28 Nisan 2024 Pazar
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Fransa’da yaşanan olayları anlamak- (2) Irkçılığa karşı mücadele süreci

Ali Rıza Taşdelen

Ali Rıza Taşdelen

Gazete Yazarı

A+ A-

1960’lı, 70’li yıllarda ekonomik nedenlerle Fransa’ya gelen Kuzey ve Batı Afrikalı Arap ve siyahi göçmenlerin torunlarının bir haftadır devam eden isyanının nedenlerini inceliyoruz.

Bugün sorun göçmen sorunu değil. Bu sorun arkada kaldı. Ama Fransa göçmen sorununu da çözememişti. Avrupa’da olduğu gibi Fransa’da da bolluk dönemi 70’lerde başlayan krizle birlikte sona ermiş ve krizin yol açtığı ekonomik ve sorunlar sosyal sorunları da beraberinde getirmişti. Artan işsizlik ve yoksulluk Fransa’nın alt kesimlerini derinden etkilemişti. Toplumda göçmenlere karşı tepkiler tavan yapmaya başlamıştı. Afrika’dan gelip Fransız’ın işini, ekmeğini “elinden alan” bu göçmenlere karşı ırkçı saldırılar çoğalırken, dönemin hükümetleri de göçmenleri banliyölerdeki gettolara hapsetmişti.

DEDELERİ IRKÇILIĞA KARŞI MÜCADELE İÇİN ÖRGÜTLENDİ

1980’li yıllarda ırkçı saldırılara maruz kalan göçmenler çeşitli dernekler kurarak örgütlendiler. 1984 yılında Afrika kökenli göçmenlerin çocukları (2. Kuşak) “SOS Racisme-İmdat Irkçılık” adında ulusal çapta ırkçılığa karşı mücadele bayrağı açan bir dernek kurdular. Daha sonra göçmenlerin yoğun olduğu neredeyse her şehir ve kasabada Cezayirliler, Tunuslular, Faslılar, Senegalliler, Malililer ve Türkler kendi derneklerini kurarak ırkçılığa karşı kendi vatandaşlarını ve haklarını savunmak için mücadele ettiler. Benim de Fransa’ya gittiğim yıllardı.

Krizin başlarında yaşam koşullarının henüz görece iyi olduğu dönemde, bu kuşak nispeten okumuş ve iş hayatında da başarılı olmuştur. O yıllarda gelişen ırkçılığa karşı mücadelede öyle vurma, kırma, yakma yoktu. Akıllı insanlardı. O zaman biz Türkler de dernekler kurmaya başlamıştık. Arabı, Türkü, siyahisi haklarımızı savunmak için birlikte mücadele ediyorduk. Irkçı bir saldırıya anında demokratik tepkimizi gösteriyorduk. Göçmenlikten doğan sosyal, kültürel ve hukuksal sorunlarımız üzerine kafa yoruyor, araştırmalar yapıyor, dergi ve bültenler çıkarıyor, kolokyumlar ve kültürel şenlikler düzenliyorduk.

BAŞARIDA MİLLİ KİMLİK VE MİLLİ KÜLTÜRÜN ÖNEMİ

Bugün yaşanan olaylarla ilgili isyan eden, yakan, yıkan, yağmalayan gençlerin bu kaba saba mücadele yöntemlerinin nedenleri en çok sorgulanan konu. Bunun tarihi, sosyolojik ve kültürel nedenleri vardır. Diğer bir soru ise Afrikalılar kadar kalabalık olmasa da Türk gençleri neden bu eylemlerin içinde yer almamaktadır? Fransa’da 700 bine yakın Türk yaşamaktadır.

Ailelerin çocuklarını yetiştirmede elbette önemli sorumluluğu vardır. Ama ailelerin bu sorumluluğu yerine getirebilmesi için devletin eğitimden iş hayatına kadar sorumlulukları vardır.

