12 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

YALÇIN KÜÇÜK/ Hobson & Keynes & Marx (I)

YALÇIN KÜÇÜK/ Hobson & Keynes & Marx (I)
A+ A-

Apparatçik, aparat, bir vida olabilir, "kullanan adam" anlamında olsa da, artık kendisi bir "aparat", bir vida olmuş insan yerine kullanıyoruz. Dilde sıçrama yapıyoruz ve insandan çıkışa işaret etmiş oluyoruz. Şimdi, bu tekeliyet mengenesinde, öbek öbek kadınları insanlıktan çıkarıyoruz, bir kolay yolunu bulmuş haldeyiz. Bir iş veriyoruz, hep o işi ve hep kadınlara; bu ezme ve eze eze apparatçik, giderek aparat yapma yolumuzdur, yığın yığın kadınları insanlıktan çıkarıyoruz. En son bir de süslüyoruz, muhtemelen çok para veriyoruz, bütün "yatırım" firmalarının, bütün tahvil şirketlerinin "baş" ekonomistleri artık kadınlardır. Haberleri yok, ben onları artık kadın görmüyorum. Hiçbirini yanıma yaklaştırmam, hiçbirinin yatırımına bakmam ve hiçbirinin yatağına yatmam çünkü kadın değiller. Ne mi, sadece "acaip", bunu diyebiliyorum.

İnsanlıktan çıkış

Önce telefon operatörleri ile başladık. Baktık ezme yoludur, posa yapıyoruz, eskiden telefon santralleri manueldi, hep kadın yaptık. Sonra ilaçları fabrikasyona tabi tuttuk ama yine üniversite mezunlarına sattırıyorduk, satıcıları kadınlardan tuttuk, onlar da "eczahane" yazılı bakkal dükkanlarının önüne oturup yün ördüler, artık evlerinde, kocalarının yatağına girince de, aldığımız bilgilere göre, koca denilen adamlarına sadece yün örüyorlar. İnsanlıktan çıkmışlar.

Tekstil işçileri

Kız, Ayazağa'da yaşıyor, mahallenin eski halini bilirim, on dört yaşında imiş, tekstil işi yapıyormuş, spiker sormuştu, "denize giriyor musun", Ayazağa İstanbul'dadır, tekstilci kız cevap vermişti, "hiç görmedim." İstanbul'da doğmuş, beş yıllık tekstil emekçisi kız ve hep "kız kalacak", denizi görmeden yaşayacaktır. Bütün tekstil işçileri artık kadındırlar ve onlara "kadın" diyemeyeceğiz, ütüdürler, makas da olabilirler. Hep makinenin pedalına basarlar.

Sık sık yanarlar. "Kadınlar Günü", New York'ta çok sayıda "T-işçisi" yanarak öldüğü için kondu, nerede ise çoğu Yahudi idiler, böylece Gün'lü oldular. Yakında Le Monde Diplomatique bir felaket olarak yazmıştı, Bangladeş'te de yandılar. Çok yandılar. İçlerinde yanan erkek yoktu, yazılanlardan insan olduğunu da çıkaramadım, yandılar. Ancak tavsiye ediyorum, Paris'ten, New York'tan, en lüks avm'den, en güzel tekstil ürününü alırsanız, bakın, içinde bir yerde Bangladeş işareti olmalıdır. En iyisi orada yapılıyor ve bizimkilerden daha iyidirler. Bangladeş, T-işçileri birincidirler.

