28 Nisan 2024 Pazar
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tülin Onat'ın 51 yılının hikayesi: Boşluğu biçimlendirmek

Beşiktaş Çağdaş Sanat Galerisi, Tülin Onat’ın 51 yıllık sanat hayatına tanıklık eden retrospektif bir sergiye ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.

Tülin Onat'ın 51 yılının hikayesi: Boşluğu biçimlendirmek
A+ A-
MERAL BOSTANCI

Beşiktaş Çağdaş Sanat Galerisi, Tülin Onat’ın 51 yıllık sanat hayatına tanıklık eden retrospektif bir sergiye ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Sanatçının tüm dönemlerinden seçkilerle oluşturulan bu sergiye, Beşiktaş Belediyesi ve Beltaş A.Ş. sponsorluğunda hazırlanan kapsamlı bir sanatçı kitabı da eşlik ediyor olacak. Sergi ve otobiyografik kitap, bütünsel tasarımı aşamalarla beliren bir mozaik gibi düşünülebilir. Zira sanatçının duygularla örüntülenmiş biçimsel kompozisyonlarına eşlik eden matematiksel lirizmi, yaşamından imgelerle birleşerek bu mozaiğin değişim ve dönüşüm olasılığına temel oluşturmaktadır. Bu sergi, bu söylemin tam olarak görselleştirilmiş bir sunumu, kitap ise bunun yazıya dökülmüş halidir, denilebilir. Sergi ve kitapta, Tülin Onat’ın çocukluk yıllarından bugüne uzanan inanılmaz bir varoluş hikayesi ve yaratım istencine dair somut göstergeler yer almaktadır. Kitaba yazmış olduğum sunuş metninde de belirtmiş olduğum üzere, bu sergiye dair esas amacım ve hedefim, Tülin Onat’ın özellikle kadın sanatçı kimliği üzerine bir tespit yapmaya yöneliktir. Bana göre, onun nahif kişiliği ve zarif duruşunun ardındaki güçlü kadın imgesinin yapısal analizi, bu yaklaşımı zorunlu kılmaktadır.

Tülin Onat'ın 51 yılının hikayesi: Boşluğu biçimlendirmek - Resim : 1

“Her gün en az üç kadının katledildiği bir ülkede kadın olmak zor zanaat. Ama kadın sanatçı olmak başka bir serüven” diyor Tülin Onat. Bu sözler ilk etapta sıradan sözlermiş gibi görünse de kitabın sayfalarını çevirmeye ve onun 51 sanat yılına eşlik etmeye başladıktan sonra bu söylemin boyutları daha da belirgin hale geliyor; sıradan bir ifade olmaktan çıkıp, hayatın belli anlam katmanlarında varoluşçu bir manifestoya dönüşüyor.

