28 Nisan 2024 Pazar
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Zihniyetler savaşı

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Yüksek enflasyon alım gücümüzü sürekli eritiyor. Bu koşullarda asgari ücret tartışmaları kısır döngüye girmiş durumda. Çünkü daha ücretlere zam yapılmadan fiyatlar beklentiye uygun olarak yükselmeye başladı. Eriyen alım gücünü ücret zammı; zamları fiyat artışı; fiyat artışını eriyen alım gücü takip etmeye başladı. Alım gücünü reel olarak yükseltmekle kalmayıp istikrar kazandırılması ve bu döngünün kırılması gerekiyor.

Alım gücümüzü eriten ve bizi yoksullaştıran enflasyonun en önemli nedeni üretim maliyetlerinin yüksekliği. Yani yeteri kadar üretmiyoruz. Üretim deyince aklımıza ilk etapta tarım ürünleri ve ileri endüstri ürünleri geliyor. Oysa ara malları bileşenlerindeki zincir kopukluğundan dolayı ithalat yapmadan gübre dahi üretemiyoruz. Erime + Zam + Fiyat artışı + Erime… kısır döngüsünün kırılabilmesi için üreten bir ekonomik sistemin inşa edilmesi elzem. Bu noktada mesele Türk toplumunun üretme becerisindeki eksiklikte değil, ANAP’tan bu yana ülkeyi yöneten hükümetlerin üretmemeyi tercih etmelerinde ve bunun sonucunda kamu ekonomisini ve planlamayı çökertmiş olmalarında.

Son kırk yıldır Türkiye’yi yönetenler üretmemeyi tercih ettiler. Batı dünyasında para boldu. Kim daha yüksek faiz ve kazanç vaat ediyorsa oraya akmaya hazırdı. Milli devletin para giriş-çıkışını denetleyen mekanizmaları ortadan kaldırıldıkça para o ülkeye akıyordu. Giderek sanayiciyi üretmekten vazgeçiren, çiftçiyi topraktan koparan, işçisine borsa oynatan, toplumda çalışmadan kazanmanın mümkün olduğu inancını bir kültür değeri haline getiren yeni bir ekonomik düzen kuruldu. Şimdi o şişirilmiş sanal refah balonu patladı. Bir taraftan ortalığa saçılmış pisliğin bedelini yoksullaşma olarak öderken diğer taraftan bu işten nasıl kurtulacağımızı soruyoruz.

Hükümetin şimdilik bütün yapabildiği daha zamlar açıklanmadan beklentiyi fiyatlayan ve ücret zamlarının emekçilerde kısa süreli bir refah artışı hissi oluşturmasını bile engelleyen işletmeler üzerindeki denetimi arttırmak. Bu tedbirler sadece döngünün hızını ağırlaştırmayı hedeflemiş oluyor. Bu arada cari açığın kapatılması için umutlarını doğalgaz, güneş, rüzgâr, nükleer gibi milli enerji kaynaklarını arttırmaya bağlamış durumda. Ancak bu kaynakların cari açığı hafifletmesi, oradan doğacak ekonomik imkânların üretimi desteklemeye dönüştürülmesi böylece enflasyonun düşmesi ve alım gücünün yükselmesi hedefine ulaşmak biraz zaman alacaktır. Bu zaman zarfında Cumhur İttifakı oyları erimeye devam edecektir. Öte yandan 6+ muhalefetin çözümü ise eski güzel günlere dönüş çağrısından ibaret. Batı’dan gelecek “temiz para” yani borç sayesinde patlamış balon yenisiyle değiştirilecek. Ali Babacan’ın Batı piyasalarındaki kredisine Kılıçdaroğlu’nun İngiltere’de vb yaptığı olumlu görüşmelerin rüzgârını da ekleyerek Türkiye’nin arkada kalan dönemde uyguladığı gibi, üretmek yerine ucuza para bulup iç piyasaya pompalayarak sanal refah balonunu yeniden üfleyecekler.

Ekonomik krizin somut görünümleri herkes için aynı. Ama bu olguları nasıl göreceğimiz, sorunları nasıl tarif edeceğimiz ve ne gibi çözümler üreteceğimiz, durduğumuz yerin görme biçimlerimizi yani zihniyetlerimizi nasıl etkilediğine bağlı olarak değişiyor. İnsanları birbirlerinden kişilikleri ayırır. Toplumların özgün özellikleri onların kültürlerinden gelir. Siyasi güçleri birbirinden ayıran ideolojileridir. Bunların hepsi son tahlilde zihniyet farklarını yaratan zemini oluştururlar. Zihniyetler, sahip olduğumuz yetenek ve potansiyeli değerlendirip değerlendiremeyeceğimizi belirler. Azgelişmiş ülke olmaktan daha kötüsü azgelişmişliği içselleştirmek yani zihniyet düzeyinde azgelişmiş olmaktır. Zihniyetlerin de toplumsal ve maddi temelleri var. Ülkeyi borç batağı içinde üretimden koparma rotasına sokan hükümetler, kendilerince rasyonel bir karar aldıklarına inanıyorlardı. Planlama ve kamu ekonomisi öncülüğü sayesinde üretmek, pahalıydı, kaynak israfına yol açıyordu. Zaten dünya küreselleşiyor, ülkeler birbirleri ile bütünleşiyorlardı. Milli bağımsızlık ideallerinin aşıldığı bir dünya kuruluyordu vs.

Türkiye bugün bir zihniyetler savaşı yaşıyor. Artık sanal refah balonunu yeniden şişirmenin koşulları kalmamış olsa da, kültürel değerlerin özerklikleri vardır. Bu zihniyettekiler bir süre daha hayatın maddi gerçeğine kendilerini dayatmayı sürdürecekler. Ancak değişen koşullar önümüzdeki süreçte toplumun kolektif bilincinde üretimin mi yoksa borçlanmanın mı tercih edilmesi gerektiği konusunda giderek daha büyük bir yarılma yaratacak. Daha önce sahip olduklarını kaybeden toplumlar arayışa girerler. Türk toplumunun arayışı kendi gövdesinin gerçeğine uygun zihniyeti bulana kadar devam eder. Türkiye üretme yeteneklerine sahip bir ülke. Gövdesi bu. O halde üretimi örgütleyecek zihniyeti bulmak zorunda.