08 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 23°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Jean-Paul Sartre: Varoluşçu felsefenin babası

Varoluşçu felsefenin babası olarak adlandırılan, Nobel Edebiyat Ödülünü reddeden ve Cezayir Kurtuluş Savaşı'nın amansız destekçisi Jean-Paul Sartre'ın yaşam öyküsü.

Jean-Paul Sartre: Varoluşçu felsefenin babası

21 Haziran 1905 tarihinde Fransa’ da doğan Sartre, 15 Nisan 1980 yılında 75 yaşında hayata veda etti. Babasını ufak yaşta yitiren Sartre, annesinin ailesinin yanında büyür. Olgunluk sınavını Ecole Normale Supérieure' de, İsviçre'deki Fribourg Üniversitesi'nde ve Berlin'deki Fransız Enstitüsü'nde okur. Çeşitli liselerde öğretmenlik yapar ve 1928'de Simone de Beauvoir’la tanışır.

1939 yılında İkinci Dünya Savaşı başlayınca, Fransız ordusuna meteorolog olarak hizmet vermeye başlar. 1940 yılında Almanlar tarafından yakalandı ve hapse atıldı. 9 aylık hapisten sonra Direniş hareketine katıldı. Sinekler adlı ünlü oyununu bu koşullarda yazdı ve oyun sahnelendi. Aynı şekilde, Varlık ve Hiçlik adlı kendi felsefesini açıkladığı yapıtını da bu sırada yazdı.

Sartre, savaş sonrası dönemde ise özellikle politik etkinlikleriyle öne çıkmaya başladı. Soğuk savaş dönemi boyunca eleştirilerine rağmen Sovyetler Birliği'ni desteklemiş, Fransa'nın Cezayir'e karşı yürüttüğü savaşa karşı çıkmıştı.

SEVİLEN BİRİ OLUR

1945’te yayımlanan Savaşın Sonu isimli kitabında okurlarını nasıl bir dünya istediklerine karar vermeye ve o dünya için eyleme geçmeye çağırır. Ona göre bundan böyle kendimizi, insanlık tarihini ve muhtemelen dünyadaki yaşamı toptan yok etme gücüne sahip olduğumuzu aklımızdan çıkarmamalı, hayatta kalmak istiyorsak özgür seçimlerimizle “yaşamaya” karar vermeliyiz.

Bu cesaret verici düşünce, savaş yıllarında çok cazip bir manifestoya dönüşür. Nazi kamplarının, Japonya’ya atılan atom bombalarının, ölümün, açlığın deneyimlendiği bir dönemdir ve bu sorgulama Sartre’ın çok sevilen biri olmasının ilk adımdır.

ATEŞLİ KONUŞMACI

28 Ekim 1945 tarihinde Paris’te yapacağı bir konuşma için izdiham yaşanıp gişeye ulaşamayan çok sayıda kişi salona biletsiz girince Sartre, şöhretinin farkına varır. 1.53 boyundaki bu adam kürsüde müthiş bir hatibe dönüşür. Yaptığı ateşli konuşmasında, orada bulunanlarını çok etkiler. Anlattığı hikâye Sartre felsefesini çok iyi yansıtan bir örnektir aynı zamanda.

Konuşmasında Sartre, Nazi işgali sırasında bir öğrencisinin başına gelenleri örnek olarak verir ve izleyicileri büyük bir ikilemin içinde bırakarak, sorgulama yapmaya teşvik eder. Bu öğrencisi ağabeyi ve babası savaşta ölen ve annesiyle yalnız kalan biridir. Özgür Fransız Kuvvetleri’ne katılarak ağabeyinin intikamını almak ister. Ancak bunu yaparsa yiyecek bile bulmanın imkânsız olduğu bir dönemde annesini tek başına ve korunaksız bırakacak, belki de annesinin Almanlarla başının belaya girmesine neden olacaktır. Sartre bu sorgulama için hitap ettiği kitleye etik, ahlaki, dinsel ve felsefi değil öznel düşünmeyi önerir.

Jean-Paul Sartre: Varoluşçu felsefenin babası - Resim : 1

TARİHSEL BİR PERSPEKTİF OLARAK MARKSİZM

Sartre, hep sol görüşe yakın olur. 1956 yılında Macaristan'ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesine kadar Fransız Komünist Partisi'ni (PCF) desteklemiş, ardından desteğini çekmişti.

1960'ların sonlarında, kurulu komünist partileri reddettiği için Maocuları destekledi. Sartre daha sonra Maocularla ittifak halinde olduğunu reddetmiş ve bundan sonra anarşist olarak tanımlanmıştı. Kendisi de bu tanımlamadan memnun kaldığını belirtmişti.

Sartre’a göre; “Bir Descartes ve Locke dönemi, bir Kant ve Hegel dönemi ve son olarak bir Marx dönemi söz konusudur.” Bu temsilcilerin hepsi, bütün bir kültürün tarihsel ufkunu temsil ederler ve Marx bunların en yetkinleşmiş halidir. Tarihsel bir perspektif olarak Marksizm’i kesin bir şekilde önerir ve “insanlık tarihinin tek geçerli yorumu”nun Marksizm ya da Diyalektik Materyalizm olduğunu söyler.

