09 Mayıs 2024 Perşembe
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Oyuncak piyanodan piyanistliğe

Genç piyanist Çağla Gürsoy, müzik yolculuğundaki kilometre taşlarını Aydınlık Avrupa okurlarına anlattı. Piyano ile ilk tanışıklığı küçük bir oyuncak çalgı ile başlıyor, parmakları büyüdükçe piyanonun tuşları artıyor, sesi yükseliyor ve aralarında hiç kopmayacak bir yolculuk başlıyor.

Oyuncak piyanodan  piyanistliğe
A+ A-
ÇİĞDEM ERÇİN

Ankara’da başlayan bu serüven, küçük yaşta sırtında çantasıyla henüz dilini bile bilmediği Almanya’ya
sürüklüyor onu.

  • Ankara’da başlayan müzik eğitiminize çok genç yaşlarda Almanya’da devam etme kararı alıyor, önce Darmstadt daha sonra Paris’te eğitiminizi tamamlıyorsunuz. Aydınlık Avrupa okurlarımıza kendinizi tanıtır mısınız? Çağla Gürsoy kimdir, neler yapıyor?

Ankara’da doğdum, çocukluğumu annem ve ablamın yanında geçirdim. Bugüne kadar toplamda 14,5 yıllık yoğun bir müzik eğitimi sürecinden geçtim. 11 yaşındayken Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nın yetenek sınavlarına girerek piyano bölümünü kazandım. Buradaki orta öğretimden sonra lisede kompozisyon (bestecilik) bölümüne girme hakkı kazanarak, iki sanat dalından da benim için çok özel olan iki hocanın; Sibel Özgün ve Serdar Muhatov’un öğrencisi olarak mezun oldum.
Daha önce ustalık sınıfı olarak adlandırılan kısa süreli kurslar için geldiğim Darmstadt şehrinde, bu sefer Akademie für Tonkunst’ta lisans eğitimi almak için sınava girdim. Bu küçük şehir benim için birçok güzel tesadüfün birikim noktası oldu. Böylece Almanya serüvenim de başlamış oldu. Buraya yerleşene kadar sadece çalıştaylarına katıldığım bağımsız Rachmaninov kürsü üyelerini tanıyordum. Okuyacağım okulun kadrosundaki hocaların hiçbirini tanımıyordum. Yurt dışı eğitim sürecinde öğrenciler, genelde çalışmak istediği hocaları seçer ve “o” hocaların olduğu şehirlere ve okullara gider. O nedenle aslında aklımdaki şehir her zaman Moskova olmuştu ancak çok genç yaşta ve tamamen yalnız başına çıkacağım bu uzun yolculukta kendimi ilk defa şansa bıraktım. İki buçuk ay kadar Almanca öğrenip akabinde iki bavul ve bir sırt çantasıyla 2012 yılında, henüz 18 yaşındayken şu anki “evim” Darmstadt’a geldim. Burada lisans ve yüksek lisansımı yine piyano ve bestecilik üzerine tamamladım. Hem “yeni müzik” keşiflerine devam ettim, hem de fortepiano öğrenerek, klasik ve erken romantik dönemine ait eserleri icra etme fırsatı yakaladım.
Son eğitimim ise CRR Paris’te, konser piyanistliği üzerine oldu. Bir sanatçının kültürünü besleyip ilham alabileceği sayısız sergi gezdim, harika salonlarda konserler ve çalıştaylar dinledim.
Şu an serbest bir sanatçı olarak geçimimin büyük kısmını salgın dolayısıyla ders vererek sağlıyorum, bunun haricinde gelen teklifler üzerine konserler veriyorum, sipariş üzerine de müzik yazıyorum.

Oyuncak piyanodan  piyanistliğe - Resim : 1

‘MÜZİK HEM LÜKSÜM HEM DE ÖZGÜRLÜĞÜM’

  • Müziğe ilginizi ilk ne zaman fark ettiniz?

Hatırlayabildiğim en eski zamanları düşünüyorum; hiç anaokuluna gitmedim. Müzisyen bir aileden gelmiyorum ancak ailemde neredeyse herkesin müzik yeteneği vardır. Evimizde dinlenilen ya da amatörce yapılan her türlü müzik, şu anda olduğu gibi o zaman da beni içinde bulunduğum mekândan, durumdan ve zamandan çıkarıp muhteşem seyahatlere götürüyordu.
Piyano ile ilk tanışmam aslında bir oyuncak çalgı ile başladı. Ben büyüdükçe ve onunla vakit geçirdikçe, onun da tuşları arttı, sesi yükseldi ve eve hep daha iyileri alındı. O büyüdükçe başından kalkmam saatleri bulmaya başladı. Sonuç olarak konservatuara girdim ve piyano artık benim için bir oyuncak olmaktan çıkıp meslek hayatımın demirbaşına dönüştü.

