19 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İttihat Ve Terakki Cemiyeti’nin Toplumsal Temeli

İttihat Ve Terakki Cemiyeti’nin Toplumsal Temeli
A+ A-
Sabrican Tıknazoğlu / Öncü Gençlik Ankara İl Başkanı

Tıbbiyelinin kurduğu cemiyet yıllar içinde İttihat ve Terakki Cemiyeti adını aldı, Türk toplumunun çok geniş kesimlerinde örgütlendi ve Türk milli demokratik devrim tarihinin eşsiz devrimlerinden biri olan 1908 devrimine imza attı. 200 yıllık eşsiz bir milli demokratik devrim tarihimiz var. Bugün de bu tarihi yaşıyoruz, bağımsız ve demokratik Türkiye kurma hedefi ile mücadele yürütüyoruz. Bu mücadeleyi yürütürken devrim tarihimizdeki önderlerimizin deneyimlerinden dersler çıkarıyoruz. İttihat ve Terakki Cemiyeti de Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu yarı-sömürge durumundan çıkış çabaları ve gerçekleştirmiş olduğu demokratik devrimlerle hem Cumhuriyet Devriminin önünü açmış hem de bugünkü emperyalizme karşı mücadelemizde bizlere çok önemli bir birikim bırakmıştır.

TANZİMAT'A TEPKİ

16. yy itibariyle Avrupa ülkeleri kapitalist gelişme yoluna girdi. Şehirler büyüdü, ekonomik ilişkilerin esası tarımsal üretimden sanayi üretime geçti ve demokratik devrimlerle de bilim, sanat, kültür alanlarında büyük atılımlar gerçekleşti. Kapitalist gelişmesini tamamlayamayan Osmanlı Devleti ise 17. yy'dan itibaren siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda kapitalist Avrupa ülkeleri ile rekabet edemez duruma gelmeye başlamıştı. Bu durumun farkına varan Osmanlı Devleti, 17. yy'dan itibaren çeşitli reformlarla aradaki makası kapatmaya çalıştı. Önce bozulan bürokrasiyi düzeltip eski düzeni tekrar işler hale getirmeye; sonra da askeri alanda yapılan reformlarla Avrupa ülkelerinin askeri düzeyine ulaşılmaya çalışıldı. Ancak bu çabalar sonuç vermeyince önce 2. Mahmut dönemi sonra da Tanzimat Reformları ile beraber aşama aşama devlet yönetimi, toplumsal yaşam, askeri teknikler, eğitim, ekonomi gibi alanlarda da Batı modeli reformlar gerçekleştirildi. Ancak bunlar bağımsız bir şekilde Osmanlı Devleti’nin kalkınmasının yolunu açacak reformlar değil Avrupa ülkelerinin baskılarıyla veya devlet yöneticilerinin Batı hayranlıklarıyla yapılmış reformlardı. Bu reformlarla beraber azınlık hakları bahanesiye yabancı devletlerin içişlerine karışmasının önü açıldı ve serbest ekonomi yoluyla yabancı sermayenin iç pazarda serbest dolaşımı sağlandı. Sonuç olarak Osmanlı Devleti, Tanzimat Dönemi ile beraber Batıcılaşma eğilimine yöneldi. Tanzimatla beraber saray çevresinde, toplumsal yaşama Batı özentiliği hakim olmaya başladı. Bu, aydınlar ile halkın arasında çok derin bir ayrımın ortaya çıkmasına neden oldu. Ekonomik alanda da yabancı sermayeye çok geniş ayrıcalıklar tanınması sonucunda gelişmiş yabancı üretim ile rekabet edemeyen yerli üretim çöküş noktasına geldi. Devlet yöneticilerinin de yabancı devletlerle iş birliği içinde olması ve bürokrasi işleyişinin vahim derecede yozlaşması, genç aydınların içinde bu duruma tepki temelinde bir devrimci kuşak yetişmesine neden oldu.

