07 Mayıs 2024 Salı
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Müftülere nikah yetkisi çocuk gelinleri artırır

Söz konusu tasarı dini nikahın hakim kılınması şüphesini doğurmaktadır.

Müftülere nikah yetkisi çocuk gelinleri artırır
A+ A-

PROF. DR. TALAT TEVRÜZ

NÜFUS Hizmetleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair tasarı, TBMM Başkanlığı’nda. Tasarıyla, il ve ilçe müftüleri de evlendirme memurları arasına ekleniyor. Sebep, din ağırlıklı bir toplum yaratmanın alt yapısını yavaştan inşa etmek.

Biz bu aydınlanma çağını Dünya’ca kabul gören büyük Atatürk sayesinde birkaç seneye sığdırarak çağlar atladık. Ama bu statü kaybı din adamları daha doğrusu dincilerin işine gelmediğinden şimdilerde yeniden ortaya çıktılar, böylece karşı devrim peşindeler. Böylece ülke yüzyıllarca geriye gidecektir.

KADINA ŞİDDETİN KOŞULLARI OLUŞUR

Böyle bir yasa çıktığında mevcut AKP yönetimi uygulamada büyük ihtimal bu yasayı kendi çıkarları doğrultusunda kullanacaktır. Zira yaptıkları açıklamalar ile kadınları adeta ikinci sınıf vatandaş gibi gören mevcut AKP yönetiminin bu tutumu dikkate alınırsa, kızların küçük yaşlarda evlenmeye itildiği günümüzde kızların kendi iradeleri ile evlenmeleri de tehlikeye girmektedir. Yavaş yavaş paralel bir hukuk mu inşa ediliyor?

Evlendirme memuru evlenecek tarafları tanımadığı için evleneceklerin özgür iradesi belirleyicidir. Gerek muhtarların gerekse imam ve müftülerin insanların evlerine girme ve onları ikna şansı daima vardır. Bu yüzden evlenecek çiftlerin özgür iradelerinin ortadan kalkma tehlikesi vardır. Bu koşullarda yapılan evliliklerden çiftler için mutluluk beklenemeyeceği gibi ilerde kadının ezilmesi, ona şiddet uygulanması gündeme gelecektir.

MEDENİ KANUNDAKİ HAKLAR TEHLİKEDE

Mevcut yönetimin tutumu, resmi nikahın kaldırılarak tamamen dini nikahın hakim kılınması şüphesini doğurmaktadır. Hatta, müftülere nikah yetkisiyle aralanan kapıdan yavaş yavaş kadınların Medeni Kanun’la elde ettikleri erkeklerle eşit vatandaşlık sağlayan hakların zaman içinde kaybedileceği bir sürece girme tehlikesi vardır.

Mesela bir Müslüman Türk, Hıristiyan bir kız ile evlenmek isterse müftü ne yapacaktır. Kendiliğinden yarattığı bir yoruma, bir fetvaya mı sarılacaktır?

Ekim ayından itibaren yeni açılacak okullarda erkek ve kızlar için ayrı mescitlerin oluşturulması zorunlu kılınmıştır.

Altı yaşındaki çocukların bile evlendirilebileceği, ölü bir eşle altı saat süreyle cinsel ilişkiye girilebileceği söylemleri hatırlardadır. Böylece, bu zihniyetle çocuk gelinlerin sayısında önemli artışlar olacağı kesindir.

Prof. Dr. Hayrettin Karaman "İster tabii ve biyolojik gelişmelerle olsun, ister belli yaşa ulaşmakla olsun bulûğ çağına gelmiş kişinin evlilik akdi muteberdir. Bu evlilikte velînin rolü bahsi ise ileride gelecektir. A.K., Ebû Hanîfe’nin içtihadını tercih ederek bulûğ çağına girişin üst sınırını erkekte 18, kızda 17 yaş olarak kabul etmiştir. Bu yaşlarını tamamlayan şahıslar evlenme ehliyetini kazanmış olurlar. Erkek 12, kız da 9 yaşını tamamlamış olarak hâkime başvurur ve biyolojik olarak bulûğa erdiklerini iddia ederlerse hâkim durumu inceleyerek evlenmelerine izin verebilir (md. 4-7)" demektedir.

Değişik mezheplerin önde gelenlerinin çelişen fikirleri yerine bu işi bilime bırakmak çok mu mantıksız? Aksi istismara, telkine, zorlamaya açık değil mi?

Geçenlerde Suudi Arabistan’da "Kadınlar insan mı?" adlı bir seminer düzenlendi.

Hz. Muhammet "İlim Çin’de de olsa gidip alınız" demiştir.

İlahiyatçı Prof. Dr. Y. Nuri Öztürk: "Allah aklını işletmeyenin üstüne pislik atar’. (Yunus 10)". "Kur’an’ın istediği ‘işletilen akıl’ veya ‘aklı işletmek’ (taakkul), bir anlamda soru soran akıla sahip olmaktır." Bu cümle tersten okunursa, Öztürk’ün de söylediği şu hüküm çıkarılabilir: "Akla uygun her şey İslam dinine de uygundur".