İktisat profesörleri var, hepsi yatırımcıların "baş" ekonomist kızlarına benziyorlar, hiç "bi-şi" bilmiyorlar, sektörlerden anlamazlar, ben meslekten plancıyım, bir "TİT" sektörü icat ettim, aydınlarımızı bir zamanlar vuran "TİT" ile isim benzerliklerine işaret ediyorum. Habersizdirler. Bu, Tekstil-İnşaat-Turizm mesleklerinden meydana geliyor, Türkiye şimdi TİT boynuzları üzerindedir. Boynuzlu sektör de diyebiliriz, bir, düşük ücret buradadır, iki, sendika yoktur, üç, sigortasız çalışma esastır, dört, müfettişler uğramazlar ve iş kazaları yüksektir, beş, mankenler TİT'e bağlıdırlar, altı, reklamları TİT yaşatır, yedi, orospu ve fahişeler, sektörün by-product'larıdır, sekiz, TİT gerilerse, ahlaksızlık azalacaktır. Bir, corollary, TİT yobazizme muhtaçtır. TİT yüksekte olmak zorundadır. Hediyesi orospu sektörüdür.

Bozulma imalathanesi: TİT

Ey Türk emekçileri, birinci düşmanınız TİT'tir.

Ve biz ilk plancılar, Birinci Beş Yıllık Plan'dan beri tekstili, inşaatı, turizmi teşvik etmeyiz. Üçü, bir bozulma imalathanesidir. İstemeyiz ve karşıyız. Biz kalkınmacı ve dolayısıyla sanayiciyiz.

Ekonomi politik

Profesör Korkut Boratav, "Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm" kitabında, Ricardo'dan bu yana iktisadın konusu burada yazılıdır, şu özeti veriyor: "1980'li yıllarda Türkiye burjuvazisi, Türkiye'yi 'düşük ücretli' bir ekonomiye dönüştürerek dünya kapitalist sistemi ile bu konumda bütünleşmeye dönük bir strateji izledi." Güzel, hepsi budur ve önce başladı, ama eylülizm'in esası budur. Ekonomi politik de bu değilse, nedir; "baş" aşağı yatan yatırımcı kızlardır.

İktisadın aparatçikleri

İlkokul öğretmenleri, banka çalışanları, önce kadın oldular ve sonra insanlıktan ve kadınlıktan çıktılar. İktisatta tersinden gittiler, olmayan bir mesleği önce kadınlara verdiler, sonra verdiklerini son derece edilgen yaptılar, "baş" ekonomist kadınlar, haminne misli konuşuyorlar, "duruma bakmak gerek", "fed'in ne yapacağını bilmiyoruz", "havalar biraz bulutlu", "temkin gerekir", "ama risk de alınabilir", ve bütün bunları süzülerek söylemek uygundur. Öyle yapıyorlar. Karşılarında pek süslü erkek var, Fatih Ürek tarzı konuşuyorlar.

Apparatçik edilgendir.

Edilgen, insanlıktan çıkış sürecinden bir hayvandır.

Sovyetoloji yolu

Çok iş yaptım, birisi de "sovyetoloji" oldu, herhalde bu memlekete bir "sovyetolog" gerek yollu düşünmüşümdür, Rusça öğrendim. Başladım. Ben bu işe girdiğimde, dünyanın en büyük sovyetologları Harvard'ta idiler, hep kitaplarını okuyordum. Ancak bir ara öğreniverdim, öğlen yemeklerinde refectory'de buluşuyorlarmış, sonra fark etmişler, bu meşhur sovyetologlar birbirlerine bir tek söz dahi söylemiyorlar. Küs değiller amma birbirlerine söyleyecek bir tek sözleri dahi yoktur. Hepsi böyledirler.

***

Birisi Sovyetler'de maşinostroeniye, machine building ve diğeri Sovyet ineklerinin memeleri üzerinde, nipple diyebiliriz, çalışıyor, diğeri hakkında hiçbir bilgisi yok ve ilgi de duymuyor. "Sovyet" sözcüğü pek boğucu bir etki yapıyor, duymak dahi istememektedir. Boğuluyorlar. Birbirlerine değil, hayatlarına küsmüş halleri var.