İttihat ve Terakki’nin fikri olarak örnek aldığı Yeni Osmanlılar’ın önderlerinden olan Namık Kemal, “Usûl-i meşveret hakkında mektuplar” başlıklı yazılarında Tanzimat hakkında “Osmanlı ülkelerinin ekonomik kalkınmasını sağlayamamıştır. Avrupa devletlerinin içişlere karışmasının kapılarını ardına kadar açmasıyla Osmanlı birliği içindeki milletleri birbirlerine düşürecek sonuçlar yaratmıştır. Bunlara yol açan eksiklik, halk iradesini temsil eden bir hükümet rejiminin konamamış olmasıdır. Halkı temsil eden bir rejim kurulabilmiş olsaydı Osmanlı halkının çöküşünü değil, kalkınmasını sağlayabilirdi.” demektedir(Berkes, 2008: 288). 1860’lı, 1870’li yıllarda Namık Kemal ve Mithat Paşa önderliğinde Tanzimatçılıkla mücadele eden 1876 devrimini yapan Yeni Osmanlılar, 2.Abdulhamit’e karşı mücadeleyi İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne devretti. Tanzimat döneminin temsilcilerinden olan 2.Abdulhamit’e karşı ilk başkaldırmalar ise sivil-asker okullarda Namık Kemal ve Mithat Paşa’dan etkilenen gençlerin örgütlenmesi ile ortaya çıktı. 1889’dan başlayarak yirmi yıla yakın bir süre boyunca genç aydınların öncülüğünde bir mücadele gerçekleştirildi. Yükseköğretim okullarında (özellikle Tıp ve Harp okulunda) gençler arasında başlayan gizli cemiyet kurma akımı, ordu içerisinde kurulan gizli komiteler, Paris, Cenevre, Kahire gibi merkezlerde bir araya gelen aydın grupları. İttihat ve Terakki Cemiyeti bu çevrelerde geniş bir biçimde örgütlenme fırsatı buldu. Özellikle Harbiye, Mülkiye ve Tıbbiye gibi okullarda çok sayıda gence ulaşarak ve gençlere “vatan” ideolojisini aşıladılar(Avcıoğlu: 1969: 117).

İTTİHAT VE TERAKKİ'NİN TOPLUMSAL TEMELİ

19. yy sonu ve 20. yy başında Makedonya’da görev yapan genç subayların da Rum, Sırp ve Bulgar çetelerine karşı mücadele içinde vatanseverlik duyguları gelişmişti. Makedonya bölgesindeki canlı fikir hayatından etkilenen subaylar, bölgede devlet otoritesinin zayıflığının da farkına vardılar. Devletin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi çıkmaz, bu kuşağı devleti kurtarmak için harekete geçirmeye zorladı. Devrimci vatansever duyguları gittikçe pekişen genç subaylar İttihat ve Terakki Cemiyeti çatısı altında örgütlendiler.

Bölgede İttihat ve Terakki ile ilişki kuran tek kuvvet genç subaylar değildi tabii ki. Selanik’te kültür seviyesi yüksek, yabancı dil bilen, basımevleri olan, dergi, gazete yayınları çıkaran, özel okulları bulunan bir ticaret burjuvazisi oluşmuştu. Selanik burjuvazisinin gelişimi; emperyalist sermaye ile ilişkileri kuvvetli olan ve asıl çıkarları ülke içindeki gelişime değil Avrupa sermayesi ile ilişkilere bağlı olan bir komprador burjuvazi sınıfının egemenliği yüzünden baltalanıyordu. Bu ticaret burjuvazisi, gelişiminin önünü tıkayan emperyalist ilişkilerin hakimiyetini kırması ümidiyle İTC’yi destekledi. Anadolu’da ise yabancı sermayeye verilen ayrıcalıklar ve kapitülasyonlar altında ezilen yerel eşraf İTC’yi destekledi. İTC, Balkanlar ve Anadolu’da Tanzimat Reformları ile beraber ekonomiye hakim emperyalist ilişkilere tepkili olan milli sınıfların desteğini aldı. Sonuç olarak hareket, yalnızca bir subay ve aydın hareketi olarak kalmadı. Emperyalizmin altında ezilen ticaret burjuvazisi ve Anadolu eşrafı ile geniş bir toplumsal temele dayandı(Ahmad, 1999: 34). İttihat ve Terakki'nin karşısında ise eski rejimden yararlananlar toplanmıştı. Abdülhamit’in çevresinde toplanan büyük rütbeli ve aynı zamanda sermayeli sivil-asker memurlar, Ticaret tekelini elinde bulunduran ve çoğu Türk olmayan komprador nitelikteki burjuvazi ve Abdülhamit’in nimetlendirdiği tarikat-aşiret reisleri ve ayanlar bulunmaktaydı (Avcıoğlu: 1969: 122).

