29 Nisan 2024 Pazartesi
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Irak’ın işgalinden Ukrayna çıkmazına Fransa (1)

Ali Rıza Taşdelen

Ali Rıza Taşdelen

Gazete Yazarı

A+ A-

İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’nın dünya çapındaki saflaşmalarda bir odak olamaması, bir ara güç olarak iki arada bir derede kalmasının en önemli nedeni, ABD’nin başını çektiği Atlantik cephesi ile arasına mesafe koyamaması, NATO üyesi olması ve bağımsız politikalar geliştirememesidir.

Kıta Avrupa’sının kaderini belirlemede en önemli iki ülke Fransa ve Almanya’nın yaşanan Atlantik/NATO sürecinde oynadıkları rol ve durumları farklıydı. Fransa-ABD ilişkilerinde 80’lerin sonuna kadar, yani Sovyetler Birliğinin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesine kadar; Fransa’yı NATO’dan çıkaran ve dolayısıyla ABD’ye tavır alan bir De Gaulle faktörü vardı.

Almanya, İkinci Dünya Savaşı’nın yenilen ülkesi olarak ikiye bölünmüş, batı bölümü ABD tarafından, ekonomisi Marshall Programıyla, askeri üs ve askerleriyle kendi çıkarlarına göre yeniden inşa edilmiş bir ülkeydi ve savunması NATO’ya teslim edilmişti.

Berlin Duvarı’nın yıkılması, iki Almanya’nın birleşmesi, Almanya ve Fransa’nın başını çektiği Avrupa Birliği projesini de hızlandırdı. Diğer taraftan Sovyetler’in yıkılmasıyla ABD dünyanın tek süper gücü olarak sahneye çıkmış, Yeni Dünya Düzeni oluşturma iddiasıyla Avrupa dahil tüm dünyaya küresel çapta bir neoliberal ekonomik model dayatarak sözüm ona “İslami teröre” karşı bir haçlı seferi başlatmıştı. Sovyetlerin dağılmasıyla işlevsiz kalan NATO da bu saldırıların askeri gücü konumuna gelmişti.

Doğası gereği Avrupa’sız bir NATO düşünülemezdi. ABD, Avrupa’yı denetim altına almadan hedefine ulaşamazdı. Sorun gelip AB’nin özellikle birliğin motoru Fransa-Almanya ikilisinin NATO’ya, dolayısıyla ABD’ye karşı alacağı tavırda düğümlenmekteydi.

De Gaulle’ün ardından gerek Georges Pompidou gerekse Valéry Giscard d’Estaing döneminde inişli çıkışlı da olsa Fransa, de Gaulle’ün geleneksel dış politikasını devam ettirdi.

Sosyal Demokrat Mitterrand ezeli rakibi de Gaulle’dan uzaklaşarak Birinci Körfez savaşında Fransa’yı ABD komutasında 14 bin askeriyle birinci Körfez savaşına soktu. Dönemin Savunma Bakanı Jean Pierre Chevenement, Mitterrand’ın bu ABD yanlısı politikasına karşı çıkarak bakanlıktan istifa etmişti. Fransa, de Gaulle’dan buyana ilk defa bu kadar çok askerini ülke dışına gönderiyor ve üstelik ABD komutasına veriyordu.

Yeni de Gaulle’cülerin lideri Jacques Chirac’ın dış politikasının temelini “ulusal çıkarlara öncelik ve çok kutuplu bir dünya” ve AB’yi bu çok kutuplu dünyadaki kutuplardan biri haline getirmeye çalışmak oldu. Böylece Chirac, ABD’nin yeni dünya düzeninin Anglosakson yorumuyla araya bir mesafe koydu. 2002’de ABD’nin önleyici savaş doktrinini kabul etmediler.  Almanya ve Rusya ile birlikte 2003’de ABD’nin Irak’ı işgaline karşı çıkarak bir Paris-Berlin-Moskova ekseni oluşturdular.

Chirac döneminde hazırlanan ve 2008’de yayımlanan Fransa’nın Milli Güvenlik Siyaset Belgesi “Beyaz Kitap”ta önemli belirlemelerde bulunuluyordu.: “Dünya güç dağılımı Asya’dan yana değişiyor… AB’nin petrol tüketimi yüzde 75 Ortadoğu, Afrika ve Rusya’ya bağımlıdır… Rusya ve Avrupa arasında enerji alanında var olan karşılıklı bağımlılık bir kaygı, ama aynı zamanda güçlü bir ortaklık nedeni oluşturabilir… Gelecek yıllarda AB ve Atlantik İttifakı’nın şu durumu göz önünde bulundurması gerekecek: Karşılıklı ekonomik ve politik bağımlılık, İran’ın nükleer programından enerjiye kadar birçok konuda ortak çıkarlarımızın olduğu Rusya ile bizi iş birliği yapmaya itiyor”. Küreselleşmenin devletleri zayıflattığını, devletlerden bağımsız çokuluslu şirketlerin devletlerin ekonomik politikalarını etkilediğini ama buna rağmen “devletlerin uluslararası düzenin köşe taşları” olmaya devam ettiği belirtiyor. “Küreselleşmenin ulusal kimlikleri ve kültürleri yok etmesine karşı meşru bir tutumun varlığını görüyoruz. Küresel çağda ulus olgusu kuvvetli bir güç olarak kalmaya devam ediyor. Gelişmekte olan ülkelerin yeni sınıfları, endüstri devriminin burjuvaları gibi aynı ulusal tutkuyu hissediyorlar.”

Beyaz Kitap’ta Chirac’ın ABD’ye mesafeli ve Avrasya’ya yakın duruşunun etkilerini görüyoruz. ABD bu durumu kabullenmedi; Fransız devlet aygıtındaki güçlerini ve basını harekete geçirdi. 2003’de ABD’nin Irak işgaline karşı BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı ünlü konuşması ile bilinen ve daha sonra Chirac’ın başbakanlığını yapan Dominique de Villepin’in 2007 cumhurbaşkanlığı seçiminde önünü kesmek için, aynı partiden aday olan Nicolas Sarkozy’nin üzerine atığı iftira ve hakkında açılan davayla aday olamamış ve Sarkozy’nin önü açılmıştı.

Chirac-Villepin ikilisinin Atlantik karşıtı tutumu Sarkozy ile terk edilmiş ve Fransa tekrar NATO’ya sokulmuştu. Sarkozy’den sonra seçilen Sosyal Demokrat François Hollande aynı Atlantikçi çizgiyi devam ettirmişti. Macron da bu ikisinin karışımından oluşan Atlantikçi kampın adayı olarak ikinci kez seçildi.

  • İkinci bölüm: Sarkozy’den Macron’a Fransa’nın Atlantikçi çizgisi.