08 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 22°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İki film birden

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Yeşilçam’ın resmi türü melodramdır. Yani; dramatik sanatların dört temel türünden biri olan tragedyanın sulandırılmış ve de gereğinden fazla abartılmış şekli. Hani kimi filmleri izlerken, gerçeği olabildiğince zorlayan durumlar gördüğümüzde “yok artık” deriz ya... İşte o türden olanlar... Ancak; “yok artık” dediğimiz filmlerin kimi oyuncuları vardır ki, o yok artık dediğimiz filmleri hayat diye yaşamışlardır. Beyaz Rus kökenli sinema oyuncularımızdan Tülin Elgin de bunlardan biridir...

Biliyorum, durup dururken “bu oyuncuyu yazmak da nereden çıktı” diyebilirsiniz... Haksız da sayılmazsınız... Ama bazen yoğunluğu altında gereğinden fazla ezildiğimiz ciddi sorunlardan kaçmak, ıskalanmış yaşamların filmlerdekinden pek de farklı olmayan yanlarına da değinmek gerekir... İbret olsun diye değil, yaşanılanların acısına ortak olmak için...

Ben de çoğunuz gibi Tülin Elgin’i filmlerde gördüm... Ancak fotoğrafını gösterseniz hemencecik tanıyabileceğimi söyleyemem. Çoğunlukla B tipi filmlerin güzel ama bir o kadar da hırpalanmış, zedelenmiş, dahası hoyratça harcanmış, filmlerde görüp de “yok artık dediğimiz” her bir şeyi hayat diye yaşamış bir kişisi...

İşte bu hayatın özeti: 1917 Devriminden sonra Odesa’dan İstanbul’a gelen bir ailenin kızı olan Elgin; Maks isimli Beyaz Rus bir babayla Kristina adlı Bulgar kökenli bir annenin çocuğu olarak 1941 yılında İstanbul’da doğmuş, ilk öğrenimini Taksim Sıraselviler’deki Yeni Kolej’de, orta öğrenimini ise Üsküdar Kız Koleji’nde yapmıştır. Aynı yıllarda ailesinin yönlendirmesiyle bale dersleri alan genç kız, 1959’da mezun olduktan sonra bir iş adamıyla nişanlanmış, ancak bu birliktelik çok kısa sürmüş.

1962 yılında, Atlas Filmin sahibi Nezif Duru’nun kendisiyle yaptığı anlaşmalar sonucu sinemaya geçen Elgin’in ilk filmi, Muharrem Gürses’in çektiği “Ama Kimse Duymasın” olmuştur. Bir yıl içinde “Ankara’ya Üç Bilet-1964”, “Dağ Başını Duman Almış-1964”,“Hızlı Osman-1964”, “İstanbul’un Kızları”, “Ve Allah Gençleri Yarattı-1964” filmlerinde oynamış ama esas şöhretini yine aynı yıl içinde oynadığı Ertem Göreç’in toplumsal içerikli filmi “Karanlıkta Uyananlar-1964” ile Halit Refiğ’in gündüzleri görkemli yalısında sosyetik bir yaşam süren, geceleri de bir kulüpte soyunarak dans eden ve bu arada da bir gecelik sevgililerini kiralık katillere öldürten bir prensesin öyküsünün anlatıldığı erotik çağrışımlar içeren “Şehrazat-1964” filmleriyle yapmıştır.

“Benim artist olmam tamamıyla tesadüf eseridir. Şaka olsun diye başladım. Fakat bu süre içinde filmciler beni pek tutmadı. Bu çok gücüme gitti. Muvaffak oluncaya kadar uğraştım. Muvaffak olduktan ve gururumu kurtardıktan sonra bırakacaktım. Nihayet aranılan bir artist oldum ama bu defa da onlar beni bırakmadılar.”  (Hürriyet Gazetesi, 20 Mart 1965) 

1965 yılında 11 filmde birden oynayarak rekor kıran Tülin Elgin’in sinemada kısa sürede elde ettiği başarı, kimilerine göre oyunculuğundan daha çok, filmlerinde cömertçe sergilediği görüntülere bağlanmıştır. Yılmaz Güney’in de dikkatlerini çeken oyuncu, onun “Beyaz Atlı Adam”, “Krallar Kralı”, “Torpido Yılmaz”, “Eşkıya Celladı” başta olmak birçok filminin değişmez oyuncusu haline gelmesine yardımcı olmuştur.

Tülin Elgin’in çok kısa sürede gerçekleşen hızlı yükselişi pek uzun sürmemiştir. Aşırı duygusal ve kırılgan olan kişiliği o dönemlerin sinema piyasasının sert ve acımasız koşulları karşında direnç gösteremeyip yenik düşmekten kurtulamamıştır. Özel yaşamındaki dalgalanmalar, başarısızlıkla sonuçlanan evlilikler ve karşılıksız kalan gönül kırıklıkları onun sinemadan uzaklaşarak gece yaşamına, alkole yönelmesine zemin hazırlayarak birkaç kez yaşamına son verme aşamasına getirmiş, ancak son kez denemeye kalkıştığı dansözlük ve de şarkıcılık da eski konumuna gelmesi için yeterli olmamıştır. Tüm bu düşüşe eklemlenen bir kaza ve sonucunda yitirilen sevgili, henüz 34’ünde olan bıçak sırtındaki bir yaşamı, raporlara solunum yetersizliği olarak geçen bir nedenle salaş bir otel odasında noktalamıştır.

Öldüğünde cebinden yalnızca 15 lira çıkmıştır. Ölümüne bağlı kimi bulgular, madde kullanımına bağlı intiharı işaret etmesine karşılık kesinlik kazanmamış, kimilerine göre Ankara’daki Karşıyaka Mezarlığına, bir diğerlerine göre ise; İstanbul Belediyesi tarafından kimsesizler mezarlığına gömülmüştür.

Bir yaşam... İki farklı yorum... Biri perdede, diğeri hayatta... İkisinin de oyuncusu aynı... Boşuna dememişler “Yeşilçam filmleri” fena halde yaşama benzer...