30 Nisan 2024 Salı
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İnançla tarih yapılır mı?

Şahin Filiz

Şahin Filiz

Eski Yazar

A+ A-

Ziya Gökalp, tarihi kavramını ikiye ayırır: 1. Şey’i tarih, yani nesnel, bilimsel olan tarih. 2. Milli tarih, yani öznel olup her ulusun kendi tarih bilincine dair inşa ettiği kurgusal tarih. Ona göre bütün ulusların her iki tarih tarzına da gereksinimi vardır. İlki, inanç ya da ideolojiye göre değiştirilebilir olmayan; yazılı, görsel, tanıklara dayalı ve kayıtlı bir bilimdir. Bir ulusun ya da insanlığın varoluş sürecini derinden etkileyen kayda değer olgu ve olaylar yer, zaman ve oluş biçimleri belirlenerek sistemli kayıtlar tutulduğunda, bilim olarak tarih ortaya çıkar. Milli tarih ise, büyük ölçüde Ulasal bilinci uyandıracak kurgular üzerinde şekillenir. Amaç, eğitim ve öğretimin millileştirilmesine tarihsel bir anlam verebilmektir. Genç kuşak, mensubu bulunduğu ulusun kültür, ekonomi, siyaset ve varoluşa ilişkin iddialarını bu tarih bilinci ile sürdürme olanağı bulur. Ancak milli tarih, en az bu yararları kadar bir takım riskler taşır. Kişiler, neredeyse salt tarihsel bilginin sistematik biçimi olan bilim olarak tarih ile milli tarihi birbirine karıştırabilir; hatta ikincisi, siyasi dalgalanmaların yardımıyla ilkinin yerine geçebilir. Başka bir deyişle, tarihin, bilgi ile değil, inanç ve ideoloji ile yapıldığı düşüncesi egemen olamaya başlar. Objektif tarih sübjektif tarihin gölgesinde kaldığında, genç kuşaklar tarihsel dayanaklarından yoksunlaştırılmış, hatta o dayanakların yerine geçmiş olan öznel ve heyecana bağlı duyguları, vazgeçilemez tarihsel veriler olarak kabul etmeye; onlara sarsılmaz bir inanç beslemeye başlar.

Bütün sorun, bilim olarak tarihin ne ile yapıldığıdır. Tarih sosyal bilimlerin bence temelidir. Kendine özgü ilkeleri ve yöntemiyle, doğa bilimleri gibi bir bilimdir. Ekonomi, din, dil ve diğer tüm bilimler gibi, bütün insan düşüncesi, hissi ve eylemlerinin maddi ve manevi ögeleri hep kültür kavramının alt gurubunu oluşturur. Kültür ise, tarihin genel kavrayıcı kapsamı altındadır. Şu halde şemsiye kavram, tarih bilimidir. Öyleyse milli tarih, bilim olarak tarihin denetimi altında olmak zorundadır. Büyük Türk aydını ve gazetecisi merhum Uğur Mumcu’nun deyimiyle, “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz”. Yani tarih bilgisi olmadan tarih bilinci oluşmaz.

Tarih bilimi inanç ve ideolojilerle yaratılırsa, milli tarih ya da öznel tarih, belirleyici olur. Yalnız tarih değil, onun şemsiyesi altında bulunan kültür ve kültürün alt ögelerinin hepsi, bilgi ve bilimin değil, inancın eseri ve esiri haline gelir. Oysa doğru olan, bilim olarak tarihin öznel tarihi belirlemesi ve denetlemesidir.