  • Müzik sizin için ne ifade ediyor?

Benim için müzik, temel ihtiyaçlarımdan sonraki en önemli ihtiyacım hem lüksüm hem de özgürlüğüm olmuştur. Tıpkı diğer sanat dallarında olduğu gibi beyin gücünün, ustalığın, hissiyatın ve yaratıcılığın ortaya konulduğu bir alan, müzik. Müzisyen olarak bazen, bir büroda düzenli olarak çalışıp, saat 17.00’de paydosla iş yerinden çıkan ve o an özel hayatına tam dönüş yapan insanlara imreniyorum. Serbest çalışan, hele ki sık sık dinleyici önüne çıkan, yeni repertuvarlara hazırlanan bir insanın ne gerçek bir paydosu ne hafta sonu ne de resmî tatilleri oluyor. Fazla mesai yapmak diye bir şey de yok, çünkü esas olan, sahneye çıkardığınız sonuçtur, siz de ta ki o sonuca ulaşana kadar çalışırsınız. Özel hayat, üretkenlik ve çalışma zaman dilimleri arasında da sınırlar belirsizdir hatta yoktur çünkü muhtemelen zaten evinizde çalışıyorsunuzdur. Sessizlik saatlerine uymanız gereken komşularınız yoksa, tamamen ucu açık mesaileriniz olur. Hayatımı sınırsız müzik yapmaya elverişli bir evde sürdürdüğüm için çok şanslıyım. Tek zorlandığım kısım ise, bazen istediğimde basabileceğim bir ‘kapat’ tuşumun olmaması ve uyku düzenimin sık sık değişmesi.

‘GENÇ MÜZİSYENLER KENDİ ALANLARININ DIŞINA ÇIKMALI’

  • Aslında hedefi olan herkesin, hangi alanda çalışırsa çalışsın, iş bitiminden sonra da zihni hala işiyle meşgul oluyor. Aksi takdirde başarı mümkün olmuyor... Biraz teknik konulara değinirsek, bir eser nasıl çıkıyor? Çalışmalarınızda nelere dikkat ediyorsunuz?

Bir esere çalışma sürecim, ilk olarak zihnimde, bir yönetmen gibi, duymak istediğim sonucu hayal ederek başlıyor. Bir parçanın, bir karakter veya karakterleri barındırması, her müzikal cümlenin nasıl yapılandırılması, sonra da tek tek notaların kendi aralarında nasıl bir hiyerarşi altında, hangi teknikler ve hassasiyetle çalınması konusunda bir plan yaparım. Kafamda belirlediğim tınılara yakın sonuçlar elde edene kadar çalgı üzerinde çalışırım. Bazen de fikirlerimiz zihnimizdeki kadar güzel tınlamayabilir veya el yeteneğimiz ya da kişisel anatomimiz bunu desteklemeyebilir. İşte o zaman alternatifler veya ‘daha güzelini’ bulma serüveni başlar. ‘Güzel’ icra elbette kişilere ve zamana göre değişkenlik gösterir. İşin ilginç kısmı ise, bir müzisyen, kendinden çok emin fikirlerle çaldığı eseri, icrasından yarım sene sonra çok farklı ve başka bir hissiyatla çalabilir. Bu da bizim ne kadar değişken ve spontane varlıklar olduğumuzu gösterir.
‘Her piyanonun kendine
has özellikleri vardır’
Ayrıca piyano, haşmetli, hassas, çok sesli ve çok renkli, yüzyıllardır da gelişmeye devam eden aynı zamanda doğal ve yakın temas kurulması zor bir enstrüman bence. Üflemeli bir çalgı çalarken nefesinizle; yaylı veya telli bir çalgıdaysa tellerin titreşimini parmak uçlarınızda hissederek; şarkı söylerken de enstrümanın bizzat kendisi olarak müzik yapıyorsunuz ve nerede isterseniz, sizin seçtiğiniz veya sizin için yapılmış şahsi çalgınız hep yanınızda oluyor. Piyanistler ise (şimdiye kadar yazılmış repertuvarın çok büyük kısmında) çekiçlerin dokunduğu, seslerin çıktığı tellere değil, o çekiç mekanizmasını harekete geçiren tuşlara dokunuyor. Her piyanonun kendine has özellikleri vardır. Bundan dolayı da bir piyanist, gözlem yapma ve vücuduna olan hâkimiyetini; çalgıya uyum sağlama becerisini çok iyi derecede geliştirmelidir çünkü her salonda, her dokunduğu çalgıda yeni bir piyanoyla tanışır ve onunla iyi geçinmeli; yani ondan mümkün olan en güzel tınıları elde etmelidir.

