29 Nisan 2024 Pazartesi
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Futbolun sorunu: Aşırı para! (1)

Çetin Susan

Çetin Susan

Eski Yazar

A+ A-

Kurdan zarar-kârdan zarar, öderdin-ödemezdin derken tatlıya bağladılar kayıkçı kavgasını. Zaten gül gibi geçinip gidiyorlardı yıllardır. Etle tırnak, partiyle cemaat gibiydiler. Üstelik arkalarında, iki ülkenin, birbirine meftun görünen yöneticileri vardı, Digitürk’ü sattıkları Katarlı televizyoncuyla Türkiye Futbol Federasyonu’nun… Bu noktaya tekrar döneceğiz ama önce kısa bir tarih turu atalım.

1959’da Türkiye Deplasmanlı Profesyonel Futbol Ligi kuruldu. O tarihte, memleketin hâli hiç iç açıcı değildi. Kişi başı milli geliri 600 doları bile bulmayan Türkiye’nin ekonomisi alarm veriyordu. Ülkeyi göbeğinden ve resmen dışa bağımlı kılıp borca batıran, emperyalistlerin kucağına yerleşmiş Demokrat Parti iktidarı, yeni dış borç bulamaz, mevcut borçlarını ise ödeyemez hale gelmişti. Yüzde 300’ü aşan devalüasyonun üzerinden bir yıl bile geçmemişti.

Tıpkı bugünkü ‘dinciler’ gibi; kendi sermaye sınıfını(zenginini) oluşturmaya kararlı olan o günkü ‘Demokratlar’ da, ‘her mahallede bir milyoner yaratmak’ sevdasındaydılar. Lakin her şeye rağmen -büyük toprak sahiplerinin dışında- özel teşebbüsün topyekûn, arzu ettiği düzeyde sermaye birikimi oluşturmasını sağlayamamıştı Menderes hükümetleri. ABD’nin dayattığı emperyal stratejisi doğrultusunda esas palazlanan, komprador burjuvaziydi.

İlk örnek Adalet Kulübü

İşte böyle bir Türkiye’de başladı, bugün 61 yaşını deviren ligimiz. İki gruba ayrılmış 16 takımla oynanan ve finalde Galatasaray’a üstünlük kuran Fenerbahçe’nin şampiyonluğuyla sonuçlanan ilk sezonda, tamamı Ankara, İstanbul, İzmirli şu takımlar yer almıştı: Adalet, Altay, Ankara Demirspor, Ankaragücü, Beşiktaş, Beykoz, Fenerbahçe, Galatasaray, Gençlerbirliği, Göztepe, Hacettepe, İstanbulspor, İzmirspor, Karagümrük, Karşıyaka, Vefa.

Bu takımların içinde sadece Adalet Gençlik Kulübü, İlmen ailesine ait Adalet Mensucat Fabrikası’nın kontrolünde ve finansman katkısıyla yol almış; o yıllar futbolunda, kurumsal destekli özel sektör varlığının tek temsilcisi olmuştu. Ancak fabrikanın kuruluşu ve gelişmesinde, sermaye birikiminden ziyade, kurucusu olan Süreyya Paşa’nın(müstafi Osmanlı paşası) aileden çok varlıklı olmasının payı büyüktü.

Eczacıbaşı, Efes Pilsen…

Özel teşebbüsün yukarıda değindiğimiz gibi; spora, sanata, sosyal yaşama, tarih varlıklarına vb. destek olacak, yatırım yapacak doygunluğa erişmesi için daha yıllar geçecekti. Büyük sermayenin, popüler/çok izlenen/yarışmacı spor dallarıyla, sistematik/sürdürülebilir ve performans odaklı bir proje kapsamında buluşmasının ilk örneği Eczacıbaşı’nın 1974-75 sezonunda Basketbol 1.Ligi’nde yer almasıdır. İlk yılını 6. tamamlayan takım, ertesi yıl şampiyonluğa ulaşırken, hepsi milli takım oyuncusu olan Mehmet Döğüşken, Efe Aydan, Nuri Tan, Reşat Güney ve koç Aydan Siyavuş’u transfer etmişti.

Nitekim 3 yıl sonra, bir başka büyük sermaye grubunu temsilen 1.Lig’e yükselen Efes Pilsen de, getirisi kanıtlanmış aynı yolu izledi. Mehmet Döğüşken, Doğan Hakyemez, Ömürden Kısagün, Cengiz Kayatürk’ün yanı sıra iki de ABD’li kattılar kadrolarına. Sonuç; daha ilk yılda 1978-79 Basketbol Ligi şampiyonluğuydu. Pragmatist düşünce kazanmış, sermaye yatırımı anında ve fazlasıyla karşılığını almıştı.

Sermaye sporun sırtında

Spora bodoslama giren ‘kapital’in niyeti açıktı: Altyapı, tesis, eğitim gibi eziyetli, maliyetli ve sabır isteyen yatırımlar yerine, memleketin kalburüstü sporcularını, rakip kulüp bütçelerinin elvermeyeceği maaşlarla kendi takımında toplamak. Bunun başarıyı getireceği ortadaydı. Bu ‘kaçınılmaz’ başarılarla hem reklam mecrası olarak sporu kullanmak; hem o yıllarda hızla büyüyen anti-kapitalist toplumsal muhalefeti, sporun gücüyle markaya sempati yaratarak kısmen de olsa geriletmek; direkt olarak da, spora yapılan yatırımlar karşılığında vergi-teşvik vs. avantajları sağlayarak kasadan çıkanı minimize etmekti. Mesele spora hizmet falan değil, sporun sırtında gezmek, kendini spora taşıtmaktı!

Öte yandan, devlet, özellikle iktisadi faaliyetleri olan kuruluşları eliyle kulüpler kurarak, emekleyen ülke futboluna katkı yapmaya çalışıyordu. PTT, TCDD, Şeker Fabrikaları, DSİ, MKE, Demir Çelik Fabrikaları, Petrol Ofisi, YSE(Yol Su Elektrik) hatta Silahlı Kuvvetler birimleri gibi kamu kuruluşları, yurdun birçok ilinde kurdukları takımlarıyla değişik liglerde yer almaktaydılar.

Futbolcu maaşı 15 bin dolar

60’lı-70’li hatta 80’li yılları da mütevazı futbol bütçeleriyle geçirdi kulüpler. Maç hasılatlarının dışındaki tek gelir kaynağı, kulüp yöneticilerinin cüzdanlarıydı. Bir müteahhit, bir fabrika sahibi, bir ithalatçı veya orta ölçekli herhangi işletmecinin "idare heyetinde" olması finans sorununu kısa vadeli de olsa çözmeye yetiyordu.

Keza, futbolcu maliyetleri de bugünle kıyaslanmayacak kadar makuldü. Örneğin, 70’lerin ilk yarısında, 3 yıl üst üste şampiyon olmuş bir takımın (Galatasaray) en değerli oyuncusuna(Metin Kurt), kulübünün önerdiği yıllık maaş 8 bin doları (110 bin lira) bulmazken, bu teklifi yetersiz bulan futbolcunun talep ettiği ücret ise 15 bin dolara (200 bin lira) bile ulaşmıyordu. Sanki rakam hatası varmış gibi geliyor insana ama yok, o yıl dolar 14 liraydı. Dönemin yıldızları, bir-iki apartman dairesi hatta bazen fiyakalı bir otomobil parası karşılığında top koşturuyorlardı.

(Devam edecek)