İktisada giriş dersleri

İktisada yeniden giriş dersimde, ilk önce elime Divitçioğlu'nun "Anlatıyor" kitabı geldi; çok özensiz anlatılmış ve çok beceriksizce yazılmış, hepimizin talihsizliğidir. Ancak çok katkı var ve devam ediyorum.

Asaf Savaş Akat ile başlıyor, sevdiğim bir insandır, bende hep pembe bir balon etkisi yapmıştır, çocuk yanıma hitap ediyor; kadınlar da çocukturlar ve pembe balona kapılıyorlar. Herhalde bu yüzden hemen evleniyor ve hemen boşanıyorlar; balonu patlattıklarını düşünebiliriz. Güzel, anlatılanlardan öğreniyoruz, Barış Manço ile saksafon çalıyormuş; bırakması, hem iktisat ve hem de müzik dünyası için kötü olmuştur. İktisat kazanmamış ve müzik kaybetmiştir; ancak sevgim bakidir.

Oligark eğlencesi

David Frost, İngilizler'in tele-vizyon-tartışma yıldızı, Amerika'ya transfer olunca, İngilizler hem güldüler ve hem de yandılar, "biter" dediklerini hatırlıyorum. Bitti ve yakında bu dünyadan da ayrıldı ve ben de Taner Berksoy, Ankara'dan İstanbul'a hicret edince aynı düşüncelere kapılmıştım. Televizyonlarda, Asaf ile beraber oligarkları rahatlattılar ve eğlendirdiler. Fakat, Anlatıyor'da kendisini de rahatlattığını sanıyorsa, yanılıyor ve sadece saçmalamaktadır. İstanbul'da ve Ankara'da müthiş iki iktisat merkezi varmış ve "her iki odağı da 80 darbesi" dağıtmış, söylediği bunlardır. 80 Darbesi'nin dağıttığı, daha çok, bazı kafalardır.

İstanbul'u gördük, Ankara'da ise yoktular ve isimlerini sayıyor, bunlara girmiyorum, hiçbirini iktisatçı sayamayız ve şimdi tele-vizyonlardaki "baş ekonomist" kızlardan hiçbir farkları yoktu ve yokturlar. Ve Harvard'taki sovyetologlar misli birbirlerine söyleyecek sözleri dahi yoktur; bir, sonradan edinme matematikle iktisat olmuyor ve iki, matematik eve gelip ev sahibini kovan misafirdir. İktisat öğrenmediler ve bilmediklerini anlatmaları imkansızdır. Emekliliklerine doğru eşlerine ve çocuklarına da sözleri tükenmiştir, tüketici bir yoldan geldiler.

İktisatçı Boratav

Eylülist Darbe Profesör Korkut Boratav'ı da üniversiteden "attı", ama Korkut iktisatçıdır, "Türkiye'de Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm" mükemmel iktisattır. Divitçioğlu'nun ve Ankara'daki Berksoy yıldızlarına tam ve inandırıcı bir darbedir, tavsiye ediyorum. Şunu da ekliyorum, Korkut, günlük ve konjonktürel iktisat üzerinde de konuşabiliyor ve görüşler bildiriyor; her zaman müdahale etmektedir. İktisatçı Korkut'tur. Vardır, az ama yeterlidir.

Bloomsbury sosyetesi: Uç-veren aydınlar / İnsanlar

Adını Londra’da, Home Office’e yakın bir semtten alıyor, bir grup aydın orada toplanmışlardı, 20. yüzyılın başındadır. Asrın başında, yirmi yıl diyebilirim, 1905-1925, sınırları ben çiziyorum, sanki insan fışkırıyordu. Keynes, Virginia Woolf, Strackey, eşleri, kardeşleri, sevgilileri, her anlamda yakın, sanki birbirinin içinde yaşadılar. Belki de bu nedenle “Bloomsbury Grubu” deniyor, bir gruptular.