Jean-Paul Sartre: Varoluşçu felsefenin babası - Resim : 2

NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLÜNÜ RET

Siyasi olarak aktif olması yazarın, edebi ve felsefi yönünü gölgelemez. Sartre her şeyden önce kendisinden iyi bir edebiyatçı ve yetkin bir filozof olarak söz ettirmeyi başarır. 15 Nisan 1980'de Paris'te öldüğünde geride felsefe ve edebiyat açısından önemli metinler bırakır.

Kendi varoluşçu felsefesini işlediği yapıtları; Özgürlüğün Yolları, Bulantı, Gizli Oturum, Kirli Eller, Sözcükler ve Duvar’dır.

Sartre, 1964 yılında kendisine verilmek istenen Nobel Edebiyat Ödülünü almayı ret eder. Ödülün hem yapıtlarına hem de politik konumuna zarar vereceğini düşünür. Tarihe de Nobel Ödülü'nü ilk reddeden ilk kişi olarak geçer.

1974 yılında Sartre'ın gözleri büyük oranda görmez olur. Bu nedenle politik etkinlikleri yavaşlar, ancak her zaman Batı'nın, Doğu üzerindeki baskılarına karşı etkinliklerde bulunur ve insan hakları konusunda her zaman duyarlı olur. Bu tutumuyla, aydınların yeri ve rolü konusunda hem teorik hem de pratik bir örnek oluşturur.

ÖZGÜRLÜK DÜŞÜNCESİ

Sartre’a göre insan olmanın temelinde özgürlük düşüncesi yatar. İnsan, düşünen olduğu kadar seçim yapmak zorunda olan varlıktır. İnsanı diğer canlılardan ayıran da bu özgür seçim yetenegidir. Sartre, insanın yani “ben” olarak adlandırdığı varlığın, doğa tarafından belirlenmediğini, yaptığı seçimlerle kendisini var ettiğini ileri sürer.

Ona göre; “Kendi doğamı, yaptığım seçimlerimle ben oluştururum. Bilincimi kazandığım günden ölümüme dek geçen sürede kendimi inşa ederim. Bu, devam eden bir yapım sürecidir. Sonuçta beni ben yapan da bu özgürlüğümdür. Şimdi bulunduğumuz noktadan bir seçim yaparız ve bu seçimle beraber aynı zamanda kim olacağımızı da seçeriz.”

EYLEM ve DİRENİŞ ADAMI

1968 gençlik hareketlerinin dorukta olduğu günlerde, Beauvoir’la beraber işçi ve öğrenci gösterilerine, barikatlara katılırlar. 20 Mayıs 1968’de Sorbonne Üniversitesi’ni işgal eden öğrencilerin, konuşma yapmasını kabul ettiği tek yazar olarak geçecektir tarihe. O gün oditoryumu işgal eden yaklaşık yedi bin kişilik kalabalık bir öğrenci topluluğuna seslenir. Altmış üç yaşındaki küçük dev adam, torunu yaşındaki öğrencilere seslenirken iki dönem arasında bir köprü görevi görür.

Sartre tüm hayatı boyunca bir eylem ve direniş adamı olarak yaşar. 1980 yılında Sartre’ın cenazesinde büyük bir kalabalık toplanır. Cenaze kitlesel bir gösteriye dönüşür. “Her durum en çok ezilen ve en büyük acıyı çeken kesimlerin gözünden yargılanmalı” demeye cesaret eden Sartre’a karşı bir sevgi seline dönüşür cenaze merasimi.

VAROLUŞÇULUK NEDİR?

Varoluşçuluk, 20. yüzyılda yaşanan pek çok gelişmeyle beraber birey olmayla toplumun bir parçası olma arasında sıkışıp kalan insanın içinde bulunduğu kaotik durumun düşünce dünyasındaki yansımasını ifade etmek için kullanılmaktadır. Varoluş felsefesiyle ilgili birçok düşünür görüşlerini dile getirse de varoluşçu etiketini ilk kabullenen ve bu öğretiyi savunan Jean Paul Sartre’dır.

Sartre’ın çok yönlü bir filozof olması yalnızca düşünce dünyasında değil sanat dünyasında da derin izler bırakmasında etkili olmuştur. Bir sanat formu olan sinemada da Sartre’ın varoluş felsefesinin yansımaları belirli şekillerde kendine yer bulur.

Özellikle modern sinemada, Sartre’ın varlık, hiçlik, seçme, özgürlük, yabancılaşma, öteki ve bulantı gibi kavramları kullanılır. Bernardo Bertolucci’nin “Çölde Çay” filmi felsefi eleştiri yöntemiyle çözümlenmiş; filmde yer verilen varoluşçu temalar ile insan için yaşamın nasıl bir dram olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştı.

Fransa İkinci Dünya Savaşı Cezayir Paris