26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Devrimci bir Türk sufi: Hacı Bektaş Veli

Şahin Filiz

Şahin Filiz

Eski Yazar

A+ A-

1270, Hacı Bektaş Veli’nin ölüm tarihini gösterir. Yüzyıl olarak düşündüğümüzde 13. Yüzyıl, İslam ve Türk dünyasının tam bir dönüm noktasıdır. Tarih, Batı’nın lehine, İslam dünyasının aleyhine makas değiştirmiştir. Müslümanlar, felsefe ve eleştirel düşünce sayesinde başlatma onuruna sahip oldukları Rönesanslarını yitirirken, Avrupa ise devraldıkları İslam dünyasından“Küçük Rönesansı” büyütüp “büyük Rönesansı” yaratmışlardır.

Müslümanlar Rönesanslarını yitirip yapay Ortaçağlarının karanlıklarına gönüllü olarak gömülürken, Avrupa, kilise ve din adamlarının doğasında var olan Hıristiyan Ortaçağından kurtulmanın yolunu yine bu çağda tutmuşlardı. Her iki dünya için kader anı, işte Hacı Bektaş Veli’nin doğduğu bu yüzyıldı.

İslam dünyası bu zaman diliminde hem Haçlıların (1096-1291) hem de Moğolların iki taraftan yoğun saldırısı altında kalmıştır. İslam Rönesansı’nı kesintiye uğratıp yaşamına son veren nedenler arasında kuşkusuz bu işgal ve istilaların payı büyüktür.

Selçuklular yerini Osmanlılara bırakmak üzeredir. Hacı Bektaş Veli, Osmanlı değilse de, Yeniçeri Ocağı’nın kurulmasında ilham kaynağı olarak bilinir. Ancak Yeniçeri Ocağını kuran Hacı Bektaş Veli değildir. Çünkü o 1270-71 yıllarında Hakk'a yürümüştür. Yeniçeri Ocağı ise, 1363'te yani Hacı Bektaş'ın ölümünden 90 yıl sonra kurulmuştur. Belki şu söylenebilir. Yeniçeri ocağının kuruluş felsefesinde Hacı Bektaş Veli’nin öğretilerinden ilham alınmıştır.

Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Mevlana Celaleddin Rumi, Sadreddin Konevi, Muhyiddin ibn Arabi gibi sufiler ve filozoflarla ve Baba İshak ve Baba İlyas gibi Türk devrimcileriyle çağdaştır. O, çok kritik bir dönemde yaşayan devrimci bir sufidir.

Hacı Bektaş, Anadolu'ya Babai İsyanından sonra gelmiştir. 1200'lü yıllarda Horasan'da doğmuş; 1270'de Sulucakarahöyük'te (bugünkü Hacı Bektaş'ta) Hakk'a yürümüştür.

Hacı Bektaş Veli, özüyle sözüyle bir Türk sufisidir. Horasan doğumludur. Meşrebi, seyru sülukü, Türk sufizminin Piri olan Ahmed Yesevi'den gelir. Ahmed Yesevi, Aleviler arasında; "Piri Türkistan, "Piri Horasan, "Doksan Dokuz Bin Gaip Erenlerin Piri" olarak anılan bir kişiliktir. İslam öncesi zengin Türk kültürü ve inanç şekillerini belirleyen Şamanizm, Maniheizm, Budizm, Gök Tanrı, Gök kubbe gibi din ve kabuller Ahmed Yesevi'nin düşüncelerini oluşturuyordu ve bu düşünceleri Anadolu'da İslamiyet’le harmanlanarak Hacı Bektaş gibi erenlerin felsefelerinde Türk'ün İslamiyet'i kendine özgü yorumlama yolunu açmıştı.

IX-XI yüzyıllarda Diyar-ı Rum adını, Doğu Roma İmparatorluğu'nun egemenliği sırasında alan Anadolu'ya Yesevi, yetiştirdiği dervişlerini göndermiş; İslamiyet'le İslam öncesi Türk düşünce inanç mirasının kaynaşmasını sağlamıştır. İslam 620 yılında doğdu, ama Türkler, Arap ordularının zalimce, acımasızca katliamı sonucunda ancak 300 yıl sonra kabul etti. İslamiyet'in Türklerle tanıştığı yıllar aynı zamanda Ahmed Yesevi'nin yaşadığı ve inancını yaydığı yıllardı. Ahmed Yesevi, hocası Yusuf Hemedani'nin yolunda tasavvufi inançlar doğrultusunda çevresini irşat etmeye çalışıyordu. Bu inanç ondan sonra yol eri Lokman Parende ve Hacı Bektaş Veli ile devam etti. (Bkz. Cemal Şener, Sorularla Alevilik, Pozitif Y.,İst. 2008)

Ahmed Yesevi'nin İslam'ı yorumlama tarzının temeli insan sevgisine dayalı, eşitlikçi, özgürlükçü bölüşümcü bir anlayışı simgelemektedir. İnancının temelinde insan, insan sevgisi ve saygısı vardır. (Cemal Şener, a.g.e.)

