen idamların nedeni ise; halkı isyana teşvik edip insanları sömürerek infiale neden olmalarıydı.

İslam dininde; Allah ile kul arasında bir din adamının olmamasına rağmen, özellikle Osmanlı’nın son döneminde maalesef birçok kişinin dini kendi siyasi, ekonomik ve feodal otoriteleri için amacıyla kullanması yaygınlaşmış ve bu kişiler, giysileri ile de olmamalarına rağmen kendilerini “din adamı” gibi göstermekteydiler. Yeni Cumhuriyet’in yapmak istediği, dinî giysilerle dolaşarak din ile ilgili bir görevli gibi imtiyaz içerisinde olan halkın, dönemin en uygar ülkelerindeki gibi giyinmesini sağlayarak o “ötekiliği” gidermek ve sadece din adamlarının dinî elbiseler giymesini sağlayarak da “gerçek din adamlarının” rolünü önemsetmek idi.

‘İHANET’ CEMİYETİ

Son kısımda İskilip Atıf Hoca olayını daha iyi anlamamız için işgal dönemine tekrar geri gitmemiz gerekecektir. İngilizlerin; İstanbul’da çok sayıda kendileri lehinde sempatizan oluşturabilmek amacıyla rahip Frew tarafından oluşturduğu İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ne en fazla desteği verenler İskilipli Atıf Hoca’nın başkan yardımcısı olduğu Müderrisler Cemiyeti idi. Bu cemiyet daha sonra İslam Teali Cemiyeti adını alacak ve başkanlığına da yine İskilipli Atıf Hoca getirilecekti.

İşte İskilipli Atıf Hoca’nın da içinde bulunduğu bu Müderrisler Cemiyetinin; Sivas Kongresinin yapıldığı ve bilinçli olan herkesin “milli teşkilatın” Anadolu’da olduğunun önemini kavradığı bu dönemde, o dönem gazetelerde de yayınlanmış Eylül 1919 tarihli bildirisindeki bazı cümleler; bize durumu daha iyi anlatacaktır.

Bildiride “Anadolu’da Mustafa Kemal ve Kuvâ-yı Milliyye maskaraları” şeklindeki görüşünü en başında belirten Cemiyetin “İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Harpte mağlup olduktan sonra uslu oturmak ve mağlubiyetin sonuçlarına katlanarak telafisini sabırla, sessiz kalarak ve akıllı tedbirlerle yok etmekten başka başka çare var mıdır?” cümleleri, cemiyetin o dönemki duruma teslimiyetçi bakış açısını çok net gösteriyordu.

Aynı şekilde “Devletler şimdi bize: Eğer Anadolu’da Kuvay-ı Milliye isyanını devam ettirir ve bastırmazsanız” diyor ve İstanbul’u da elimizden çıkarmak ve memlekete son hizmet şeklinde son ihanetlerini de yapmak için çalışıyorlar” cümleleriyle de tek düşündükleri amacın İstanbul olduğunu göstermekteydi.

‘HAİNLER YAŞATILACAK MI’

Nisan 1920 yılında Ankara’daki vatanseverlere karşı çıkartılan “Anadolu’daki halife ve din düşmanlarının öldürülmesinin caiz olduğu” şeklindeki İstanbul Hükümeti'nin fetvasının bir ön çalışması olan aynı cemiyetin aynı bildirisinde; Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına bakış açısı da şu cümlelerdeydi: “Hazır olunuz! Ve bu hainlerden, bu canilerden vatanı kurtarmak için size düşen vazifeyi yapmakta kusur etmeyiniz. Ey kahraman askerler! Harp senelerinde sizi cephe cephe sürükleyen ve aç susuz süründüren ve din kardeşlerinizin, hemşehrilerinizin beyhude yere ölmelerine sebebiyet veren birkaç kişi arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zalimler de vardı! İşte bu hainlerin, harp cephesi haricinde kalmış olan aile fertlerinizi kanlı elleriyle ne kadar feci durumlara soktuklarını harpten eve döndüğünüzde gördünüz! Bugün yine; o şakilerin elleri bir takım yetimlerin, dul kadınların kanlarına girerek kalplerinize sokularak sizi mahvetmek ve evlatlarınızı ve ailenizi yetim ve dul bırakmak ve servet ve saadetinizi külliyen çalmak için şeytanın dahi hatırına gelmeyen hileyi yapıyorlar. Memleketin başına bu kadar felaket getirmiş olan bu hainler daha yaşatılacak mı? Siz daha ne kadar böyle gafletle bunların gayri-meşru emirlerine uyacaksınız? Korkuyoruz ki sizin bu gafletiniz körü körüne hainlere itaatiniz, daha pek çok mescitlerimizi ve mabetlerimizi harap eyleyecektir! Askerler! Bu kadar uyuduğunuz artık yeter, bu zalimlere aIet olduğunuz artık kifayet eyler! Padişahımız, Halifemiz, Efendimiz Hazretlerinin merhamet ve şefkat kucağı size açılmıştır. Hepiniz koşunuz, geliniz. Dünya ve ahiret saadetini kazanınız. İşte size ihtar eyliyoruz, Allah’ını, Peygamberini ve Padişahını seven bu tarafa gelsin!”

