08 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kuşatıldıktan sonra da güçlenen Fenerbahçe...

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

A+ A-

İstanbul'un üç büyük kulübü ile birlikte ya da hemen sonrasında yola koyulup da geriye düşmüş ne çok kulüp ve kurum vardır ki, onların çoğu amatör liglerde yaşam mücadelesi vermektedirler. Bu durumda denebilir ki, toplumlar ya da kurumlar büyüdükleri sürece vardırlar; büyümesi durur durmaz dağılma noktasına gelirler. Spor dünyasındaki çoğu yorumcunun "Fenerbahçe'den başkası dağılırdı" dedikleri 3 Temmuz'da başlayan dönemde Sarı-Lacivertli kurumun daha da güçlenmesi bu toplumsal gerçeğin somut bir kanıtı olsa gerek.

Bir topluluk ya da kurumun içyapısının en çarpıcı özelliklerinden biri haksızlığa, zulme uğramış olma duygusudur; bu duygu bir kez ya da sonsuza dek düşman ilan ettiği insanlara, kurum ve kuruluşlara yönelttiği kendine özgü bir öfkeyi açığa çıkartır. Karşıtlar sert ya da yumuşak bir yaklaşım gösterebilir, keskin ya da ılımlı davranabilirler. Ne yaparlarsa yapsınlar yaptıkları her şeyin değişmez bir art niyetten, bir bilinçli hesaplaşmadan, kurumu açık ya da sinsi bir biçimde yok etmeye yönelik kasıtlı bir düşünceden kaynaklandığı yorumu yapılacaktır.

Şurası çok açıktır ki, kökleri çok derinlerde olan büyük kurumlara dışarıdan yapılacak saldırılar kurumu yalnızca güçlendirmeye yarar; bu durumda, başlangıçta dağılma konumuna gelen en azından bu izlenimi verenler daha da güçlü bir biçimde bir araya gelip, kenetlenirler. Böyle bir durumdan geçen kurumlarda en tehlikeli olan içeriden saldırılardır. İçeriden saldırılar bireysel isteklere yöneliktir. Bu isteklerin başında da yasadışı çıkar sağlamak arzusu vardır. Kuşatılmak istenen kurumun ise buna ne zamanı ne de harcayacak enerjisi vardır.

3 Temmuzdan başlayarak Fenerbahçe kendini kuşatılmış bir şehir gibi duyumsadı. Pek çok kuşatmada olduğu gibi surların dışında da içinde de düşmanlar vardır. Bu kuşatılmışlık duygusu içinde kurum daha çok kenetlenmek, daha çok yandaş edinmek zorundadır. Hatta kuşatılmış durumda olan kalenin kapısına gelen insanlar içeriye girip kuşatmayı püskürtmek için olağanüstü çaba harcarlar. Böylelikle kale her gün yeni savunucular kazanır. Dışarıdan kaleye girmek için dalgalanmalar yaratanlar yalnızca yeni yandaşlar, bir yedek ve destek güç değildir aynı zamanda direnen kurumun gıdasıdır.

Yaratılan bu kuşatma ortamında başta Aziz Yıldırım olmak üzere Fenerbahçe hiçbir zaman panik durumuna gelmedi. Panik, bir topluluğun kendi içerisinde dağılması demektir. Tam tersine, kurumu toparlamak için hedefi yakına değil uzağa koydu. Hedef ne denli uzak olursa, hedefin kalıcılığına duyulan ümit o denli fazla olur. Bu bağlamda Fenerbahçe'yi bugün zirve yarışında en üst noktada tutan ne oynadığı değil, belki de bilinçli yaratılan kuşatılmışlık duygusuna karşı nasıl kenet-lendiğidir.

Drogba ve Sneijder

Galatasaray çok büyük bir başarıya imza attı. Böylesine zor bir gruptan çıkmayı ancak Galatasaray başarabilirdi. Futbol için uygun olmayan, son derece zor koşullarda oynanan karşılaşmada bütün futbolcuların emeği var. Ancak golü yoktan var eden Drogba ve Sneijder gibi futbolcularınız varsa teknik adam olarak her başarıya ortak olursunuz. Drogba'nın topu kafa ile indirişi, Sneijder'in kaygan ve çamur zeminde topu kontrol edip vuruşunu yapması futbolda temel eğitimin, basit bir top kontrolünün ne denli önemli olduğunun kanıtıydı. Sneijder'in yerinde Burak'ı düşünün. Eminim ki kontrol sırasında top auta çıkardı. Drogba ve Sneijder geçen sezon Fatih Terim'i şampiyon yaptılar, bu sezonda Mancini'nin kariyerini geliştirecekler. Fatih Terim'in bu iki futbolcuyu istemeyip, stoper de stoper diye direnmesi ne ilginç değil mi?

Koş Balbay Koş...

Mustafa Balbay'ın okul yıllarında atletizm dalında yarışmalara katıldığını bilenler bilir. Atletizm başlı başına bir kültürdür. Ülkelerin spordaki gelişmişlikleri atletizm ile ilişkilerine bakarak saptanır. Olimpiyatlarda atletizm yarışmaları başlamadan olimpiyat başlamış sayılmaz. Atletizm insanların dayanç(sabır) gücünü geliştirir. Bir on saniye koşmak için büyük bir dayanç, azim, çalışma isteği gerekir. On saniye için saatlerce antrenman yapmak...

Yaklaşık olarak aynı dönemde O, İzmir Cumhuriyet Bürosu'nda ben ise İstanbul'daki gazete merkezinin Spor Servisi'nde göreve başladık. Benim bilinçaltımdaki Mustafa Balbay fotoğrafında hep bir "koşan adam" vardır. Zamanında Ankara bürosuna gittiğimde hep koşar haldeydi, Cumhuriyet'in özel günlerinde karşılaştığımızda da hal hatır soracak zamanı zor bulurduk.

Özgürlüğüne kavuştuktan sonra önce ailesine sonra da Ulusal Meclis'e koştu. Yaptığı ilk konuşmasında kendine özgü biçemiyle Türkiye'nin adalet, özgürlük, hukuk açıklarını gündeme getirdi. Balbay'ın, spordaki, atletizmdeki açığımızı da kapatacağına inancım var. Balbay koşuyorsa mutlaka sonuca gider. Koş Balbay koş, sen koştukça Türkiye'nin özgürlüklerdeki açığı kapanacaktır...