Yesevi Ocağına bağlı Hacı Bektaş'ın seyru sülukünü (manevi yolculuğun ilkeleri) "Erkanname" oluşturur. Kaygusuz Abdal, daha sonra da Balım Sultan bu tüzüğü geliştirdi. Hacı Bektaş'tan sonra Bektaşi geleneğinin başına Abdal Musa geçti.

Tarikat silsilesini Kutbuddin Haydar, Lokman-ı Serahsi, Ahmet Yesevi gibi büyük Türk şeyhlerine kadar götüren Hacı Bektaş Veli'nin kurduğu Bektaşilik, Türkler arasında gelişerek kavmi geleneğe uymaya çağıran bütün tarikatlar gibi çeşitli unsurlardan karışmış syncretiste (uzlaşmacı) bir mahiyettedir. Onun Kalenderiye, Yeseviye, Haydariye izleri yani, Şamanizmden Yeni Plâtonculara kadar çeşitli mezhep ve mesleklerin türlü türlü kalıntısı hep birlikte bir araya gelmiş; bu itibarla onu, Batıni mhiyetteki Babailiğin bir devamı saymak hiç de yanlış olmaz. Hacı Bektaş Veli, İslami ilimlere ve tasavvufi ilkelere tam olarak vakıf bir bilgindir. O devir sufilerine uyarak meydana getirdiği Arapça Makalat-ı Sufiyanesi, önce Sa'duddin adlı bir müridi tarafından nesir olarak ve XIV. yüzyıl sonunda da Hatiboğlu tarafından nazım olarak Türkçe'ye çevrilmiştir. (M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Y., İst., 1980, ss. 249-250.)

Yesevi tekkelerinde olduğu gibi Bektaşi tekkelerinde de Tasavvufi Türk Halk Edebiyatının büyük bir gelişmeye eriştiğini ve bu akımın ardından gelecek yüzyılların kültür tarihi üzerinde çok derin izler bıraktığını görüyoruz. Mevlevi tekkelerinin Acem kültürüne merkez olmasına karşılık, onlara rakip olan Bektaşi tekkeleri daha çok milli kültür ve halk kitlesinin eğilimlerini göz önüne almışlar ve tasavvufi halk şiirini güçlü bir propaganda aracı olarak kullanmışlardır.(M. Fuad Köprülü, a.g.e., A.yer.)

Hacı Bektaş Veli Neden Devrimci Bir Türk Sufisidir?

Mevlana'nın anarşist olduğuna ilişkin yazımda, insan ve insan sevgisini tasavvufi görüşüne temel teşkil ettiğini belirtmiştim. Hacı Bektaş Veli, Mevlana'nın bir çağdaşı olmak bakımından da benzer düşüncelere sahiptir. Hatta sadece anarşist değil, bir devrimcidir.

Resmi dili bile Farsça olan Seçukluların Türk kültürüne yabancı olmaları karşısında Hacı Bektaşı'ın öğretileri, sufi din yorumuyla Türklere ait bir dini yorumsamacılık geleneğini başlatmıştır.

Türkler ulus bilincini Bektaşilikle fark etmeye başlamışlardır. Selçuklular ve Fatih Sultan Mehmet'ten sonraki Osmanlıların Türk karşıtı kültür politikaları (bu konuda bkz. Çetin Yetkin, İktidara Karşı Türk Direniş ve Devrimleri, Y.A.R., Y.,Antalya 2007 I-II. ciltler), canından bezen kitlelerin, milli bir din yorumuna yönelmelerini kolaylaştırmıştır. O yorumların başında, işte Bektaşilik gelmektedir.