Tarih felsefesi açısından bakıldığında Yahudi ve İslam tarihçiliği, bu kavramsal çerçeve için somut örnek oluşturur. Yahudi tarihi M.Ö.2000’li yıllarda başlar. Ataları olarak kabul ettikleri İbrahim ile ahitleştikleri tarihi işaret eder. M.Ö. 15 veya 13. Yüzyıllarda da Musa’nın Tanrı ile ahitleştiğini görürüz. M.Ö. 5. Yüzyılda Yahudiler, Tora’yı yeniden gözden geçirirler ve M.S. 14 yüzyıla kadar Tora üzerinde hahamların çalışmaları devam eder. Yahudiler, Yunanlılar ve Romalılarla etkileşime girmişler; Hıristiyanlık ise Yahudiliğin bir devamı olarak böylece ortaya çıkmıştır. Yahudi tarihinde Süleyman Mabedi ve onun tarih içinde üç kez yakılıp yıkılması, bilim olarak tarihin kayıtları arasındadır. İsa ve Hıristiyanlık, Yahudiliğin sözlü devamı olarak bilinir. Batı tarihini ve düşüncesini yakından tanımak ve anlamak için, bu iki dinin tarihini çok iyi bilmek gerekir.

Yahudilik esasen Musa’ya verilen tabletlere dayalı bir dindir. Tabletler, on emiri içeren inanç konularını kapsar. Din dendiğinde anlaşılan, genellikle bu tabletler ve içeriğidir. Şu halde Yahudilik veya Musevilik dendiğinde bu inanç öbeği değil, Yahudi tarihi ve kültürü anlaşılır. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursam Musevilik, Musevi kültürünün dolayısıyla tarihinin meydana getirdiği bir dindir. Dini ve inancı, tarih yaratmıştır; yani Yahudilik, bir Yahudi tarihi ve kültürünün eseridir. Bu ise, bilginin inancı yarattığı veya hiç değilse, denetlediği anlamına gelir. Bilim olarak tarih, inanç ve ideoloji olarak Yahudiliği biçimlendirmektedir. İnançları oluşturan ya da belirleyen, Yahudi kültürü ve tarihidir. Bilim olarak tarihsel ölçütler, Yahudi tarihinde mevcuttur. Tarihlerinde inançları çok küçük bir yer kaplar. Ya da inanç ve ideolojileri, tarihlerinin, kültürlerinin sadece bir parçasıdır. İnançlarını, tarihlerinde yer ve zaman tespitinin yapılabildiği nesnel verilerle yaratmışlardır.

Yahudilik tarihinin başka bir avantajı, bilim olarak tarih olmanın dışında, bütün Yahudilerin ortaklaşa kabul ettikleri tek bir tarih oluşudur. Tabii ki Yahudilik içinde farklı mezhepler, görüşler, ayrılıklar ve fırkalar vardır ancak bu farklılıklar, ortak tarih anlayışlarını önemli ölçüde etkilemez. İnanç ve ideolojide; dini nassların yorum ve tefsirinde Yahudiler arasındaki farklılıklar, tarihlerinin ve kültürlerinin objektif tarihten beslenmesi nedeniyle, birbirinden farklı ya da birden çok Yahudi tarihi ortaya çıkarmaz. Bu ise, dünya üzerinde Yahudiler arasındaki birliği ve beraberliği temin eden en önemli etkendir. Tarih Yahudileri anlatır ama Yahudilik inancını da belirler.

Demek ki Yahudilerde şey’i tarih milli tarihi belirlemektedir. Milli tarihleri bu yüzden daha az masalımsıdır.

İslam tarihçiliğine gelelim.

İslam’ın en önemli metni olan Kur’an’da tarih kavramına rastlamayız. Bazı İslam tarihçileri ve İbn Haldun dışında tarih ve tarih felsefesi üzerinde duran bir filozofa rastlamak zordur. İbn Haldun, kendi zamanlarına kadar olan tarihsel rivayetleri, menkabeleri ve söylentileri tarihsel olaylar diye salt nakletmekle yetinmelerinden dolayı İslam tarihçilerini eleştirir. İslam tarihçileri arasında tarihi açıkça olgusal bir bilim olarak görenlerin sayısı fazla değildir. Olgu ve olayları nakletmekle yetinenler ise, tarih kavramını, tarihin ilke ve yöntemlerini ele almazlar. Yani bilim olarak tarih kapsamında değerlendirilebilecek olguların ve olayların, yer ve zaman göstererek kaydını tutmakla yetinirler. Bu düzey bile, 10. Yüzyılda meşhur Müslüman tarihçi Taberi ve ardıllarının başarısıdır.