DEMOKRATİK DEVRİM ÇABALARI

1908 Devrimi ile beraber iktidara gelen İTC, Tanzimat dönemi şartları dolayısıyla yarı-sömürge haline gelen bir devlet ile karşı karşıyaydı. Devlet, ne bütçesine ne vergilerine ne de gümrüklerine hakimdi. Duyun-u Umumiye, özel jandarmalı Tütün Rejisi, para basma hakkı bulunan İngiliz sermayeli Osmanlı Bankası vb. İTC, ekonomi ve siyasi alanında egemenliği kısıtlayan tüm bu koşullarla mücadele etmek durumundaydı. İttihatçılar bu koşulların, ülkenin geri kalmasının nedenleri olduğunun farkındaydılar. 1912’den 1914’e kadar çıkardıkları Tasvir’i Efkar ve Jeune Turc dergilerinde Parvus imzası ile çıkan ve daha sonra Yusuf Akçura tarafından da desteklenen Türkiye’nin “Can Damarı” yazılarında şu tespitler yapılıyordu:

1) Türkiye’nin geriliğinin asıl nedeni Avrupa sermayesinin sömürü alanı haline gelmesidir. Türkiye’nin tarım, ticaret, tabiî kaynaklar, demiryolları, bayındırlık tesisleri, gümrük ve maliye gelirleri Avrupa’nın ekonomik güçlerinin hükmü altındadır;

2) Bu böyle oldukça, Türkiye’nin kalkınması için bir dayanak bulunamaz. Türk köylüsünün ve esnafının ekonomisi bu koşullar altında kalkınamaz;

3) Böyle bir kalkınma dış yardım ve sermaye akımıyla da olamaz, çünkü kalkınma olanaksızlığı geçmişte böyle bir yola başvurmanın sonucu olarak meydana gelmişti. Dışarıdan yardım sağlama ancak eskiden daha ağır koşullarla olabilir; bu koşullar ise, çöküntüyü daha da hızlandıracaktır;

4) Türk aydınları halktan kopmuş olduklarından toplumlarının büyük çoğunluğu olan köylü halkın durumunun perişanlığını bilmiyorlar; Avrupa'dan alınacak yardımla Türk toplumunun Batı uygarlığına katılabileceğini sanıyorlar. Türk toplumu Batı uygarlığının dışındadır; Batı ile onun arasındaki ilişki sadece sömürenle sömürülen ilişkisidir. Türkiye bir Avrupa sömürgesi olma yolundadır (Berkes, 2008: 467).

İttihatçılar, milli bağımsızlık ve ekonomik bakımdan düzelme ihtiyacının farkındaydılar. Bunun pek de varlığı görülmeyen bir Türk burjuvazisi tarafından başarılabileceğini açıkça 1914 yıllarında ifade etmişlerdir. Yusuf Akçura, "modern devletin temeli burjuva sınıfıdır" diye yazılar kaleme almaya başlamıştı. "Çağdaş müreffeh devletler; burjuvazinin, iş adamlarının ve bankerlerin omuzlan üzerinde ortaya çıkmıştır. Türkiye'deki Türk milli uyanışı, Türk burjuvazisinin doğuşunun başlangıcıdır. Ve eğer Türk burjuvazisinin doğal gelişmesi zarar görmeden ya da kesintiye uğramadan devam ederse, Türk devletinin sağlam bir şekilde kuruluşu garanti altına alınmış demektir." Ancak o dönemde bankacılık, ticaret ve sanayi gibi burjuva faaliyetlerini sürdüren Osmanlılardan söz edilebilse de devlet üzerinde önemli bir siyasal etkisi olan bir burjuva sınıfından söz etmek mümkün değildi. Burjuvazi sınıfının gelişmesi önünde ise kapitülasyonlar büyük bir engel oluşturuyordu. İttihatçılar, egemenliklerini yeniden kazanmayı, Avrupalılara Osmanlı egemenlik hakları pahasına ayrıcalıklar sağlayan eşitsiz anlaşmaları, kapitülasyonları, kaldırmayı umuyorlardı. Kapitülasyonlar dayatılırken en temel reformlar bile gerçekleştirilemiyordu. Ve gelişimin önünün açılması için Birinci Dünya Savaşı sırasında 1914’te kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırıldı. Bu tarihten sonra da İTC devlet eliyle yaptığı teşviklerle bir Türk girişimci sınıfı geliştirmek için bir siyaset izlemeye başladı.

