28 Nisan 2024 Pazar
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sosyal gelişmenin ardında kalan ekonomi

R. Bülend Kırmacı

R. Bülend Kırmacı

Eski Yazar

A+ A-

Gezdiğim, geçtiğim Anadolu yollarından, büyük kentlerin yapılaşmasından da belli:

Türkiye’nin sosyal profili ekonomik görünümünden çok daha canlı; tümceyi tersinden okursak: işsizlik, gelir dağılımı çarpıklığı, köy kalkınmasının ihmali ve kent çeperlerindeki fiziki / mekânsal görünüm; çağdaş dünyanın olanaklarından yararlanmak isteyen gençleri ve gelişmiş ülkelerdeki gibi insanca yaşamak arzusunda olan çalışanları köreltiyor, eziyor.

Paranın iki yüzü gibi farklı bir Türkiye beliriyor; en alttakilerle en üsttekiler arasında sekiz-dokuz kat gelir farkı bulunan, infial uyandırıcı yoksulluk denizleri üzerinde tiksindirici servet adalarında mutluluk arayan azınlıkların ülkesi… Evet, tablo budur! Gelişmeyi sürekliliğe, kalkınmayı, sosyal, kültürel, iktisadi veçhesiyle bütünselliğe bağlamadan da çıkış yoktur!

GENÇLER VE KADINLAR İŞSİZ, SANAYİ AZALIYOR, AÇIK ARTIYOR!

Elbette yapılan güzel işler de vardır… Hafif raylı sistemler, denizaltı tünelleri, köprü ve otoyollar, hızlandırılmış trenler; ara sıra da olsa, spora yönelik yatırımlar, en etkili olarak da savunma sanayindeki büyük adımlar… Ancak, bütün bunlar bizi, kişi başına on bin dolar milli gelirin altında kalan ve dünya ticaret hacminden sadece 1 trilyon doların üstünde pay alabilen bir ülke olmaktan kurtarmıyor… Neden? Çünkü yıllardır, planlı ekonomiyi, kamu üretken yatırımlarını bir kenara itip, başımızın üstüne, sıcak parayı, özelleştirmeyi ve tercüme bir refah arayışını çıkarmışız da ondan! Sonuç olarak, 2022’nin Eylül ayı hüzünlü verileri şöyle: Yüzde 10,1 resmi işsizlik oranı; 30 milyon 867 bin kişinin istihdamı ancak çalışabilir nüfusun neredeyse yarısının çalışma yaşamı dışında bırakıldığı bir ülke… O arada iş gücüne katılım açısından erkeklere oranla üçte bir katılım sağlayan kadın çalışanlar ve de iş bulma noktasında geleceğe umutla bakamayan milyonca genç… Bu verilerin aritmetik neden-sonuç döngüsü de şudur: Sanayi üretimi aylık yüzde 1,6 gerilemiş, cari açık 40 milyar dolar bandına dayanmıştır…

PLANLAMA VE ULUSAL SEFERBERLİK ANLAYIŞI…

Bu ekonomik tablo, Türkiye’yi taşıyamıyor; taşıyamaz ve esenliğe ulaştıramaz…

İletişim çağının, 4. Endüstri Devriminin, yapay zekanın, uzay-uydu savaşlarının devrinde, devletin güvenliği ile halkın esenliğini birlikte kavrayacak projeleri ve yatırımları bulmak ve uygulamak zorundayız...

Son derecede başarılı gençlerimiz var, oldukça yürekli iş insanlarımız, çok iyi eğitim almış kurmaylarımız, dünya çapında akademisyenlerimiz; her biri hayatın gereken alanlarında Türkiye için üretebilir ve çalışkan emek gücümüzle birleşerek ekonomik ve sosyal katsayımızı çok daha yukarılara taşıyabilir donanımdalar…

Bu nedenle, tekrar paylaşmak isterim ki, bir planlama ve bir ulusal seferberlik anlayışıyla Türkiye, kalkınmasını süre istikrarına bağlamak ve dünya ile rekabet gücünü artırmak zorundadır. Sosyal ve ekonomik işleyiş açısından, teknoloji ve kültürel kalkınma açısından, eskiyen, eski ile yetinen değil, yepyeni bir Türkiye olmak gerekir. Özellikle ekonomide kurumsal yapılanma ve kaynak kullanımı ile paylaşım açısından (halkçı, insancıl) yeni bir anlayışı ortaya koyamazsak, sosyal ve ekonomik hayatta anormallikler alır başını gider…

İKTİSADİ HAYATIN ANORMALLİKLERİ TOPLUMSALLIĞI ZEDELİYOR

Yaşadığımız toplumda ekonominin anormallikleri sosyal hayatı da paralize etmektedir… Örneğin, serbest pazar denilen ekonomide market zincirlerinin anlaşmalı olarak fiyat etiketleriyle oynamaları; orta direğin erimesi ve bunlara adeta seyirci kalınması; elektrikte: üretenin, dağıtanın, bakım-onarım yapanın ve fiyat belirleyenin başka olması; benzinin bire gelip ikiye satılması üzerine iki misli de vergi konulması; istihdam sağlamada, sadece kamuya beyaz yakalı büro elemanı alınmasının yeterli görülmesi (on yılda iki milyondan dört milyona çıktı sayıları) buna karşılık özel veya kamu üretiminde istihdamının erimesi; şirketlerin faaliyet dışı karlarının kuruluş amaçlarını aşmış olması; kira-rant gelirlerinin ücret / maaş gelirlerinden kat ve kat fazla olması; tüketici kredileri ile işletme kredilerinin başa baş seyretmesi; sağlığın, eğitimin paralı hale gömülmüş olması; sendika ağasının temsil ettiği kitlenin geliriyle bağdaşmayacak şekilde lüks makam arabaları kullanması ve bunun kanıksatılmaya çalışılması; en sağlam getirinin gayrimenkul, en iyi yatırımın altın istiflemek olması; tümüyle anormal bir ekonominin işleyişidir… Halkımız da bunu yaşamakta, bu çarpık ekonomik tablo, sosyal yaşamın tadını da tuzunu da bozmaktadır…

GELECEĞİN SOSYAL VE EKONOMİK YAŞAMINI KURMAK

Türkiye’nin hızla ekonomik yapısını ve işleyişini normalleştirmeye, doğallaştırmaya, bu erekle de halkçı, ulusalcı, kamucu iktisadi işleyişi kurumsallaştırmaya gereksinmesi vardır. Bugün, genciyle, girişimcisiyle, işçisiyle, çiftçisiyle, en geniş üretici kesimleri ve aydınlarıyla, gitgide gelişen sosyal yaşamımıza koşut bir iktisadi seçeneği ortaya koymak zorundayız… Unutmayalım ki, gelişme büyük başlığı altında kalkınma, ekonomik, sosyal, kültürel, hatta siyasal / kurumsal topyekun ve bütüncül arayışları ve yaklaşımları gerektirmektedir. Türkiye önümüzdeki seçimlerde siyasal partilerden çok geleceğin sosyal yaşamını ve ekonomideki tercihini oylayacaktır.