29 Nisan 2024 Pazartesi
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kentleri yeniden kurmak

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Büyük bir depremin beraberinde getirdiği yaraları sarmak sanıldığı gibi pek kolay değil. Onca canımızı yitirmenin acısına deprem sonrası bilinen sorunlar da eklenince insan yaşamı ve geleceğe ilişkin umutları da sorgulamadan edemiyor. Böylesine durumlarda ayakta kalmak, her bir şeye rağmen geleceğe yeniden, yeni baştan, neredeyse sıfır noktasından yürümek yalnızca bir amaç değil aynı zamanda kaçınılmaz bir zorunluluk olarak da öne çıkıyor.

Yaşayanların her bir şeyini yitirdiği anlatılması, tanımlanması bile tarifsiz acılar veren, zamanla dineceği yerde daha da katlanarak çoğalacağı kaçınılmaz olan bir durum bu. Onca canın gittiği, tüm birikimlerin yok olup, ailesiz, evsiz barksız dahası yersiz yurtsuz kalınıp birilerine gönderilecek adreslerin bulunmadığı, dahası adresler bulunsa da oralarda kimselerin olmadığı bir durum.  

Deprem yalnızca canları değil, aynı zamanda her birinin kökleri çok eski zamanlara giden kadim kentleri de neredeyse tanınmayacak bir konuma getirdiler.  Kimi kentler de insanlar gibi birçok değerlerini yitirerek eksik kaldılar, zamana direnen onca yanlarını yine zamanın unutulanları arasına gönderdiler.

Yitirilen canların yerini doldurmak elbette ki mümkün değil. Ya kentlerin?

Elbette ki yıkılanların yerine bir yenileri yapılabilir. Belki de daha iyisi, daha güzeli, daha dayanıklısı… Ama tüm yapılacak olanlar yitip giden bir kentin alışılmış, bildik, tanıdık dahası her yanına sinmiş yaşanmışlıkları, nice anıları bir daha geri getirebilir mi?

Bu sorunun en somut yanıtı, sanırım yaşadığımız kentlerde yitirdiğimiz kimi mekanların geride bıraktığı boşluklara duyulan özlemle verilebilir. Örneğin, İstanbul’da şu veya bu nedenlerle geçmiş zaman içinde yitirdiklerimizi bir düşünün. İş merkezleri olan Emek ya da Saray’ın yeri doldu mu? Oysaki yerlerine devasa boyutlarda albenisi oldukça yüksek mekanlar yapıldı. Ama yine de bir Emek sinemasının bir kente verdiklerinin bir çoğunu karşılamaktan çok uzak kaldı. Gösterişli ama anısız, yaşamsız, bir kentin orta yerinde var olup da ne gidilip, ne de görünen oldular.

Dileriz ki deprem bölgelerindeki kentlerin yenilenmesinde de bilinen bu türden hatalar yapılmasın, yara alan kentler yalnızca tek tip yapılarla ruhunu, geçmişle ilişkili olan özelliklerini yitirmesin. En azından eskileri kimi tipik özellikle anımsatan kimi dokunuşların da hissedildiği eskinin yenisini değil de, yeninin eski dokunuşlarını barındıran kimi değerleri de öne çıkarabilsin. Dileriz ve umut ederiz ki, yapılması düşünülenler aceleye gelip konteynırların betonlaşmış, katlanarak genişletilip yükseltilmiş versiyonları değil de, kentin geçmişten gelen şehircilik planına denk düşen ama eski hatalardan arınmış zamana dayanıklı yapıları olsun.

Yara almış bir kentin ileriye dönük şehircilik planının da tıpkı yapılarda arzulanan bir şekilde eskiyi anımsatacak kimi değerlerini öne çıkaran bir yenilik ortaya konularak yapılabilsin.

Ama bunlardan daha önemlisi depremde yara almış olan eski, değerli tarihi yapılar. Bu çok önemli… Çünkü bizim coğrafyamızda deprem kadar zarar veren, telafisi mümkün olmayan bir alışkanlık da –yoksa kötü bir gelenek mi diyelim- restorasyon işi. Aman dikkat… Bu tarihi yapıların onarım işini ya bu işin uzmanlarına verelim, ya da oldukları gibi bırakalım… Bu konuda bizim sicilimiz hiç de iyi değil. Eskisine uygun olarak restore ettiklerimizin birçoğunun ne durumda oldukları ortada… İnanın; bu tür restore edilen tarihi yapılara şiddeti en yüksek depremler bile bizim acemi restoratörlerden daha insaflı davrandı.