29 Nisan 2024 Pazartesi
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Devlet baba ve sinema…

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Kemal Tahir’in “Yorgun Savaşçı” dizisinin çekildiği yıllarda Halit Refiğ, eski Cumhurbaşkanlarından Celal Bayar’la yaptığı bir görüşmede devletin opera-bale, tiyatro, müzik gibi sanatlara sahip çıktığı halde, sinemanın neden bunların dışında bırakıldığını sorar.   Bayar’ın yanıtı ise; “Biz sinemayı Selaniklilere emanet ettik” olur… Sinemanın emanet edilen Selaniklileri ise; Sirkeci’deki Selanik Bonmarşesiyle, Türk sinemasının ilk özel yapımevlerinden biri olan İpek Film’in sahibi İpekçi kardeşlerdir.

Celal Bayar’ın da yıllar önce belirttiği gibi devlet sinema ilişkileri hiçbir zaman istenilen ve arzu edilen bir şekilde olmamış, diğer sanatlardan farklı olarak devletin yardım elinin uzağında kalmış, bir diğer deyişle uzun bir süre kendi olanaklarıyla var olmaya çalışmış.

Sinema bu görece bağımsızlığını Muhsin Ertuğrul ile Geçiş Çağında da korumuş, Kemal Film’le başlayan, İpek Film’le yol alan özel yapımları giderek çoğalmıştır. Ancak, nasıl ki ilk dönemdeki paramiliter kuruluşların egemenliğine Ertuğrul Muhsin son vermişse, geçiş çağının çoğu Avrupa’da eğitim gören gençleri de savaş sonrası döndükleri ülkelerinde Ertuğrul Muhsin’e cephe alarak onun tek adamlığını bir ölçüde noktalamışlardır.

Her biri varlıklı ailelerin çocukları olan Geçiş Çağı yönetmenlerinden Turgut Demirağ, Faruk Kenç, Baha Gelenbevi, Çetin Karamanbey de sinema yaparken devletten değil de kendi ailelerinden yardım alıp kendi şirketlerini kurmuşlardır. Bu dönemdeki sinema/devlet ilişkisi ise, yerel yönetimlerin rüsuma, devletin ise denetime sahip olmasıdır.

Bu dönemlerde ham filmlerin ithali ve de sansürden gayrı devletten hiçbir şey talep etmeyen sinemanın tek derdi yerel yönetimlerle rüsum açısından anlaşamayıp sürekli çatışması, hatta 30’lu yıllarda bu nedenden dolayı sinemalarını protesto ederek kapatmaya dek gitmeleridir.

Rüsum nedeniyle sinema salonu sahipleriyle işletmecilerin kapatma kararı aynı zamanda sinemacıların özellikle de devlet karşısında örgütlenme bilincini oluşturmaları açısından büyük bir neden olmuştur. 1932 yılında devlet sinemayı daha sıkı denetlemek için “Sinema Filmlerinin Kontrolü Hakkında Talimatname yapıp, iki yıl sonra da Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu oluşup 1939 tarihli sansürün temeli atılınca sinema çevresi de kendi gardını almaya yönelerek “Yerli Filmler Cemiyeti”, “Türk Sinema İşletmecileri ve Dağıtımcıları Birliği”, “Sinemacılar ve Filmciler Cemiyeti” başta olmak üzere çeşitli mesleki birliklerini/dernek/sendikalarını kurmaya başlamıştır.

Önceleri kendi haklarını korumak için kurulan bu dernekler ne yazık ki yetmişli yılların başından sonra tümüyle devlete yönelmiş, devlet parasıyla film yapmanın yolunu yine kurdukları derneklerle aramaya yönelmiştir. Arda arda gelen krizler (TV, video, majörler vs) sonucunda da sinema örgütlerinin büyük bir çoğunluğu devletin kapısını aşındırmaya başlayarak baştan beri olmayan ilişkiyi kumaya çalışmışlardır.

Günümüzde ise sinemayla ilgili mesleki kuruluşların hiçbirinin sinemamızın sorunlarıyla bir ilgisi kalmamış, ancak devletten aldıkları yardımlarla, festival, yarışma, ödül gecesi gibi şeyler düzenleyerek bir çeşit sanat tacirliğine soyunmuşlar, kendi üyelerine bile yaptırım gücü olmayan etkisiz ve işlevsiz bir konuma dönüşmüşlerdir. Devlet; yaptığı yardımlarla, dilediği zaman kendilerini muhatap görüp yararlanma amacına yönelik elinde tuttuğu bu kuruluşlar, sinemanın sorunlarından başka her bir şeyle ilgilenmekte, protesto, sansür, yağmalanan arşiv, el konulan kurum olduğunda ise üç maymunu oynayarak acınası bir suskunluğa gömülmekte bir beis görmemektedirler…

Onun içindir ki bu coğrafyanın sinema ortamında sinemanın belleği olan tüm arşivler tarumar edilip, tarihi sinemalar bir bir AVM olup, nice ödüllü filmlere verilen paralar bugüne dek görülmemiş bir sansür yöntemiyle faiziyle geri istenirken bile onların sesleri çıkmaz ya da cılız ve de ortaklaşa imzaladıkları içtenlikten uzak bildirilerle işi sözüm ona protesto eder gibi görünürler.

Sinema ortamımızda eskilerin bir sözü vardır, devlet baba ne zaman sinemaya el atsa sinemanın anası ağlarmış… Günümüzde de öyle değil mi?