29 Nisan 2024 Pazartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Fatih Sultan Mehmet’in madalyonu

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

1913-1914 yıllarında İstanbul Belediyesi’nin başına geçen operatör Cemil (Topuzlu) Paşa, iş başına gelir gelmez iki önemli projeye el atar. Bu projelerden ilki, şehrin göbeğindeki Gülhane Parkını elden geçirip halkın hizmetine açmak, diğeri ise konservatuvarın kurulmasına önayak olmak.

Konservatuvar kurulması düşüncesi, dönemin belediye meclisi tarafından benimsenmiş, ardından da aynı meclis bu iş için 3.000 lira ödenek ayırmıştır. Ama belediye meclisi bu kadarla da kalmamış, Özdemir Nutku’nun “Darülbedayi’den Şehir Tiyatrosu’na” kitabında yazdığı gibi “…bu girişimin düzenli biçimde gerçekleşebilmesi için de, ünü dünyanın her yanına yayılmış ve bugün için de tiyatro tarihinde önemli yeri olan, o dönemin tiyatro devrimcisi Andre Antoine’in İstanbul’a çağrılması kararlaştırılmıştır.” Dahası; Antoine’ın İstanbul’da bulunduğu süre içinde tam harcamalarının da “emanetçe ödenmesi” için de 12.000 frank ödenek ayrılmıştır.

Antoine’ın İstanbul’a gelişi büyük bir övgüyle karşılanmış, dönemin hemen hemen tüm basın organları bu büyük sanatçının İstanbul’daki çalışmalarıyla konservatuvarın açılışını gün ve gün takip etmiştir.

1914’lerin Türkiye’sini anlatacak değilim. Bilen bilir… İki yıl önceki Balkan Savaşlarının yenilgisi, ardından gelen Dünya Savaşı, yorgunluk, bıkkınlık ve de yoklukların dönemi… Ancak yine de, belediyenin gündeminde, bir tiyatro ile konservatuvarın olmazlarsa olmazların başında yer alıp bitkin bir kente armağan edilme uğraşısı… Bir başka söyleyişle, sokak köpekleri sorunuyla nasıl uğraşılması gerektiğini bile çözememiş bir belediyenin tüm icraatlarının başında konservatuvar ile tiyatronun yer alması ve tüm basının da bu olayı desteklemesi…

Ne yazık ki günümüzde bu tür olumlu örneklere rastlamak pek mümkün olmuyor. Mümkün olsa da cezasız kalmıyor. Hemen herkes harekete geçerek “vay sen misin bunu yapan” diye hesap sorma, karalama, yapılanı yok etme yarışına giriyor. Örnek mi? İşte Fatih’in tablosunun başına gelenler.

Oysaki bir müzayededen, bir tablonun, hem de yaşadığımız bir kent için sayısız simgesel değerler içeren değerli bir sanat yapıtının alınıp o kente armağan edilmesi, bizim belediyecilik anlayışımızda örneğine pek fazla rastlanmayan bir olay, dahası bir ilktir. Ama sonra ne oldu? Sen misin bu tabloyu alan diye neler neler yaşandı… 

Fatih’in tablosu tartışmaları henüz bitip, onun izini sürüp bir şeyler arayan müfettişlerin raporları henüz tamamlanmadan bu kez de tablonun yanına bir de yine aynı sultanın madalyonu geldi. 

Bilindiği gibi 542 yıl önce Fatih Sultan Mehmed’in poz vererek hazırlattığı Costanzo da Ferrara madalyonu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından satın alındı. Erken dönem Rönesans sanatçılarından heykeltraş ve ressam Costanza de Ferrara tarafından İstanbul’da yapılan madalyonun 3 örneğinin mevcut olduğu biliniyordu. 4. madalyonun varlığı Londra'daki mezatın kataloğunun yayınlanmasıyla öğrenildi. Hemen harekete geçen İBB, madalyonu 38 bin sterline satın aldı.  Bu madalyon da Fatih’in tablosu gibi bizim bir değerimiz olarak sergilenecek…

Dileriz bu tür alımlar, tüm karşı koşmalara rağmen, daha da sıklaşarak, gelecekte açılması arzulanan Fatih Sultan Mehmet Müzesi’nin ilk değerleri olma önemini ve önceliğini taşıyarak belediyecilikte bir geleneğin başlatılmasına neden olabilirler. 

Gerek Fatih’in tablosu ve gerekse madalyonu, bir şölen masasının tam orta yerine konan orkide demeti gibidir. Yenmezler ama, bir kenti hem güzelleştirip zenginleştirirler, hem de değerine değer katarlar…

İstanbul tüm bunları hak etmiyor mu?