Sanat tarihçileri ve eleştirmenlerin büyük bir bölümü, kadın-erkek sanatçı kavramını cinsiyet ayrıştırması üzerinden okumayı tercih etmez. Hatta ve hatta bu tartışmaların gereksiz olduğunu; kadın etiketini vurgulamanın anlamsızlığını, bunun yerine salt “sanatçı” denmesinin yerinde olacağını savunurlar. Kaldı ki sanat tarihi kitaplarında da bize öğretilen budur. Sanat tarihinde kadın-erkek ayrıştırması olmadan tüm sanatçılar ürettikleri yapıtlarla var olurlar. Peki bu gerçekten de öyle midir? Bugüne kadar bildiklerimiz acaba bize dayatılan bir eril hakimiyetin bencil ve egoist düşünce tohumlarından ibaret olabilir mi? Zira sanat tarihi, savunulduğunun aksine hiç de eşitlikçi olmayan bir biçimde neredeyse tamamen erkekler tarafından yazılmıştır. Ve tarihsel süreç incelendiğinde bu eril gücün, karşı cinsin yani kadınların sanatsal yetilerini ciddiye almadığını bugün hepimizin kabul etmesi gerekir. Bu durumu, değil sanat tarihi düzleminde, dünya üzerinde gelmiş geçmiş en büyük talihsizliklerinden biri olarak değerlendirilmek olasıdır zira dişil topluluk daima hor görülmüş ve ne yazık ki örselenmiştir. Sanat tarihi özeline bakıldığındaysa bırakın yaratma yetisine sahip bir kadın sanatçının eserinden bahsetmeyi, resim tarihinde kadınları hiçe sayan hatta yok sayan baskın bir zihniyetin hüküm sürdüğü görülür. Gerçekten de resim tarihinde var olan birçok eserde erkek ressamların gözünde kadınlar daima niteliksiz ve sıradan işleri yaparken resmedilmiştir. Mesela Ortaçağ’da kadınların, Hıristiyan Kilisesi’nin başat gücünün de etkisiyle süt sağmak gibi gündelik işleri yaparken resmedildiğini görüyoruz. 18. yüzyıla gelindiğinde kadınların resim yapmalarına izin verilir fakat sadece güzellik, zarafet ve alçakgönüllülük gibi kadınlara özgü duyguları somutlaştırdıkları sürece bu mümkündür. Kabul etmek gerekir ki resim tarihi, başlangıcından itibaren her alanda kadın/erkek eşitsizliğine dem vuran örneklerle doludur. Öyle ki bu durum, Rönesans döneminde bile değişmemiştir. Bilindiği gibi sanatçıların bir birey olarak ortaya çıkışlarının Rönesans’la başladığı kabul edilir. Bir sanat yapıtı meydana getirebilecek kişi olarak “sanatçı” kavramınaysa ilk olarak Leon Battista Alberti’nin “On Painting” adlı metninde rastlanır. Ne var ki Rönesans’ta dahi ideal sanatçı tipi bir “erkek” olarak betimlenmiştir. Sanat tarihi bu konuya dair inanılmaz örneklerle doludur: Artemisia Gentileschi, Judıth Leyster, ünlü ressam Jacobo Tintoretto’nun kızı Marietta Robusti bunlardan sadece bir kaçıdır. Tarihsel bağlamda dominant bir şekilde kendini hissettiren sanatın erkek hegemonyasına karşı kimi kadınlar eserlerini takma bir erkek adı ile imzalamış, kimileri sadece adının ve soyadının baş harflerini koyarak önyargılardan kendini korumayı tercih etmiştir. Böylesine eril bir hakimiyetin hüküm sürdüğü sanat tarihi kalıntıları, ne yazık ki günümüze kadar uzanıyor. Çok uzak bir tarih değil, Guerilla Girls’ün sanatta cinsiyet ve ırk ayrımcılığına karşı protestolarını hatırlayın. New York Modern Sanatlar Müzesi’nde açılan 'Uluslararası Resim ve Heykele Bakış' sergisinde işleri yer alan 169 sanatçının içinde yalnızca 13 kadının bulunmasını protesto etmek adına kadın sanatçı ve eleştirmenlerden oluşan Goril maskeli grup faaliyetlerine başladığında tarihler 1985 yılını gösteriyordu. Geçmişte olduğu gibi 21. Yüzyılı yaşadığımız günümüz sanat dünyasında da galerilerin ya da müze koleksiyonları ve sergilerinin sadece ufak bir yüzdesinin kadın sanatçıların üretimlerine yer verdiği bir gerçek ve hepimizin artık bu gerçekle yüzleşmesi gerekiyor.

Tülin Onat'ın 51 yılının hikayesi: Boşluğu biçimlendirmek - Resim : 2

Fakat bu noktaya nasıl gelindiğini de anımsamak gerekir: İnsanlığın ilkel çağlarında toplumlar kadın egemen bir yaşam sürmüşlerdir. Anaerkil dönem olarak adlandırılan bu dönemde, kadınların pek çok konuda denetimi ellerinde bulundurduğu ve toplum içindeki üstünlüklerini gerek doğurganlıkları gerekse üretimdeki aktif rolleriyle sağladıkları görülüyor. Ancak, zamanla özel mülkiyet, sınıf ayrımı ve dinin etkisiyle oluşan baskı, sömürü ve cinsiyet ayrımı gibi etmenler ortaya çıkmış ve kadının statüsünde büyük bir düşüş yaşanmıştır. Anaerkil düzenden ataerkil düzene geçişte talihsiz bir biçimde kadının hem toplumdaki hem de ailedeki yeri ve üstünlüğü değişmiştir. Kadınların evde oturması gerektiğini, başlıca görevinin de yemek yapıp, dikiş dikmek olduğunu dikte eden bu sistem, tarihsel süreçte başarılı kadının gayretlerini küçümsemiş ve onu sindirmeye çalışmıştır.