Yazımı -uzun olacak ama- tek bir soru ile sonlandırıp; son sözümü söyleyeceğim. Siz eğer o işgal döneminde vatanını kurtarmak için canınızı verecek şekilde çalışan bireylerden birisi olsaydınız ve İskilipli Atıf Hoca’nın da içinde olduğu bu Müderrisler Cemiyeti’nin aynı bildirisinde; yukardaki cümleleri okusaydınız ve de ülke huzura erdikten sonra yine bu kişinin 1924’te; dinî kaidelere uymadığını önemli ilahiyatçıların da açıkladığı bir kitap yazarak ülkeyi karıştırdığını görseydiniz ve devrimin en önemli döneminde bir sene sonra yine bu kitabın tekrar bastırılarak halkın temiz dinî duygularının oynanarak isyana teşvik edildiğini, birçok kırsal bölgede isyan çıktığını, bunlardan bir tanesinde; 3000 kişinin bir jandarma subayını ağır yaraladığını, halktan üç kişinin öldüğünü, bu sebeple sıkıyönetim ilan edildiğini yaşasaydınız ne yapardınız?

MİLLİ OLMANIN GEREĞİ

Son sözde; İstiklal Savaşımızın antiemperyalist tutumunu ve yapılan Türk Devrimi ile Monarşik Meşruti yapıdan halk yönetimine geçişi ve bu toprakların bir aydınlanma devrimi yaşadığını unutup bugün sadece belli ideolojik yapılara yaranabilmek için basit algılara sığınanların; o dönemin tarihini hem de öncesi ve sonrasıyla çok iyi bilmesi gereklidir. İzmir’de 1933 yılında bir öğretmenimizin Cumhuriyet’in onuncu yılında konuşmasında dediği “bu gözler cumhuriyet öncesini de sonrasını da gördü bu nedenle cumhuriyete sonuna kadar sahip çıkacağız” sözlerindeki derin anlamın önemi çok büyüktür. 1946 yılından itibaren ve ağırlıkla da 1950 yılından sonra Türkiye’deki siyasi ortamda, birçok konuyu kendi siyasi görüşleriyle bire bin katarak tek taraflı anlatan ve belge ve kanıtlara dayanmayan görüşlerini “gerçekler” olarak dayatmaya kalkanların günümüzde tek varacakları sonuç ise; genç nesillerimizi kurucusuna düşman yapıp, bir birinden nefret edecek nesiller yetiştirmek olacaktır.

Herkesin; bu konuda çok daha sağlıklı düşünerek bu varılacak sonucun; vatandaşlarımızın ayrışarak ülkemizin zora girmesini ve dönülmez bir sona gitmemizi isteyen “Türklerin tarihinin hakkından gelmeliyiz” düşüncesinde olanların, ekmeğine yağ süreceğini görmesi şarttır. Bir an önce, tüm devletin bileşenlerinin ve aydınlarımızın, daha itidalli ve devletimize karşı her döneminde çıkan isyan girişimlerine tepkisini; "milli” olmanın gereği olarak sahiplenerek “bir ve bütün” olmamızın sağlanılmasına destek vermeleri gereklidir.

Son Dakika Haberleri