Yeninin doğuşu

Lenin, Mustafa Kemal, Enver, Einstein, Picasso ve Şostakoviç, bir demet seçtim, bu zaman kesitine aittiler. Sanki tarih sıkışmış, adam fırlatmaktadır.

***

Hepsi içine doğdukları dünyadan rahatsızlar ve hepsi arıyorlar, Keynes’in “Genel Teori” önsözünde işaret ettiği üzere, pek de aşina olmadıkları bir yoldan gidiyorlar. İnsanın bilmediği yoldan yürümesi pek heyecan verici olmalıdır. Belki de sadece buna yürüyüş diyebiliyoruz. Herhalde hep aynı sokaklarda yürümek kısırlaştırıcıdır. Sosyete’nin patladığını biliyoruz.

Hep aradılar. Hep denediler. Erkekleri homoseksüaliteye, kadınları lezbiyenizme baktılar. İçlerinden Virginia türü intihar deneyenler de oldu, aşırı teorik bir uygulama, diyebilirim. Kimseye tavsiye etmiyorum.

İştahla yaşamak

Bu sosyete hakkında pek çok kitap var, ben de yazmak istiyordum ama zaman nerede, ancak Londra’da mahalleyi geziyordum, sonra şu sosyete’ye Bloomsberry de diyorlar, strawberry’e kinaye, “çilek” demek, “berry” kırmızı-kızıl, yemesi kolay, yumuşak meyveler. Her anlamda birbirlerini yediklerini anlatmak istiyorlar. Müthiş canlı ve iştahla yaşadılar.

***

Dışarıya açıktılar. Londra’ya Bolşoy Balesi gelmişti, baş balerina harika idi ve çok güzel; Keynes evlendi. Keynes, Sovyetleri de ziyaret etti, kitabını okuduk. Ve bu kadar değil, Genel Teori’de “Sovyet Parmağı” olmalıdır ve ben görüyorum.

Mübeccel Kıray’ın evi: Cuma’ları Kızılay’da open-house

Atina’da amfiteatr’lar var, Antalya’da Aspendos benzerleri, Paris’te salonlar, kendilerini bilenlere serbesttirler, bütün tartışmalar ve bütün dedikodular oradadır, hepsi sabaha kadar Paris sokaklarına akarlar, pek büyük aşklar bu salonlarda başlıyorlar. Ayrıca ilanlardan meşhur metresleri de öğreniyoruz. Bir de Hegel’in “doğru gerçektir” kaidesine, düşüncenin salonlardan sokaklara yayılmasının eşlik ettiğini mütalaa edebiliriz. Öyle yapıyorum.

İstanbul salonları

Geç Osmanlı’da salonlar daha çok Şişli’dedir, “Şişli’de bir apartman...” Apartmanlarda evler var, yazın Erenöy ve kışın Şişli’de yaşamak usûldür, bu evlerde tartışma, zaman zaman okuma yapılırdı, muhalifler çoktular, bazen birisi “vızzz” derdi, on dördüncü yüzyıl Fransası’ndan kalma bir işarettir, gizli polise “moskito” deniyordu, şüphelenmiştir. Dururlar, etrafı koklarlar. Fısıltıyla da olsa sürdürürler.

Kıraylar’ın evi, Kızılay’da, Mustafa Kemal Bulvarı üstündeydi, Saraçoğlu Mahallesi çok yakın, Meşrutiyet Caddesi’ne uzak değil, bu cadde Mithat Paşa’ya dik, Selanik’i yandan kesiyordu, Selanik ile Bakanlıklar nerede ise yan yanadır. Selanik’te, Selanik’ten gelenler oturuyor, evden çıkıp Bakanlık’taki odalarına gidiyorlar, yönetmeyi bırakmıyorlar. “Salon”, Doktor İbrahim ve Profesör Mübeccel Kıray’ın evindedir ve “ev” Vali Konağı’nın karşısındadır. “Vızzz” mümkün ancak güvenlik tamdır. Buna da ihtiyaç hep duyuyorduk, üstelik Doktor ve Profesör, “51 TKP Tevkifatı” ile ilgilidirler, demek tarihi hiç bırakmıyoruz.