CUMHURİYETÇİ İLAHİYATÇILAR UYARDI

Cumhuriyetçi Atatürkçü ilahiyatçılar 13 Ağustos 2017 günü yayınladıkları bir bildiride şunları vurguladılar: "Son dönemde laik cumhuriyetimize ve Atatürk ilke ve devrimlerine yönelik ağır saldırıları ibretle, teessürle izlemekte ve not etmekteyiz. Bu bağlamda, yüksek bir kararlılıkla belirtelim ki öğretim programlarından ve özellikle de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders müfredatından Atatürkçülük ve laiklikle ilgili konuların çıkarılması yahut azaltılmasını, müftülüklere nikâh kıyma yetkisinin verilmesini ve Atatürk anıtlarına yönelik çirkin saldırıları kabul etmek mümkün olmadığı gibi önemsizleştirmeye çalışmak da düpedüz bir gaflettir. Öğretim programlarının laiklik ilkesi doğrultusunda yeniden düzenlenmesi şarttır. Bizler; cihatçı, ganimetçi, fetihçi değil; akılcı, bilimi esas alan, aydınlanmacı ve laikliği güçlendirici bir müfredatın başta Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri olmak üzere bütün dersleri içine alacak şekilde yeniden belirlenmesini talep ediyoruz".

Rıza Zelyut’un dediği gibi, maalesef Türkiye’de İslam dini ile ilgili yorum yapan ilahiyatçıların çoğu Müslümanlığı aklın ve bilimin karşısına oturtarak bu dine büyük zarar vermişlerdir. Böylece din siyasallaştırılıp Türk milletinin tarihi ve cumhuriyet değerleri ile savaşır duruma sokuldu.

CUMHURİYETİN KADIN DEVRİMİ

1923’te Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk’ün Türkiye’yi çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmak için giriştiği inkılapların en önemlilerinden biri "kadın hakları ile ilgili" olanlardır. Ancak, diğer inkılaplarda olduğu gibi burada da karşısında teokratik ve ortaçağ zihniyetinde bir toplumun kültürünü bulmuş, bununla uğraşmak zorunda kalmıştır.

Kadın haklarının tanınması çok önemliydi; zira, diğer inkılapların başarısı büyük ölçüde buna bağlıydı. Atatürk, "Türk kadını dünyanın en aydın, en erdemli ve en vakur kadınıdır. Erkeklere ilk öğüdü veren, ilk eğitimi veren ve onun üzerinde ilk analık nüfuz ve tesirini kuran kadındır" demiştir.

Atatürk, Türk kadınına her zaman güvenmiştir. Daha 1916’da kadınlara bazı hakların verilmesini istemiştir.

Söz konusu inkılaplarla kendisini kapalı pencereler arkasına saklayan, yüzünü peçe ile gizleyen kadınlara ekonomik ve sosyal haklar tanındı. Böylece herhangi bir işe girme, seçme ve seçilme haklarını elde ettiler.

1924’te kabul edilen Eğitim Yasası ile kadının ve erkeğin aynı eğitim olanaklarından yararlanması sağlandı.

4 Nisan 1926’da çıkarılan Medeni Kanun’la, Türk kadını küçük yaşta evlenmeden kurtarıldı; çok kadınla evlilik kaldırıldı ve mirasta kadına erkekle eşit haklar getirildi. Boşanma ve kocanın izni olmadan mal sahibi olma hakkını elde ettiler. Mahkemelerde tanıklık konusunda da kadın erkekle aynı hakları elde etti.

5 Aralık 1934’te 1924 Anayasası’nda yapılan bir değişiklikle Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verildi ve millet iradesinde söz sahibi olmaları sağlandı. Teklif, İsmet İnönü tarafından getirilmişti. Seçimlerde TBMM’ne yüzde 4,5 oranında kadın girmişti.

Anayasa, Medeni Kanun ve Seçim Yasaları sayesinde Türk kadını, sosyal ve siyasi haklara birçok medeni ülkeden önce kavuştu. Kadınlar Fransa’da 1944, İtalya’da 1948, Yunanistan’da 1952, İsviçre’de 1974’te seçme ve seçilme hakkını elde ettiler. 1934’te dünyada kadınların seçme ve seçilme hakkına sahip ülke sayısının 28 olduğu düşünülürse, Türk kadınının Atatürk sayesinde bu konuda aldığı mesafe görülecektir.

KADINLARA GÖREV DÜŞÜYOR

İlahiyatçı Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK şöyle demektedir: "İslam tarihinde vücut verilen sapma ve saptırmaların en acımasızları, hatta en zalimleri kadınlar ve kadın hakları ile ilgili olanlardır".

Bugün, Atatürk’ün adını anmak istemeyen kesimler bile -özellikle de bu fikirdeki kadınlar bulundukları yerleri Atatürk ve devrimlerine borçludur. Bu, yoruma ihtiyaç bırakmayan matematik bir gerçektir.

Türk kadınının sahip olduğu hakları ve sorumlulukları korumak; yeterli eğitime sahip olmayan, henüz geleneksel değerlerle yaşayan "kırsal kesimlerdeki kadınlara" ulaştırmak ve onları bilinçlendirmek "öncelikle kentli kadınlara" düşen bir görevdir.

Son Dakika Haberleri