1914 yılı ile kapitülasyonlardan kurtulan Osmanlı Devleti, yabancıların ayrıcalıklarına son verdi ve vergide eşitlik sağladı. İngiliz sermayeli Osmanlı Bankası’nın elinden ise para basım yetkisi alındı. Yerli tarım ve sanayiyi korumak için ise yeni bir gümrük sistemi uygulamaya kondu. Tarım alet ve makinaları gümrüksüz bir şekilde ithal edilirken, yerli tarım ürünleri ve çimento, dokuma gibi yerli sanayi ürünleri ağır gümrük tarifeleri ile korundu. Bunların yanında Türk girişimciliğini ve sanayiyi geliştirmek için Teşvik-i Sanayi kanunu çıkarıldı, Sanayi mektepleri ve kadın meslek okulları açıldı, ülke içinde faaliyet yürüten yabancı şirketlere Türk personel kullanma yükümlülüğü getirildi, zanaatkarlık kursları açıldı, Avrupa ülkelerine eğitim almaları için işçi ve ustalar gönderildi, parasız tohum dağıtılıp çiftçilere tarım eğitimi verilmiş ve kamu kurumlarınca bizzat çiftçilik yapıldı.

İTC döneminde kazanımlar sadece ekonomi alanında olmadı. Kültürel alanda da gözler Anadolu'ya çevrilmiş; Halkçılık, Türkçülük ve Milliyetçilik fikirleri filizlenmiştir. Bu hareketin öncülüğünü vatansever bir düşünür olan Ziya Gökalp ile etrafında kümeleşen gençler yapmaktaydı. Gökalp, halk ve aydınlar arasındaki uçurumdan şikayetçidir. Edebiyat-ı Cedide ve Fecr-i Ati'nin Türk halkı veya milleti ile ilgisi kalmamış alafranga aydınından tiksinmektedir. Bu “benliğini” yitirmiş aydın tipine bir tepki olarak Türk milletinin öz değerlerinin halkın bağrında yaşadığına inanmaktadır. Aydın, halka gidecek, bu öz değerleri (hars) ondan öğrenecek, ona da “medeniyet” götürecektir (Avcıoğlu: 1969: 126). Ve bu görüş çerçevesinde “halkçılık” Halka Doğru dergisi, Türk Ocağı gibi yapılar aracılığıyla oldukça yayılmış ve genç aydınlar yoğun bir şekilde köylere gidip eğitim faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Ziya Gökalp önderliğinde ön plana çıkan bir diğer mesele ise bir Türk milleti yaratmaktır. Gökalp, o tarihlerde milliyetçiliği, Türk aydınının halkçılık, yani Türk toplumunu kalkındırma davasında girişeceği siyasi ve kültürel çabalarda yön verici bir ülkü olarak ileri sürmektedir.

Gördüğümüz üzere 1908 Devrimi ile beraber İttihat ve Terakki Cemiyeti, sınıfsal, siyasi, ekonomik ve kültürel alanda ortaya koyduğu pratiklerle 200 yıllık devrim birikimimizin en önemli unsurlarındandır. Ve en önemli devrimci atağımız olan Kemalist Devrimin temellerini atmış, Kemalist Devrimin koşullarını oluşturmuştur. Meşrutiyetlerden, Kemalist Devrimimizden gelen bu mücadeleler Türk Devriminin bütünüdür. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önderliğinde gerçekleşen 1908 Devrimi de Cumhuriyet Devriminin yapılabilmesi için gerekli koşulları yaratması ve devriminin önderi olacak kadroları yetiştirmesi bakımından Cumhuriyet Devriminin öncülüdür.

Kaynakça

Ahmad, F. (1999). İttihatçılıktan Kemalizme, Kaynak Yayınları.

Avcıoğlu, D. (1969). Türkiye’nin Düzeni. Bilgi Yayınevi.

Berkes, N. (2008). Türkiye’de Çağdaşlaşma. YKY Yayınları.

Türkiye devrim tarihi ittihat ve terakki talat paşa