Salonların müdavimleri

Pek sevilirdi, Doktor’a “İbo” deniyordu, az konuşan, orkestra şefi türü bir ev sahibi, her Cuma Akşamları uzaktan “aydın” sayılan, hep “sol” bilinen bir grup kendi kendini seçmişler, bu salonda olurlar, bunlara kapı açıktır. Daha çok Ankara Üniversitesi ve Odtü mensupları, kıdemli münevverler buradadırlar.

Paris Salonları’nda Londra’dan gelenler oluyordu, Washingtonlı Benjamin Franklin’in resmi dahi var, Kıraylar’da Cuma Akşamları, İstanbul’dan Yaşar Kemal’i hatırlıyorum, galiba oğlu Reşit de, Behice Boran’ı da, gerçi milletvekilidir, arada bir görüyordum. Mübeccel’in çok yakını Profesör Nermin Abadan hiç eksik olmazdı ve gelenler daha çok genç akademisyendiler. Necat Erder ve Türköz en devamlılardan, Necat Hoca bir tür animatördü. Sudi, kendinden önce giden öksürüğü ile en erken gelenlerdendi. Temren ve ben, her Cuma salondaydık, sanki yoklama yapıyorlar.

Fikir tartışmaları

Vietnam’da Vietkong’un Amerikan güçlerine darbe indirdiği zamanlar, tartışmalar daha ateşli olurdu. Kadehler kaldırılırdı, ihmali yoktur. Gecenin ilerleyen saatlerinde pastırmalı kuru fasulye usûldendir. O tarihte geceler uzundular.

Altmışlı yılların önemli düşünce kazanlarından birisi bu salondur. Başkaları da var, Hümeyra’nın annesi Melike Hanım’ın salonu İstanbul’da ünlü idi, herhalde sol’un yükselişi ile kapanmıştır. Salonlar yerlerini panellere, konferanslara ve yavaş yavaş meyhanelere bıraktılar. Ancak Nahit Hanım’ın geceleri uzun sürdü, Orhan Veli’nin “aşkı” olarak biliniyordu; beni de çağırdılar, yetişemedim. 12 Mart hepsinin köküne kibrit suyu döktü ve 12 Eylül, insanların birbirini görmesini, defacto yasaklamıştır. Kurutmuştur, demek istiyorum. Bunlar, helenizm ve Paris’ten kalma usûllerdir, “aydın” halleridir. Böyle yaparak mücadele ediyorduk. Öyle oluyorduk. Aydın olma sürecidir, diyorum.

Bir nokta şudur, biz, 1963 yılına kadar Avrupalı idik, Avrupa Birliği’ne başvurduk, güçlü bir kopuş hareketi başlamıştır. İslamizm, yobazizm, tarikatlar ve akepe, işte bizi bu karakterimizden, artık kendimiz olan kültür ve ahlakımızdan koparmak için, acımasız bir aşiret savaşı için örgütlendi, saldırıyor, savaştadır.

Ama ilk Hıristiyanlar misli kırıldık ve kırılarak pek yorduk. Artık dökülmektedirler. Yorgun sürülerle savaşıyoruz.

Gezi’de canlanan insan

Güzel, bütün dünyada, bütün tarihle süzülmüş merkezlerde, kısaca “Gezi” dedikleri bu canlanmaya adeta hayranlık ve heyecan duymalarını işte burada aramak durumundayız. Canlanmada, o damarın ve o insanın canlanmasını gördüler.

Bir, bizden daha çok önemsediler. İki, akepe’nin ekabiri, zararımız büyüktür, dediler. Laf mı, bu daha başlangıç, bizimkiler öyle bağırıyorlar.

Son Dakika Haberleri