08 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İstanbul ve Roger Federer...

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

A+ A-

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ya da en iyi tenisçisi olarak bilinen İsviçreli Roger Federer TEB BNP Paribas İstanbul Open’a katılıp şampiyon oldu. Federer’in Türkiye’ye geleceğini aylar öncesinden biliyorduk ve bu olayın gerçekleşeceğini duyduğum zaman ilk işim, Aydınlık Spor Servisi’ne telefon açarak Ekselanslarını izleyebilmem için gerekli yasal işlemlerin yapılması ricası oldu.  

Sağ olsun genç arkadaşlarım, gereğini yapmışlar ve üç gün içinde yaptığı üç maçı da bir an bile yerimden kalkmadan, başından bitimine değin izledim. Dünya üzerinde Federer denli yaptığı spora yakışan bir sporcu var mı bilemiyorum. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, beni Federer dışında hiçbir kuvvet Koza Arena’nın bulunduğu yere götüremezdi, bundan sonra da gideceğimi hiç sanmıyorum. Buna karşın, neredeyse Wimbledon şampiyonluğu ödülünün iki katı bir paraya Türkiye’ye gelmesinin bize kazandırdığından daha çok, İstanbul’un trafik sefaletinin ve tenis altyapısının yetersizliğinin gündeme gelmesi anlamlı oldu.  

19 Mayıs nedeniyle 3 günlük bir “İstanbul’dan kaçış” dinlencesi olduğu halde cumartesi günü gidişim ve dönüşüm üçer saatten altı saati buldu. İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki tenissever öğrencilerimden bazılarına sordum, 5,5 saate gidenler olmuş. Şimdi, bu tesisleri yapanlar, orayı bir tenis merkezi haline getirmek isteyenler insanları nasıl taşıyacaklar Koza’ya? Kim oynayacak o tesislerde? Başakşehir’deki varoş çocuk- ları mı? Ekonomik ve sosyal yönden gelişmiş olan çocuklar ve onların anne babaları uçarak mı gidecekler Esenyurt’a? 

Federer’in İstanbul’a yaptığı en büyük hizmet; İstanbul’un sahibinin, yöneticisinin, belediye başkanının olmadığını kanıtlamasıdır.  

Maslak’tan 30 kilometre kadar uzak-ta olan bir yere 3 saatte varmamıza karşın yolda bir tek trafik polisi ile karşılaşmıyorsunuz. Herkes başının çaresine bakıyor, emniyet şeridini trafiğin sol şeridi gibi kullanan uyanıkların sağdan soldan kuralsız girişimleri karşısında neye uğradığınızı bilemiyorsunuz. Bin bir zorlukla kortun yakınına bir yere geldiğinizde ise, Yapı İşleri Merkezi’ne geldiğinizi algılıyorsunuz, her yer inşaat... 

Trafik altyapısı olmayan, insanların bir yerden başka bir yere gitmek için saatlerini yolda geçirdiği bir şehirde tenis de olmaz, spor da... Ben Esenyurt’a gitmeyi dert etmiş, başkalarına anlatırken, zaman zaman tenis oynadığım dostum Yılmaz Ekşi, salı günü Zincirlikuyu’dan Maslak’a 3.5 saatte gittiğini söylemez mi? İki kilometrelik bir uzaklık 3,5 saate gidilebiliyorsa bu şehrin belediye başkanı olduğu söylenebilir mi?  

FEDERER’İ İZLERKEN... 

Türkiye’de basın mensuplarını sevmeyenin, Fenerbahçe Stadı’nda onlara ayırdığı yer ile işlerini zorlaştıranın salt Aziz Yıldırım olduğunu düşünüyordum. Oysa Koza Arena yönetimi de aynı yöntemi izlemişler neredeyse. Basın mensuplarına ayrılan tribünden kortun bir tarafındaki çizgiler görülemiyor. Bir otomobil firmasının reklamı için konulan otomobilin ön kısmı kortun başka bir bölümünün görünmesine de engel oluyor. Avrupa’nın hemen hemen her şehrinde spor karşılaşmaları izledim. Bu kentlerde bizlere gösterilen kolaylık ve anlayışın yarısını bile Türkiye’de göremiyoruz. Belki de kapitalizm ile çarpık kapitalizmin arasındaki fark bu. Kapitalizm malının pazarlanması için her türlü kolaylığı sağlıyor, çarpığı yani bizdeki ise engel koymakta ustalaşmış. Tribünlerin en kötü görünümlü olanı basın çalışanlarına ayrılmış.  

Gene de Federer’i doya doya izlemek için sorun olmadan, sorun da çıkartmadan görebileceğimizi görmeye çalıştık. Federer inanılmaz bir tenis ustası. Hiç kuşku yok ki dünyanın en çok sevilen tenisçisi. İzleyicilerinin gönlünü okşayan, onların istediği doğrultuda bazen rakiplerine set verip maçı uzatan, gerektiğinde seti 6-6’ya kadar getiren, eşitliğin bozulması için oynanan (tie-break) oyunu 13 sayıya kadar uzatan, servis atışlarını 150 ile 225 kilometre hız arasında değiştirebilen, en aşağı hızda attığı topspin servisleri ile de rakiplerine vuruş kolaylığı vermeyen bir usta yorumcu... Bir güzel futbol hareketi için günlerce bekleyen, buna karşın stadyumlara “ölmeye geldik” diyerek giden insanlarımız Federer’i izlerken ölmeye gelmezler mi? Nitekim Çarşı Grubu’ndan oldukları sanılan birkaç kişi “Ölmeye ölmeye geldik Federer” diye tempo tuttular. Bir başkası da tek kişilik gösteri yapıp “Baba Roger” diyerek büyük olasılıkla Ekselanslarının ikizlerine gönderme yaptı. Federer’e “Roger” diyecek kadar da yakın duyumsuyor kendini ona...  

Evet, İstanbul’dan Federer geçti. Federer’in arkasında bıraktığı somut bir gerçek, İstanbul’un uluslararası turnuvalar için hiçbir altyapısının olmaması, kent trafiğinin insana nefes aldırmamasıdır. Bu durumda halkımızı neredeyse olimpiyat aldık düşüncesiyle aldatıp Arjantin’e bir uçak dolusu insan götürenlerin şapkalarını önüne koyup düşünmeleri gerekmiyor mu? Onlarda düşünce olsaydı İstanbul 20 yılda bu hale gelmezdi zaten...