29 Nisan 2024 Pazartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kutsal rekabet değil kutsal kan davası

Halit Deringör

Halit Deringör

Eski Yazar

A+ A-

Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti asırlıktır. Ulusal savaş yıllarından başlar. Bu nedenle de bu rekabetin adı kutsal rekabettir. Aslında yaygın kullanımı ile “ezeli rekabet” de diyebiliriz. Aslında hep söylerim, iki kulüp de birbirlerinin varlık nedenidir. Biri olmazsa diğeri olmaz. Türk futboluna renk veren takımlardır. Saha dışında dosttular, arkadaştılar birbirlerini severlerdi ama bir o kadar da rakiptiler sahada. Biz futbolcular olarak, kahvede, eğlence yerlerinde, haftanın bir çok günü beraber olur, hafta sonunda yapılacak maçlara aynı vasıtalarla giderdik. Beraber kamp yaptığımız da olurdu. Maç oynanmadan önce iki kulübün başkanları birbirine şans dilerlerdi. Bu paralelde iki takımın taraftarının rekabeti de maç esnasında kalır o da aşık ozanların birbirleri ile atışması gibi sadece kafiyeli sloganlarla sınırlı kalırdı. Şiddet mi? O zaman için o nedir ki?
Profesyonellik geldikten sonra kulüplere sermaye güçleri hakim oldu. İçerde ve dışarıda birbirleri ile mücadeleye başladılar. Taraftarların da rekabeti şekil değiştirdi. Artık arkadaşlık, dostluk maziye karışmıştı. Tabir-i caiz ise, “barut icat edildi dostluk bozuldu.” Şimdi birinin mutluluğu diğerinin mutsuzluğu oluyor. 3 Temmuz süreci Fenerbahçe için zorlu ve sıkıntılı bir süreçti. Ezeli rakibinden saha dışında başına gelen bu felaket ile ilgili olarak destek görmediği gibi zaman zaman köstek bile olundu. Galatasaray’ın da UEFA hesaplarının incelenmesi konusunda Fenerbahçe’den destek gördüğü söylenemez. Ne yazık ki artık bu iki kulübümüz birbirlerini UEFA’ya gammazlayacak kadar düşmanlık gösteriyorlar. Rekabetin ne duruma geldiğini görün
Sevdiğim bir okurumun yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum. “Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinin daha doğrusu husumetinin yumuşatılması konusunda bir takım adımlar atılması gerekir. UEFA, kulüplerimizi birer birer cezalandırma sürecine girmiştir. Bu konuda Galatasaray Başkanı Passolig uygulamasının ve şike sürecinin kulüplere büyük zarar verdiğini anlattı. Oysa ki 3 Temmuz’da Galatasaray, Fenerbahçe’nin yanında yer alarak bu husumetin yumuşaması konusunda bir adım atabilirdi. Tam tersi Galatasaray, on binlerce mail atarak, Fenerbahçe’yi şikayet etti. Bana göre yine de bir şansı olabilir. Örneğin, Kalamış’ta bulunan Dereağzı Tesislerine yakın Metin Oktay heykelinin oradan alınıp, Florya, Seyrantepe veya Mecidiyeköy’e taşınmasını sağlayabilir.. Bunun Galatasaray taraftarları için daha iyi olacağı kanaatindeyim. Çünkü Kuşdillinde bulunan Lefter ve Alex heykellerinin devamlı fotoğraf çektiren taraftarlarla dolu olduğunu görmekteyiz. Galatasaray taraftarları da Metin Oktay gibi bir değerini kendi bölgelerinde daha fazla fotoğraf çektirebilme şansını yakalarlar.” Bu ifadeler karşındaki yorumu sizlere bırakıyorum

Türkiye rehabilitasyon merkezi mi?
Fenerbahçe Başkanının umudu Avrupa kupalarında. Bu nedenle de belki de Afrika’da bir ülkeyi kalkındıracak kadar bir para harcıyor. Trilyonlar yabancı ülkelere savruluyor. Umuda giderken yolları iyi seçmek gerekir ki düş kırıklığı yaşanmasın. Bu yılki Fenerbahçe isim olarak gerçekten çok büyük bir takım. Ama neye yarar? O büyük takım geliyor zorlanmaması gereken bir takımdan paçayı son anda zor kurtarıyor. Kırk yılda bir olsa olabilir diyeceğiz. Ama ligin ortalarına gelindiği bu dönemde artık bu oyunlara bulunacak bir mazeret olamaz.
Ne kadar büyük bir oyuncu alırsanız alın sahada ortaya koyduğu futbol bazen büyüklükleri ile doğru orantılı olmuyor. Futbolda rastlantılar da çok önemlidir. Bir zamanlar futbolun beşiği olan büyük Britanya ulusal takımının Matheus, Nanıon,Tomi, Lavton, Mortensenve, Finleyn’den kurulu forvet hattı o yıllar Amerika milli takımıyla oynadığı maçta yenilmişti de herkes çok şaşırmıştı. Tabii ki zaman zaman böyle sürprizler olabiliyor.
Fenerbahçe gibi takımların aldıkları evrensel futbolcular eğer sezon başından ortasına kadar iyi bir futbol oyunu sergilemiyorsa bu futbolun cilvesi değildir artık. Bunda bir yanlışlık vardır. Bu işin bir yanı. Bir başka yanı da var tabii ki. Asgari ücrete 3-5 lira zam için sokaklara dökülen harçlıklarını stat önündeki lahmacunlara yatıran, maçı izlemek için borç bile isteyen fertlerden oluşan bir toplum kalkıyor, yabancı futbolculara böyle sorgusuz, sualsiz para dağıtıyor. Haydi Ronaldo gibi Messi gibi futbolculara yatırsalar diyeceğimiz hiçbir şey olmaz. Hatta alkışlarız bile.
Çok para sarf ederek transfer edilen futbolcuların bir çoğu, hiçbir şekilde araştırılmamasına, incelenmemesine rağmen sırf bir zamanlar isim yapan futbolcular olduğu için transfer ediliyor çoğunlukla. Oysa bu tarz transfer şekli bizim ülkemize özgüdür. Bir Avrupalı kulüp böyle yapmaz. İstediği kadar isim yapmış olsun asıl olan futbolcunun her bakımdan sağlıklı olmasıdır. Bizler için ise futbolcuların isim yapmış olmaları önemli.
Robin Van Persie Türkiye’ye geldiği günlerde büyük ilgiyle karşılandı. Futbol açısından düşünürsek medyadan ve kamu oyundan duyduklarıma göre çok büyük bir futbolcu. Ama gelin görün ki ülkemize geliyor. Bir türlü oynamıyor veya oynatılamıyor. Yedek çıkıyor oynuyor. Perera ön ve arka adalesi sakat diyor. Tabii ki Perera’nın bu savunması doğru değil. Sorarlar insana, madem sakattı neden transfer edildi diye. Sahalarda korkuyor. en ufak ağrıda kendisine dikkat ediyor. Oynamadığı için çok mutlu gözükmüyor. zaten genelde son yirmi dakikada giriyor. Türkiye, milyon Euro’lar verilerek getirilen bazı futbolcular için rehabilitasyon merkezi gibi. Bir iki güzel golünü, yaptığı asisti gördüğümüzde bunları çok önemli görerek mal bulmuş mağribi gibi hemen atlıyoruz. Bunları yazmaktan, söylemekten adeta dilimde tüy bitti.