07 Mayıs 2024 Salı
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Uluslararası barış ve tarafsızlık için çok kutuplu bir dünya

Rusya’da 26-27 Şubat’ta Çok Kutupluluk Konferansı düzenlendi. Foruma 130 ülkeden 300'den fazla temsilci katıldı. Forumda Türkiye’den de isimler yer aldı. Vatan Partisi Merkez Karar Kurulu Üyesi Emekli Hava Kurmay Albay İhsan Sefa forumun ilk gününde konuşma yaptı.

Uluslararası barış ve tarafsızlık için çok kutuplu bir dünya
Aydınlık Muhabiri Yiğit Saner, Doç. Dr. Erdem İlker Mutlu, Emekli Hava Kurmay Albay İhsan Sefa, Vatan Partisi Rusya Temsilcisi Mehmet Perinçek, Prof. Dr. Ali Murat Özdemir.
A+ A-
Doç. Dr. Erdem İlker Mutlu

Çok kutuplu Dünya Forum'unun davetlisi 130 ülkeden gelmiş akademisyen, uzman ve bürokratlar, ev sahibi Rusya Federasyonu'nun değerli hükûmet temsilcileri ve akademisyenleri…

Öncelikle beni dünya tarihi açısından çok önemli bulduğum böyle bir konferansa davet eden ve yönlendiren öncülere teşekkürü borç bilirim.

Bugün sizlere, bu toplantının amacı ile çok bağlantılı olduğunu düşündüğüm egemenlik, barış, tarafsızlık ve çok kutupluluk arasındaki ilişkiye dair görüşümü açıklamak istiyorum. Her kavramın geniş bir tanım kataloğu vardır. Bu nedenle, sadece alışılagelmiş klasik anlamları ve devlet teorisine Weberci yaklaşımla ilerleyeceğim.

Weberci devlet teorisi perspektifinden egemenliğin devlet güçleriyle ilişkisine odaklanıldığında, egemenliğin bir devlete şiddet tekelini yasallık ve meşruiyetle donatılmış bir denklemle sağladığını görmek şaşırtıcı değildir.

Bu nedenle devlet, fiziki egemenlik alanı içindeki yegâne otorite haline gelir. Bu yetki sorgulanamaz. Devlet şiddeti, fiziksel ve zihinsel olarak kendi yetki alanının dışına çıkarsa, konu uluslararası hukuk meselesi haline gelir. Bu nedenle devlet artık uluslararası düzlemde hukuk ve [bozuk] düzeni yaratan bir öznedir. Devlet, kendi uygulamasını ve hukukun ne olduğuna olan inancını beyan ederek, uluslararası alanda yetkisini kendisi sınırlandırmaktadır. Bundan dolayıdır ki karşısında başka bir egemenin bulunmaması koşuluyla, alanını genişletmekte bir sakınca görmeyecektir. Örneğin, 1899 Lahey Barış Konferansı’ndan önce güçlü bir devletin, daha zayıf bir devletle barış statüsünü tercih etmesi pek mümkün değildi. Dolayısıyla sorunsal, fiziki sınırlara meydan okuyan güçlü bir devlete karşı uygun bir savunmanın bulunup bulunamayacağı gibi görünüyor.

Uluslararası barış ve tarafsızlık için çok kutuplu bir dünya - Resim : 1
Forum’a birçok ülkeden siyasi temsilci katıldı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da bir konuşma yaptı.

DEĞİŞEN OYUN

Ancak, sömürgeciliğin icadıyla, oyun değişti. Başta sömürgeci güçler ve müttefikleri olmak üzere bir grup devlet, dünyanın başka yerlerinde veya tamamında yeni bir hegemonya yaratacak bir yapı kurmuşlardır. Bu yapı, tüm rakipleri tereddütsüz korkutmuş veya yok etmiştir.

Bu nedenle, kendini savunma gücü veya güçlü müttefikleri olmayan bir devlet için sömürgeci bir saldırı ölümcül sonuçlara yol açabilir. Yüzyıllardır acımasız sömürgecilik, günümüzün büyük güçlerinin topraklarında bulunanlar da dâhil olmak üzere pek çok medeniyeti yok etmiştir.