Çağdaş Türk toplumuna baktığımızda, Cumhuriyet sonrası kadınlara yönelik demokratik hak ve özgürlüklerin verilmesini Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’e borçlu olduğumuzu görüyoruz. Kadını yok sayan bir ulusun var olamayacağını her fırsatta dile getiren Atatürk, Türk kadınlarına hak ettikleri değeri geri vermiş, kadınların erkeklerle eşit seviyede yer aldığını ve toplumda eşit söz hakkına sahip olduğunu kanunlarla aracılığıyla ortaya koymuştur. Ne var ki bugün bile kadının sosyal statüsü ve konumuna dair eşitsizlikçi bir zihniyet, baskıcı bir aile ve toplum yapısı kendini göstermeye devam etmektedir. Hele ki son dönemde daha da artan kadına şiddet ve kadın cinayetleri, bu zihniyetin günümüzde bariz bir şekilde çoğaldığının ispatıdır. Kadının gücünü eskiden beri hafife alan erkek hegemonyasıyla, cinsiyet ayrımını doğumdan itibaren aşılayan köhne zihniyetle savaşmak zorundayız. Yaşanabilir ve eşitlikçi bir toplum yapısı oluşturmak adına buna yükümlü olduğumuzu düşünüyorum.

Tülin Onat'ın 51 yılının hikayesi: Boşluğu biçimlendirmek - Resim : 3

Çağlar boyunca baskın olan söz konusu erkek mitine gözlerini kapayan kimi eleştirmenlerin ve teorisyenlerin aksine ben, bu gerçeği dile getirmenin kadınları; özelde kadın sanatçıları ötekileştirmekten ziyade sanatın demokratikleştirilmesi adına faydalı olacağına inanıyorum. Sadece sanatta değil, yaşamın her alanında çağlar boyunca baskı altına alınan kadınlara kaybettikleri haklarının geri verilmesi zamanının ne zaman geleceğini hepimizin sorgulaması gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Nitekim kendine biçilen yazgıya boyun eğen ve kendi kimliğine yapılan haksız dayatmaları kabullenenlerin yanı sıra öteden beri süregelen geleneğin aksine Tülin Onat örneğinde olduğu gibi idealist ve tutkulu bir sanat aşkıyla bu önyargıyı değiştirmeyi, her şeyi göze alarak kendine prensip edinmiş ve belki de bilmeden bu uğurda canını ortaya koymuş cesur kadınlar da elbette yok değildir. Bizlerin, geleneği tersine çevirmeyi başararak kadına atfedilen hiyerarşik dayatmaların üstesinden gelebilmiş bu özel insanlara minnet duymamız gerekiyor. Birey olma yolunda, eşitliğe dayanan bir sosyal bilinci toplumun her kademesine yaymak adına buna zorunlu olduğumuzu düşünüyorum. Bunu yok saymayı bırakıp, altını çizerek, gerekirse üstüne basarak dillendirmeye ivedilikle ihtiyacımız olduğunu özellikle belirtmek istiyorum.

Tülin Onat'ın 51 yılının hikayesi: Boşluğu biçimlendirmek - Resim : 4

Tülin Onat, hayatın zorluklarının sanatına engel olmasına izin vermemiştir, onlarla iç içe, deyim yerindeyse özdeşleşerek üretimlerine devam etmiştir. Karşılaştığı tüm baskılara, maddi/manevi ya da fiziksel/ruhsal tüm zorluklara rağmen böylesine içselleştirilerek adeta bir varoluş manifestosuna dönüşen yaratım istencine sanatçının tüm dönemlerinde rastlamak mümkündür. Bu tözden hareketle ve tarihsel bağlamda günümüze yakın olması sebebiyle “Çelik Kafes” serisi, somut bir örneklem olarak gösterilebilir. Sanatçının omurgasında oluşan rahatsızlığı nedeniyle aylarca yatağa bağlı kaldığı ve sadece parmaklarını hareket ettirebildiği o zorlu süreçte bile asla yitirmediği yaratma istencini, kanımca “Çelik Kafes” serisindeki küçük kağıt işler fazlasıyla anlatıyor.