  • Yurt dışına müzik eğitimi için gelmek isteyen gençlere önerileriniz nelerdir?

Tüm dünya üzerinde çok fazla okul, çok fazla hoca var. Markalaşmış okullarda, yıllarca birçok öğrenciye aynı repertuvarı çaldırıp aynı sonuçları bekleyen, tabiri caizse fabrikasyon müzisyen çıkaran hocalardan kaçınıp kendilerini sanatçı olarak çok yönlü şekilde geliştirecek, gelecekte onları doğru meslek alanlarına yönlendirecek, icracılık anlamında da izinden gitmek istedikleri ustaların bulunduğu okullara yönelsinler. Mümkünse kendi alanlarının dışına çıkarak, farklı sanat dallarına da göz atsınlar. Unutmayalım ki, tüm sanat dalları ve akımlar, tarihte olduğu gibi günümüzde de birbirlerine ilham vermekte ve etkileşim içinde bulunmaktadır. Kendini iyi ifade etme ve karşısındakini anlama becerisine yatırım yapsınlar. Bunu beceremeyen bir insanın, bir dili hatasız konuşmasının pek bir anlamı olmuyor. Eğitimin ilk zamanları, belki çalgı üzerindeki bazı teknik eksiklikleri kapatmakla geçebilir ancak yeri geliyor, bir usta size müzik alanı dışından örneklerle ilham vermeye çalışıyor ve dersler genellikle bir eseri icra etme fikirlerini tartışmakla geçiyor.

Oyuncak piyanodan  piyanistliğe - Resim : 2

‘TÜRKLERİN FEDAKÂRLIĞI DÜNYADA YAYGIN DEĞİL’

  • Almanya klasik müzikte dünyanın en iyi eğitimini veren ülkelerinden. Türkiye ile mukayese ettiğinizde nasıl bir sonuç çıkarıyorsunuz?

İki ülkenin de sosyal yaşam ve çalışma kültüründen doğan büyük farklılıklar, bunların da hem artıları hem de eksileri var. Genel bir gözlem yapacak olursam; Almanya’da insanların sadece yükümlü oldukları vazifeyi yapması, bir topluluğun, örneğin bir orkestranın hemen her üyesinin onlara belirtilen sınırların dışına çıkmaması, aklınıza gelebilecek her mekanizmanın başında bunun için eğitilmiş ve seçilmiş kalifiye kişilerin olması, organize olmayı kolaylaştırırken, topluluk olarak da daha üretken olmalarını sağlıyor. Ancak ‘sadece yükümlü olduğu’ işi yapan insanlar, olması gerekenden biraz daha fazlasını yapmaya gönüllü olmayabilir çünkü karşılıksız iş yapmak veya fedakârlık bizim ülkemizde olduğu gibi yaygın bir durum değil. Türkiye’ye baktığımız zaman, bir okul veya orkestra kadrosunda çalışan bir insanı birden fazla işin başında görebiliyoruz. Bu durum bir taraftan insanı pratik olmaya iterken diğer taraftan profesyonel görev dağılımının oturmamış olduğunu gösteriyor. Ayrıca tarihi çalgı yorumculuğu, orkestra ve koro şefliği, en önemlisi de çalgısal müzik pedagojisi alanlarında ülkemizde maalesef açıklar var. Özellikle bu alanlara yatırım yapılmalı.

  • Son olarak sizi dinlemeye gelmek isteyen okurlarımıza gelecek aylardaki takviminizi paylaşır mısınız?

Çok sevinirim. En son bestelediğim solo gitar parçalarım yakında kıymetli arkadaşım Kalin Yanchev tarafından kaydedilecek ve herkese açık bir platformda paylaşılacak.
Bir kayıt projesi için Hessen Eyaleti Kültür Vakfı tarafından güzel bir burs sağlandı, önümüzdeki haftalarda Darmstadt’taki bence en güzel stüdyoda çok sevdiğim üç besteci Alkan, Ravel ve Saygun’un eserlerini kaydedeceğim.
3 Eylül 2022’de Römerhalle Dieburg’da “Kultursommer Südhessen” projesi kapsamında bir resital vereceğim. Tüm ekibinizi ve okurlarınızı orada görmekten mutluluk duyarım.

Almanya Piyano Piyanist Çağla Gürsoy