26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Her şey kötüye gitse de müzik ve edebiyat kalacak’

Sevin Okyay büyük bir enerjiyle edebiyattan spora, müzikten sinemaya kadar pek çok alanda kalem oynattı. Mütevazı kişiliği ve eğlenceli üslubuyla bilinen, yaşamını bir kültür-sanat emekçisi olarak geçiren Okyay, hayatında iz bırakan 72 kişiyi ‘Ara Sıra ve Daima’ kitabında kaleme aldı.

‘Her şey kötüye gitse de müzik ve edebiyat kalacak’
A+ A-
DAMLA YAZICI

-Sanat ve spor dünyasından çok kıymetli isimlerin olduğu 72 portreye sizin gözlerinizden baktığımız bir kitap “Ara Sıra ve Daima”. Bu kitap nasıl oluştu ve sizin için neyi ifade ediyor?

Aslında buradaki 72 portre şu an düşünülerek oluşturulmadı. Ben gazetedeydim o zamanlar. Önce Utku çok komik diye Utku’yu yazalım dedik. Sonra Haluk’u yazdık. Sonra arkası geldi. Bana Radikal’de dediler ki, bu köşede her hafta bir portre yaz. 2003-2004 senesiydi. Benim de hoşuma gitti. Sonra aradan yıllar geçti biz editörüm Müren Beykan’la cumartesi günleri buluşuruz, cumartesi çaycılarıyız biz. O buluşmalarda bu yazılarımın bahsi geçiyordu. Müren de bana “hadi bunları bir kitap yapalım” dedi. Tabi elimizde 72 portreden daha fazla sayıda portre vardı. Bazılarını elemek zorunda da kaldık. Kitap için portreleri seçmeye başladıkça kitabın kendine has bir karakteri oluşmaya başladı. Hepsi tanıdığım çok da sevdiğim insanlardı.

-Enis Batur portresinde sinema yazmaya başlama hikayenizi anlatıyorsunuz. Çevirmenlik, müzik, sinema ve spor yazarlığı, radyoculuk… Bu kadar alana bölünmeyi kendiniz mi tercih ettiniz?

Aslında benim hayatımda bu hep vardı, başından beri. Çünkü annem bizi çeşitli yerlere götürürdü küçükken, sinemayı çok severdik. Tiyatroya giderdik. Konserlere, baleye giderdik. Ve ilginçtir bir de maça giderdik. Annem de maç izlemeyi severdi. Beşiktaş’ın o dönemki antrenman maçlarını bile izlemeye giderdik bazen. Annemle çok futbol maçına gittik ama ondan da çok basket maçına gittik. Mesela burada bir Avrupa turnuvası olmuştu, ona kombine bilet almıştık üçlü. Benim için hiçbir şey formel bir öğrenme olmadı. Hepsini görerek öğrendim. Örneğin ben Cyrano’yu çok severim. İşte konuşuyorlar. Cyrano’yu Hüseyin Kemal Gürmen de oynamış diyorlar, e ben onu izledim diyorum. Nasıl izledin diyorlar. E izledim 8-9 yaşında. Ama ben annemin yanında girerdim. Tabi bütün bunların bana ilerde çok büyük faydası oldu. Bu benim zihnimde büyük bir havuz oluşturdu.

‘Her şey kötüye gitse de müzik ve edebiyat kalacak’ - Resim : 1

SEVDİĞİM İŞİ YAPIYORUM

-Çocukluğunuzda meslek hayaliniz neydi?

Yazar olmak isterdim. Tabii dünya çapında, meşhur bir yazar… O pek olmadı. (gülüyor)

-Olsun daha dur Sevin Abla…

Olursun, daha gençsin diyorsun yani. (gülüyor) Neyse ki edebiyatla hayatımı kazandım. Ben sevdiğim işi yapıyorum ve hala severek yapıyorum. Arada bayağı makul paralı yönetim kurulu asistanı, bilmem nerenin genel kültür asistanı gibi bir takım işler çıktı ama ben onlara bir türlü ısınamadım.

-Bu kadar farklı alan, yoğun bir üretim… Bunca şey bir güne nasıl sığıyor? Sevin Okyay’ın bir günü nasıl geçiyor?

Başka bir şey yapmıyorum. Kalkıp işe geliyorum. Önceleri muhabirlik de yapıyordum. Çok daha fazla dolaşıyorduk. Birçok habere gidiyorduk. Sinemaya gidiyorsun yazmak için. Yani bu bakımdan köşe yazarlığı ve muhabirlik beni çok besledi. Son birkaç yılda artık akşam eve geldiğimde özellikle polisiye diziler izliyorum. Çünkü radyoda da polisiye programımız var. (Cinayet Masası) 18 yıldır falan sürüyor program.

-“Beni hep çalışma masamda bulursunuz, bir gün kanepeye geçtim, kendimi misafir gibi hissettim.” diyorsunuz kitabınızda…

Aynen öyle. Kendimi misafirliğe gitmiş gibi hissettim. Neredeyiz ulan böyle dedim. (gülüyor) Normalde tabi çalışma masamda otururken televizyon sağımda kalıyor. Kanepeye oturunca karşımda görünce televizyonun yerini ne zaman değiştirdiler diye bakıyorum. Yabancı bir yerdeyim gibi…

‘Her şey kötüye gitse de müzik ve edebiyat kalacak’ - Resim : 2

HİÇ YOKTAN İYİDİR!

-Kültür sanatın her alanında deneyimleriniz ve gözlemleriniz oldu. Bugünse bambaşka bir kuşak kültür sanatı yönetiyor. Bugünün kültür sanatını nasıl değerlendiriyorsunuz? Durumdan memnun musunuz?

