08 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İsmail Kartal’ın gözyaşları

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

A+ A-

Ağlamak son derece insani bir eylemdir. Anadolu insanının gözyaşı yüzyıllardır dinmemiştir. Kimi zaman çaresizlikten, kimi zaman üzüntüden az da olsa gönenç(mutluluk) içinde olduğu günlerde gözyaşlarını dindirememiştir insanlarımız. Ağlamanın insanı rahatlattığı tartışmalıdır. Bu konu üzerine kafa yoran bilim insanı ağlamanın acıyı hafiflettiğine ilişkin bir veri bulamamışlar tersine acıyı daha da artırdığı konusunda bulguların fazlalığı dikkat çekmiştir. Niyetim ağlamak konusunda tinsel bir analiz yapmak değil. Sadece, Fenerbahçe yandaşlarının İsmail Kartal’ı neden ağlattıklarının anlamına ilişkin kafa yormaktır.

Gençlerbirliği maçında işlerin iyi gitmediği dakikalarda, Aziz Yıldırım tarafından “bizim çocuğumuz” diye Ersun Yanal’ın yerine göreve getirilen İsmail Kartal protesto edildiğinde gözyaşlarını tutamamıştı. Bunda anlaşılmayacak bir durum yok. Geçen yılın başında Konyaspor’a yitirilen maçtan sonra Fenerbahçe, Arsenal’a da elenince yandaşlar Ersun Hoca’yı da daha ağır biçimde protesto etmişlerdi. Ne var ki, Ersun Yanal işine baktı, Fenerbahçe’nin şampiyon olacağını söyledi, başardı da. Başarısız olan takımın teknik adamları eleştirilir, protesto edilir. Bizde ise çoğunlukla başarısızlıklar olduğundan daha fazla gösterilir.

Bilmiyorum yanılıyor muyum? Aslında İsmail Kartal yandaşların tepkisine değil, Ersun Yanal’ın gönderiliş biçiminden sonra düştüğü duruma ağlıyor. Soyunma odasında konuşurken teknik direktöre kurulan tuzaktan yardımcısının haberi olmaması pek olanaklı görünmüyor. Eğer haberi yoksa futbolcuların kurduğu kumpastan sonra orada durması etik değildir. İsmail Kartal protesto edilirken yandaşlar bunun farkında belki de...

Böyle bir durumda yardımcı çalıştırıcının görevde kalması “bizim çocuk” anlayışıyla açıklanamaz. Profesyonel bir takımda, profesyonelce çalışan insanları “bizim” ya da “başkalarının” çocukları olarak ayrıştırmak, ötekileştirmek doğru değil. İsmail Hoca hem futbolcu hem de çalıştırıcı olarak Fenerbahçe’ye hizmet etmiş karşılığını da fazlasıyla almıştır. Umarım olmaz. Yarın öbür gün daha olumsuz durumlarda İsmail Hoca kapının önüne konulursa ne diyeceksiniz? İnsan öz çocuğuna böyle bir şeyi hak olarak görür mü?

GÖKHAN TÖRE KIRMAYA DEVAM EDİYOR...

Ulusal takım kampında arkadaşlarına silah çektikten sonra hiçbir şey olmamış gibi Fatih Terim tarafından ay yıldızlı forma giydirilen Gökhan Töre Beşiktaş’a kaybettirmeye devam ediyor. Fatih Terim’in onu ulusal takım kadrosuna alması normaldir. Çünkü hoca, zamanında şike davasından altı ay hüküm giyen Gökdeniz Karadeniz’i de cezası biter bitmez kadroya çağırmıştı. Yani Fatih Hoca için suçluyla suçsuzun bir farkı yoktur. Amaca ulaşmak için her yol mubahtır, önemli olan futbolcunun etik değerleri değil, ürettiği futbol değeridir.

Ortada üretilen herhangi bir futbol değeri olmadığı Ulusal takımın bulunduğu yerden bellidir. Bu da çok önemli değil! Daha önemlisi Gökhan Töre’nin “Süleyman Seba Sezonu”nda, Seba’nın etik değerleri ile bağdaşmayan tutum ve davranışlarıdır. Son oynadığı Kayseri Erciyes karşılaşmasında ayağına her aldığı topu sürerek iki kişinin arasına girip yitirdikçe Beşiktaş açmaza düştü, karşı atak yedi.

Çağdaş futbol göz önüne alındığında bir büyük takıma yakışmayan futbolunun yanında etik, insani ve sportif değerleri de bir kenara iten Gökhan Töre’ye kim dur diyecek? Kendi kusurlarına başka arkadaşlarını da ortak ediyor. Hakemleri aptal ve yalancı konumuna düşürüyor. Takım arkadaşı Oğuzhan’da bilerek ya da bilmeyerek onun hatasını örtmeye çalışıyor. Bir bela yeni belalar açıyor Beşiktaş’ın başına.

Beşiktaş geçen iki sezonda son dakikalarda ya da uzatmalarda kaybettiği puanlar yüzünde iki şampiyonluk kaçırdı. Bu sene acaba yeni bir kayba doğru yelken mi açtı? Gökhan Töre hem etrafını kırıyor hem de takımına kaybettiriyor. Süleyman Seba yaşasaydı ve kulüp başkanı olsaydı Gökhan Beşiktaş’ta kalabilir miydi?

BOĞAZDA BİR ŞEHİR EŞKİYASI...

Sarıyer Belediyesi Yeniköy-Sarıyer arasında 7 kilometrelik bir yürüyüş parkuru yapmış. Bu parkurda tatil günleri yıllardır yürürüm. Gerçi olta balığı tutanlar yüzünden başımıza ne geleceği belli değil ama gene de oltaların, misinaların ve yemlik bölgeye takılan kurşunların arasından sıyrılarak yol bulmaya ve yol almaya çalışıyoruz. 29 Ekim günü yürüyüş parkurunda amatör balıkçılar yüzünden yürümek olanaksızdı. Dönüş sırasında Yeniköy’e girmek üzereydim ki birden kulağıma “şırak, şırak” diye sesler gelmeye başladı. Bir elinde köpek tasması diğer elinde ise koca bir dal parçası ile sağa sola vurup ses çıkartan, bu sayede yola saldığı köpeğine yol bulup sokak köpeklerine eziyet eden bir şehir eşkiyası ile karşılaştım. Zavallı sokak köpekleri üzüntü veren sesler çıkartarak kendilerini kovalayan teröristten kurtulmak için otomobillerin önüne bile atlıyorlardı. Beyefendinin köpeği rahat etsin diye sokaklarda yardımseverlerin desteği ile yaşayan köpeklere yaşam hakkı tanımayan bir kentli düşünün.

Bu insanın herhangi bir canlıyı sevmesi olanaklı mıdır? Kendi köpeğinden başka hiçbir köpeği düşünmeyen bu iki ayaklı, çok doğaldır ki kendinden başka da hiç kimseyi düşünmez. Bu durumda aklıma o ünlü karikatür geldi. Köpeğini gezdiren adama soruyorlar: Köpek sizin mi? Onun yanıtı ise şöyle: Hayır, ben onun insanıyım. İşte size insan! Böyle insanların sayısının artmasını görmeye benim ömrüm yeter mi acaba?