Ne var ki Yahudilikteki tarih anlayışının sıkı disiplini ve sistematik yapısı, İslam tarihçiliğinde yoktur. Tarihsel olayların salt nakledilmesi belki bilim olarak tarihin vazgeçilmez koşullarındandır ancak böyle bir tarihçiliğin, yüzyılların gereklerine göre diğer koşulları karşılamakta gecikmesi, salt naklin Müslümanlarda bilim olarak tarihe dönüşmesine imkân vermemiştir. Modern zamanlara yaklaştıkça İslam tarihçiliği, İbn Haldun’un eleştirdiği menkabeci tarihçilik düzeyini bile arar olmuştur. Artık bu gün İslam tarihçiliği, tarihi bir bilim değil, bir inanç ve ideoloji olarak görmektedir. Müslümanlarda tarih, inancın ve ideolojinin ördüğü bir bilince dönüşmüş; epistemolojik özelliğini yitiren tarih, öznel bir inanç alanı yaratmıştır. Müslümanlar arasındaki ihtilaflar ve farklılıklar, tarihin bilim olarak değil, öznel bir kurgu olarak yaratılmasından doğmuştur. Tarih, epistemolojik dayanaklarını yitirmiş; yerini inançsal kurgulara terk etmiştir. İslam tarihi değil, tarihleri ortaya çıkmıştır. Bir değil birden çok İslam tarihi vardır: Sünni İslam Tarihi, Şii İslam Tarihi, Alevi İslam Tarihi bunlardan yalnız bir kaçıdır. Yahudilikteki gibi yekpare ve bütün Müslümanların ortak olduğu tek bir tarih yoktur. Tarihi, dini metinlerin farklı yorumları yarattığı için, her yoruma göre bir İslam tarihi ile karşılaşırız. İslamcılık, tarihi, inançların ve ideolojilerin yarattığına dair modern zamanların en somut örneği olarak verilebilir. Ziya Gökalp’in deyimiyle, milli tarih şey’i tarihi biçimlendirmiş; bilim olarak tarih değil, bilinç olarak tarihimsi bir inanç egemen olmuştur.

Dincilik, bilim olarak tarihi, inanç ve ideoloji olarak siyasal-dini kurguya dönüştüren tarih-dışı, tarih-karşıtı bir akımdır.

Yahudi inancını ve ideolojisini Yahudi kültürü ve tarihi oluştururken, İslam inancı, tarihi ve kültürü belirlemiştir. İlkinde tarihle inanç yazılırken, ikincisinde inançla tarih yazılmıştır. Bilim olarak tarih değişmediği için, her çağda Yahudi kültür ve düşüncesini yeniden üretmiş; gerektiğinde inançlarını sahip oldukları tarih epistemolojisi ile denetleyip biçimlendirebilmişlerdir. Oysa inanç, çağların getirdiği koşulları ve pratik yaşamın dayatmaları ile ister istemez değiştiği için, inanca dayalı tarih yaratımı da değişmekte; Müslümanlardan her gurup, değişen koşullara göre biçim alan inançları doğrultusunda tarihi yeni baştan yazmak zorunda kalmaktadırlar. Bu da, değişebilen inancın değişmez tarihsel gerçeklerin, insanlığın gelişim sürecine rağmen eğilip bükülmesini zorunlu hale getirmektedir.

Öyleyse bilim inanca değil, inanç bilime tabi olmak zorundadır. Aksi halde, gittikçe masalımsa hale gelen İslam tarihçiliği, inanç değiştikçe, daha fazla insanın cadılara yem olarak verildiği yeni masallar üretmeye zorlanacaktır.