Bugün, Batılı Müttefiklerin eylemleri ile 19. yüzyıl öncesi sömürgecilerin eylemleri arasındaki tarihsel köklerin ve benzerliklerin hâlâ devam ettiğini inkâr etmek pek mümkün değildir. İki veya daha fazla eski sömürgeci güç bir araya geldiğinde bu ittifakın davranışı müttefik-merkezci ve tek kutuplu bir dünya yaratmaya dönüşmektedir. Çünkü egemenlik ve iktidar bir merkezde toplandığında onun kendi meşruiyetini ve hukukunu yaratarak genişlemesini engelleyecek hiçbir şey yoktur. Üstelik hegemonyanın elinde acımasız bir güç varsa, sosyo-politik uçlar küresel totalitarizm dünyasının duvarlarına daha da yaklaşacaktır. Dolayısıyla günümüz dünyasında tek kutupluluk başlı başına bir tehlike değil ancak Küresel Azman (Leviathan)’ı yaratan bir Dr. Frankestein’a dönüşebilir.

Çok kutupluluk, tüm bu tablonun aksine, birbirinin sınırsız genişleme çabalarını boşa çıkaracak karşıt güçlerden oluşan bir dünya yaratmaktadır. Dolayısıyla çok kutuplu bir dünyada, egemenlerin birbirlerine karşı yükümlülüklerini yerine getirdiği, pratik bir uluslararası hukuktan bahsedebiliriz. Barış durumuna saygı gösterilmesi ve çatışmalardan uzak durulması bu yükümlülükler arasında öncelikli olarak yer almaktadır. Aksi takdirde, çok kutuplu bir dünyayı temsil eden Birleşmiş Milletler aracılığıyla dünyanın 1945 sonrası yapısal tasarımı kurgu olarak kalacaktır ve savaş kurbanı çocukların artması engellenemeyecektir.

ÜÇÜNCÜ DEVLETLERİN TARAFSIZLIĞI ÖNKOŞULU

Çatışmada kitlesel sivil zayiata neden olan vekâlet savaşçılarını kullanan bu Küresel Leviathan yeni ortaya çıkmış bir gerçek değildir. Ülkem Türkiye, 1980’li yıllardan bu yana bu emperyal-hegemonik yapının desteklediği terör saldırılarında binlerce vatandaşımızın hayatını kaybettiği görmezden gelinemez. Donbass bölgesinde 2014’ten beri devam eden bir başka vekâlet savaşı ise sivilleri hedef alarak binlerce kişinin hayatını mahvetmiştir. Dolayısıyla, on yıldan kısa bir süre sonra, Küresel Leviathan’ın etkisiyle, Gazze’de, sivillerin ağır bombardımanlara maruz kalması sürpriz değildir ve tüm bu benzer saldırılar, çok kutuplu bir dünyanın gerekliliği konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmamaktadır. Küçük Asya, Orta Doğu, Kafkasya, Donbass ve gezegenin diğer pek çok yerindeki halkları kurtarmak için savaş mağdurlarının, saldırganlarla orantılı güçlere sahip müttefiklere ihtiyacı bulunmaktadır. Aksi halde merhameti olmayan saldırgan ittifaklar, uluslararası düzende kendi hukuk ve meşruiyet anlatımlarını ortaya koymuş olurlar.

Çok kutupluluk aynı zamanda üçüncü devletlerin tarafsızlığının da ön koşuludur. Çatışmaların üçüncü tarafları, tarafsız kalma konusunda, büyük bir gücün baskısına maruz kalmadıkları zamanlarda daha rahat hissederler. Günümüz koşullarında Orta Doğu, Doğu Avrupa ve Güneydoğu Asya üzerinde hegemonyasını genişleten Batılı müttefiklerin, çatışmalar karşısında tarafsız kalmayı tercih eden üçüncü devletler üzerinde baskı oluşturduğuna şüphe yoktur. Çok kutupluluk koşullarında ise tarafsız kalmak isteyen üçüncü devletleri baskı altına alacak bir hegemonya alanı yaratamazlar. Çok kutupluluk, genişleyen hegemonik yapılar hesabına çatışmalara katılmak istemeyen devletlerin tarafsızlığının güvencesidir. Tüm dinleyenlere şükranlarımı sunuyorum.

DÜNYA HALKLARININ YÜKSELEN ANTİ-EMPERYALİST DUYGULARINI SOMUT POLİTİKA ÖNERİLERİNE DÖNÜŞTÜREBİLECEK TARTIŞMA ALANLARI

Uluslararası barış ve tarafsızlık için çok kutuplu bir dünya - Resim : 2
Forum’a özellikle Afrika’dan çok sayıda temsilci katıldı.