Beyoğlu’nda beni güzel gençten iki hanım çevirdi. “Sevin Hanım bale yazsanıza” dediler. Radikal’de olduğum zamanlardı o zamanlar. Tamam ben küçükken baleye giderdim hala daha giderim ama yazma noktasında çok anlamam, formel bir eğitimim yok dedim. Bayanlar bana “hiç yoktan iyidir” dediler. Bunu hiç unutmuyorum. Demek böyle şeyler olabiliyor diye şaşkınlıkla karşılamıştım.

- Son zamanlarda yazarların ve eserlerin niteliği tartışılmaya başlandı. Nilgün Bodur örneğinden sonra çok satan kitap nitelikli midir, ya da nitelikli olan kitap neden çok satmaz gibi sorulara yanıt aranıyor. Siz bu konulara nasıl bakıyorsunuz?

Çok satan kitabı yekten suçlamak çok yanlış. Çok da satar iyi de olur. Çok satan kitabı olup nitelikli de yazan arkadaşlarım var benim. Ama inan ki bana ender. Aslında her alanda sadece edebiyatta değil sinemada ve müzikte de bundan söz edebiliriz. Döneminde popüler olan kalıcı olamayabiliyor genellikle ve pek de kaliteli olmuyor açıkçası. Bu kaliteyi kim koyuyor diyeceksin, bu kaliteyi de yinebiz koyuyoruz. Ama baktığımızda hakikaten bir fazlalık var. Bu sinemada hoşuma gidiyor aslında çok itiraz edemiyorum çünkü sinema çok ayaklı ve çok fazla parçayı bir araya getirmek gereken bir dal. Harcanacak parayı bulmak bile büyük iş. O yüzden cesaretleri kırılmamalı insanların diye düşünüyorum. Ama yani düpedüz kötü bir şey yapma hakları da var mı? Bence yok.

İŞİN DE BİR NAMUSU VAR

-Sizin kuşağınızda bir üretme ve bir yaratma çabası vardı ve yaptığı işe sebat etme kültürü de vardı. Daha özenli çalışıyordu. Bu kuşaksa daha çabuk üretmenin peşinde gibi. Bunu bir yozlaşma olarak görüyor musunuz?

Bence bu kolay beğenmekten kaynaklanan bir şey. Yani beğeniliyor zaten, bu yüzden özenmeye gerek kalmıyor. Ama benim kuşağımın inandığı şey, onun fazla satması beğenilmesi değildi, özenle yapılmış olmasıydı. Çünkü işin de bir namusu var. Sen de bu işi yaratan kişi olarak o namusa karşı saygılı olmak durumundasın. Bu bizim inancımızdı. Ama şimdi belki de öyle bir inanç yoktur…

-Kuşağınızdan, eserlerini vermiş ve olgunluk çağında da kendi köşesine çekilmiş pek çok yazar var. Siz hala çok aktifsiniz. Hala radyo programlarınız devam ediyor. Üretmeye devam ediyorsunuz, bunun nedeni nedir?

Çalışmayı çok seviyorum. Umudum böyle devam etmesi.

-Peki insan hiç yorulmaz mı bıkmaz mı?

Ama ben kimse için yazmıyorum, kendim için yazıyorum. Başka türlü bir yaşam sürdürmem zor.

EN ZORLANDIĞIM ÇEVİRİM…

- Mesleki yaşamınızda çok zorlandığınız, gerçekten lanet olsun bu işe dediğiniz dönemler oldu mu?

Olmaz mı! Manguel’in “Hayali Yerler Sözlüğü”nü çevirirken. Ama tamamen benim kabahatim. Çünkü o dönem Aslı bana “ Oliver Sacks vereyim, çok güzeldir, şeker gibidir” dedi. Ve ben normalde hiç İngilizce kelime kullanmam ama ona dedim ki “biraz daha pretension olsa daha iyi olmaz mı”. He sen pretension kitap mı istiyorsun, al sana pretension kitap deyip tak diye önüme “Hayali Yerler Sözlüğü”nü koydu. Aldım baktım kitaba bayıldım tabi. Çünkü hakikaten çok ilginçti. O yazarların üslubuna çok yakın bir şekilde yazma çabası göstermişler. Bayıldım. Kutlukhan’ı aradım Aslı’nın yanında. Dedim böyle böyle bir kitap var. Kutlukhan dedi ki: “Haddimizi aşar.” Ben yapabiliriz dedim. Daha önce Zaman Çarkı’nın çevirisini alma konusunda da böyle kavga etmiştik. Kutlukhan şunu söyledi: “Aslında bu tür kitaplar için çeviri komiteleri kurulmalı. Coğrafya için, mimarlık için, tarih için…” Ama bizde yok tabii. Neyse ki benim eski mesai arkadaşım Selahattin Özpalabıyıklar YKY’de editördü. Ben de ona güvendim. Selahattin editör olursa kitaba, yarı yarıya yırtarız diye düşündüm. Çünkü kitapların hepsini bilir Selahattin. Ve böylece Selahattin’in de başını yaktık(gülüyor) Sonra ben gaz verdikçe Kutlukhan “ben sana hatırlatacağım ilerde bunu” gibi tehditkâr bir söylemle kabul etti. Ve hakikaten de hatırlattı yani. Ama en iftihar ettiğim çevirimdir.

-İçinde yer aldığınız bu kadar alandan sizin için en özeli hangisi, işinizi en çok hangi alanda tanımlarsınız ve neden?

Edebiyat. Çünkü düşünüyorum, her şey en kötüye gitse bile bize yine en sonunda müzik ve edebiyat kalacak.

‘Her şey kötüye gitse de müzik ve edebiyat kalacak’ - Resim : 3

Ara Sıra ve Daima

Sevin Okyay

On8 Kitap

376 s.

Son Dakika Haberleri