Sanatı kendine özgü bir bellek etkinliği haline getirerek kendi dönüşüm evresi içinde yeni bir matematik yapıda sunmayı başaran Tülin Onat, dağınık anımsamaların bir dokuyucusu, benzerlik ve denkliklerin ikiliği içinde adeta kendi tekilliğine ulaştığı eserler üretmiştir. Tülin Onat, sıklıkla gerçeklikten alıntılanan örtülü göndermeler aracılığıyla resimleri parçalar, dönüştürür ve düşsel uzamı tuvale farklı bir biçimde yansıtarak izleyicinin bakış açısını değiştirir.

Tülin Onat'ın 51 yılının hikayesi: Boşluğu biçimlendirmek - Resim : 5

Tülin Onat sergisi ve sergiyle eş zamanlı dağıtımı yapılacak olan Tülin Onat kitabı, sanatçının hayatı ve eserleri üzerinden idol bir sanatçı mitinin varoluş öyküsüdür aynı zamanda. Bu sergi ve sanatçı kitabı, Amerikalı sanat tarihçi, küratör ve yazar Linda Nochlin’in sanatın doğuşu ve gelişimine dair kaleme aldığı “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Çıkmadı” başlıklı metnindeki “görünmez güç akıntıları”na yani süregelen eril iktidar olgusuna kafa tutmayı başarabilmiş cesur bir sanatçı kimliğini anlatıyor. Ataerkil düzene yuvalanan eşitsiz fakat bir o kadar normal gibi görünen söz konusu “görünmez güç akıntıları”na karşı dimdik duruşuyla Tülin Onat, Türk Sanat Tarihi’nde özel bir yere sahiptir ve kanımca çok daha fazla övgüyü hakkeder. Tülin Onat’ın hayatı boyunca karşılaştığı zorlukların üstesinden nasıl geldiği ve sanat adına verdiği mücadele hem 51 sanat yılını içeren sergideki eserleri üzerinden hem de kitabın içindeki metin ve söyleşilerden akıcı bir dille aktarılmaktadır.

Tülin Onat'ın 51 yılının hikayesi: Boşluğu biçimlendirmek - Resim : 6

Tülin Onat, kendi özgün sanatsal çalışmalarının yanı sıra Profesör olarak emekli olduğu Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü öğretim üyesi olarak eğitmen kimliğiyle olsun, Derimod Kültür Merkezi adına yaptığı küratöryel çalışmaları ile olsun Türk Sanat tarihinde saygın bir yer edinmiş; kadını yeteneksiz ve aciz kılan bu sisteme karşı erkek egemen bir ortamda yetişmesine rağmen sessiz bir simge olarak kalmayı reddetmiştir. Onun sadece eserleriyle olan sanatsal varoluş öyküsüne değil, zamanının sınırlarını ve ön yargılarını aşarak ataerkil yuvalanmalara çomak sokan ve o kabullenmişliğe kafa tutan kuşatıcı bakış açısının, toplumsal ayrımcılığı yok etmek ve eşitlikçi düşünce tarzını yeniden inşa etme adına son derece önemli olduğuna dikkatinizi çekmek istiyorum. Milliyetçiliğin, ırkçılığın, toplumsal ayrıştırmaların, cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadelenin artık sadece dillendirilmekten fazlasına ihtiyacı var. Yerleşmiş eril bakışı kırmada, bu önyargıları alt üst edici düşünce tarzına sahip olmak adına bir özörgütlenmeye gereksinim olduğuna işaret etmek istiyorum. Metafor olarak yaratıcı olanın eril olduğunu mitinden, yüzyıllardır varolan formülasyonlardan ve şablon düşünce tarzından sıyrılarak itibarı salt kadın sanatçıya değil tüm alanda kadınlara vermenin ve onları özgürleştirmenin; sanatsal-kültürel mirası yeniden yazmanın zamanı sizce de hala gelmedi mi?

Tülin Onat’ın, ideallerine ulaşmak adına kendini ötelemediği; kendi varoluş öyküsünü, kendini yeniden yazma ve yorumlama mücadelesini anlatan sergisini ve kitabını diğer kadın sanatçılara cesaret ve ilham verici içeriği açısından son derece önemsiyorum. Ve diliyorum ki Tülin Onat, aynı misyonu içselleştiren ve artık dünyaya farklı bir açıdan bakabilen nicelerine önayak olsun!

Beşiktaş tülin onat kabullenmek linda nochlin beltaş