PROF. DR. ALİ MURAT ÖZDEMİR

Sayın Özdemir’in Konferans’ta yaptığı bildiriyi okurumuza sunuyoruz. Arabaşlıklar Aydınlık tarafından konuldu:

Bugün dünyada emperyalizm karşıtlığının arttığını görüyoruz. Ancak artan emperyalizm karşıtlığına rağmen, dünya halklarının emperyalizm karşıtlığını somut politika önerilerine dönüştürebilecek tartışma alanlarında bir artış gözlemlemiyoruz. Bu kısa konuşma emperyalizm karşıtlığını somut politika önerilerine dönüştürebilecek tartışma alanları önermektedir.

Bunlardan ilki borç emperyalizmi diyebileceğimiz bir husustur. Bugün artan küresel borçluluğa rağmen (1970’lerde Latin Amerika’daki başarısız oluşumu bir kenara koyarsak) borçluların küresel bir örgütü bulunmamaktadır. Oysaki doların altına endekslenmediği bir dünyada, borç verenlerin değer üretmeden borç verdiği, borç alanların ise borçlarını değer üreterek ödemek durumunda olduğu söylenebilir. Şunu demek istiyorum: Borç verenler borç alanlara aktardıkları parayı, onlara aktarmak yerine, iç piyasalarda kullansalar karşılaşacakları şey yüksek enflasyon olacaktır. Altın standardının kaldırıldığı 1971 senesine bir de -1990’lardan sonra ortaya çıktığı haliyle- finansallaşma sürecini ve bunun gereği olarak merkez bankalarına ve sair kuruma verilen “ulusal alan dışından gelen çıkarların savunulması” görevini eklediğimizde, karşımızdaki durum vahim bir hale gelecektir. Gelinen noktada eşitler arasında sözleşme temelli iktisadi bir ilişki değil, bariz istismar ve sömürü düzeneği bulunmaktadır. Öyleyse, alacaklıların örgütleri varken borçluların örgütleri bulunmaması nedeniyle, “dünya çapında borçlu devletler örgütü kurulması” meselesi tartışılmalıdır. Söz konusu tartışma konusuna “Altın Standardına” geri dönüş ve “belirli bir devlete uluslararası düzlemde senyoraj hakkı benzeri imkânlar tanıyan düzeneklerin yasaklanması” alt başlıkları da eklenebilir.

BEDELSİZ TALAN EDİP KALKINIYORLAR

İkinci olarak fikri mülkiyet haklarının nasıl olup da gelişmekte olan ülkelerde kalkınma sorunlarını artırdığı tartışması öne çıkarılabilir. Bu kapsamda merkez kapitalist dünyanın, dünyanın geri kalanına ait ne varsa bedelsiz talan edip kalkındığı unutulmamalı, fikri mülkiyet hakları meselesi, bu kapsamda daha eşitlikçi bir şekilde yeniden düşünülmelidir.

Üçüncü olarak, uluslararası göç ve iltica düzeni hakkında tartışmalar ve öneriler öne çıkartılabilir. Unutmamak gerekir ki liberalizmin ve dolayısıyla günümüzün emperyalist küreselleşme dalgasının kendisini meşrulaştırmak için verdiği söz (ürettiği ütopya) üretim unsurlarının serbest dolaşımıdır. Üretimin unsurlarını oluşturan para ve benzeri araçlar, hammaddeler, fikirler, hizmetler serbestçe dolaşırken, üretimin en temel unsuru olan emeğin, “az gelişmekte olan devletlerin” sınırlarına hapsedilmesi, -bizi bir kenara bırakın- neo-liberal söylem açısından bir çelişki teşkil etmektedir. Pek çok durumda mültecilerin varmak istediği merkezler/şehirler, kolektif emperyalist bloğu oluşturan ülkelerin başkentleridir. Zaten bu insanların ülkeleri de kolektif emperyalist yayılma nedeniyle yaşanamaz hale gelmiştir. Öyleyse bu kısa konuşmada önerebileceğimiz son tartışma konusu da “emeğin uluslararası dolaşım sürecinde kolektif emperyalist ülkeler tarafından dikilen engeller” başlığını taşımalıdır.

Dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Rusya Vatan Partisi