90’lı yıllarda Türklerin 2. kuşak, Afrikalıların 3. kuşak çocukları zor şartlar altında ortaokulu bitiriyor, birçoğu lise eğitimine başlamadan iş hayatına atılıyordu. Ayrımcılığa maruz kalan yabancı kökenli gençlerin iş bulmaları da o kadar kolay değildi.

O dönem Fransa’da Türk göçmenleri ile Afrikalı göçmenlerin geleceğe yolculukları aynı olmayacaktı. Arkalarında imparatorluk ve devlet geleneği olan Türkler güçlü bir milli kimlik ve kültürel değerlere, güçlü bir aile yapısına sahip olmaları ve iş konusunda daha girişimci ve çalışkan olmaları onların ilk yıllarında yerleştikleri banliyölerden ve gettolardan daha erken çıkmalarına neden olmuştur. Bugün Türklerin önemli bir kesimi kendi işinin patronudur ve gettoların dışında sahip oldukları kendi evlerinde oturmaktadırlar.

Kuzey ve Batı Afrikalı göçmenlerin ülkeleri sömürge olmaktan yeni kurtulmuş ve milli kimliklerinin oluşum aşamasındadır. Cezayir 1962 yılında bağımsızlığına kavuşmuştur. O yıldan hemen sonra Fransa’ya gelenler daha çok Fransız sömürgecileriyle işbirliği yapanlardır. Elbette bağımsızlıktan sonra ekonomik nedenlerden dolayı göçmen olarak gelenler daha çoktur.

Bu parantezi şunun için açtım: Uygar diye bilinen bu vahşi Avrupa ülkelerinde şu veya bu nedenle göçmen olarak gelenlerin insanca yaşaması, ekonomik ve sosyal açıdan başarması sağlam bir milli kimlik ve kültürel değerlere sahip olmasıyla mümkündür. Türklerin başarısının sırrı burada yatmaktadır. Sömürge ülkelerden gelen ve okuma yazması olmayan birinci kuşak göçmenlerin çoğunluğunun başarısızlığının nedeni de buradadır. Elbette istisnalar vardır; bu karanlık vahşi sistemde önemli başarı örnekleri de vardır. Ama bu göçmenlerin çoğunluğu gettolarda sıkışıp kalmış ve çocuklarının geleceğini garanti altına alamamışlardır.

BİR DARBE DE KÜRESELLEŞME VE NEOLİBERAL PROGRAMDAN

İkinci ve üçüncü kuşak göçmen çocukları küreselleşmenin neoliberal programının uygulanmaya başladığı bir döneme denk gelmenin şansızlığını yaşadılar.

Dünya kapitalist sisteminin, 1970’li yıllarda içine düştüğü krizden kurtulmanın yolu olarak ortaya atılan neoliberal düşünce, küreselleşme projesi ile, İkinci Dünya Savaşı’ından sonra dünyada oluşan, sosyal ve politik dengeleri altüst etmiş, 1945-1975 döneminde kapitalist dünyada oluşan “sosyal refah devleti”, “korumacı devlet” küreselleşme hareketinin saldırısına uğramıştır.

İşte, 80’lerden bu yana uygulanmaya konulan neoliberal politikaların yol açtığı enflasyon, zam, işsizlik, özelleştirme, sosyal haklara saldırı ekonomik ve sosyal krizi derinleştirmiş ve bu krizin altında en çok ezilen kesim banliyölerde gettolarda yaşayan 2. ve 3. kuşak göçmen çocukları olmuştur. Bu kuşakların ezici çoğunluğu Fransız vatandaşlığına geçmiştir. Ama bu statüleri de onları maruz kaldıkları ırkçılık ve ayrımcılıktan kurtaramamıştır.

Çünkü Fransız devletinin göçmenlere ve onların çocukları yeni Fransızlara bakışı ırkçı olmuştur. Irkçılık kurumsallaşmış ve devlet politikası haline gelmiştir.

Devam edecek…