Askerlik teşkilatı olan Yeniçeri Ocağı'nın kurulması Bektaşilikten ilham alınarak gerçekleşmiştir. Osman Gazi, Orhan Gazi ve I. Murat'ın Ahi-Bektaşi inançlı olduklarını bazı kaynaklar yazar. Orhan Gazi'nin Yeniçeri Ocağı'nı 1363 yılında Bektaşi tekkesinin duasını aldıktan sonra gerçekleştirildiği söylenir:

Bektaşilikle yakından ilgilenen ve ona sempati duyan bir padişah olan Orhan Gazi, devşirme çocuklardan kurulu orduya kutsal bir paye vermek için, bunlardan bir gurubu alarak Hacı Bektaş Veli türbesinin bulunduğu Sulucakarahöyük'e gider. Dergâhı ziyaret eden Orhan Gazi, orada bulunan Pir'e, "Pir hazretleri, yeni kurduğum ocak için sizden hayır duası almaya geldim" diyerek Hıristiyan çocukları gösterir. Hacı Bektaş'taki Pir, elini çocuklardan birinin başına koyarak: "Bunların adı

yeniçeri (yeni asker) olsun. Cenab-ı Hak yüreklerini ak, pazularını kuvvetli, kılıçlarını keskin, oklarını tehlikeli, kendilerini daima galip buyursun" diye dua eder.

Yeniçeri duası da şöyledir: " Allah Allah, illallah, baş üryan, sine püryan...kulluğumuz padişaha ayan; üçler, beşler, yediler, kırklar, gül-bang-ı Muhammed, nur-u Nebi, Kerem-i Ali pirimiz, Sultanımız Hünkar Hacı Bektaş Veli demine devranına Hu diyelim, huuuuuu...." (Cemal Şener, a.g.e.)

Hacı Bektaş, böylece askeri alanda bir Türk devrimine ilham vermiş olur.

13. yüzyıldan sonra İslam Rönesansı'nın sona ermesi, İslam'ın koruyuculuğunu üstlenen Türklerin de Arap-İslam yorum tarzına sıkışıp kalması sonucunu doğurmuştur. Oysa Araplar bile İslam'ı yorumlarken İslam öncesi Arap kültüründen kopmamışlardır. Buna karşılık Türkler, bu dönemden sonra, Bektaşilikte içerilen İslam öncesi tüm kültür değerlerine ve düşünce birikimlerine yabancılaşmışlardır. Hacı Bektaş Veli'nin düşüncesi, bu yabancılaşmaya karşı bir isyandır. Bu isyanını, Yesevi Ocağından aldığı ilhamla Türk sufiliğini yayarak dile getirmiştir. Babai isyanları ise Türk sufiliğinin ve Türklerin İslam'a kendi açılarından getirmiş oldukları anlayışın başkaldırı şeklinde ortaya çıkmasından başka bir şey değildir. Ancak bu isyanlar bastırılsa da, Hacı Bektaş'ın özgürlükçü, hoşgörülü ve insani tasavvuf geleneği, Anadolu topraklarında hala köklerini korumaktadır.

Hacı Baktaş Veli, Arap-İslam yorumunu kökünden sarsmıştır. Türklerin Anadolu'da hem askerlik teşkilatı hem de manevi donanımlarla kök salmalarını sağlamış; Rum diyarını Türk diyarına dönüştürmüş; Anadolu'ya akın eden Türkmen göçünün ruhani temellerini hazırlamıştır.

Makalat'ı ile o, Arap örfünün asırlarca İslam görünümündeki kuralcı ve baskıcı, kavmiyetçi ve tutucu şeriatına, Türk'ün insancıl, ahlaki ve medeni sufizmini alternatif olarak koymuştur. Avrupa Rönesansı insanla başlamıştı. Hacı Bektaş da Türk Rönesansını yine insanla başlatmak gerektiğine inanıyordu. Çağdaşı Mevlana da aynı meşrep ve görüşe sahip olarak, o da seçkin kesimde Türk sufiliğini yaymayı amaç edindi.

İslam, kendinden önceki kültür ve medeniyetleri yadsıyan bir din değildir. Ancak tarih, İslam'ı, kendinden önceki medeni ve kültürel birikimlerden soyutladıkça hem İslam hem de İslam dünyası çoraklaşmaya terk edildi. Hacı Bektaş Veli, bu çoraklaşma tehlikesini 13. yüzyıl gibi çok erken bir dönemde fark etti. Ve bunun önüne ancak sofiyane bir karşı çıkışla geçilebileceğine inanıyordu. Öyle de yaptı.

Bu mistik isyan, Babailerde kitle isyanına; Yeniçerilerde ordu teşkilatının kurulmasına ve Anadolu'nun Türkleşmesine zemin hazırladı.