26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sevdasında hazan, bakışında devran!..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Hiç değişmiyor, güvercin kanatlarında alkış çalarcasına, zamanın sayfalarını çeviren o kışkırtıcı yaşam devinimi...
Biz ne yaparsak yapalım ne kadar değiştirmeye çalışırsak çalışalım, yaşamın ikileminde gizlidir her şey...
Dünya, çelişkinin iki kanadında ne tuhaftır ki, dengesini yitirmeyen bir terazi gibidir; Yani varla yok gibi, evetle hayır gibi, siyahla beyaz gibi ve de sevda ile hazan gibi...
İşte bu yüzden gelecek zamanlar kadar yakındır içimizdeki hüsran da sevinç de aşk da sevgisizlik de!.. Ve de elbette yaşam yüreğimizde bazen bir sevda salıncağı, bazen de ellerimizde büyüttüğümüz masum bir gül ağacı... Hele de efkarından kaçınılması zor bu mevsimlerde, kuş kanadında özlemler dağıtır yürekler... “Bu mevsimler” dedim ya, yürek üşümezse yeter aslında!..
Çünkü kış, keskin kılıçtan savrulmuş bir soğuk yara gibi hissettirince kendini, eyvah ki yalnızlık sanki zulmederken sevdaya acı katan bir bileyi taşı!..
İşte insan, yaprağını dökmüş ağaçlara yaslanır sanki bizi kendine hapseden bu efkarlı ve umutsuz kış sabahlarında!..

Gökyüzünde gri liman!..
Dün de sabahın erken saatlerinde, kapıda kar beklenirken öyle hissettim işte...
“Yar” bekleyen yüreklerin nasıl üşüdüğünü de düşündüm; Bozkıra dönmüş sabahın serin sessizliğinde, “güneşe küsmüş çiçekler gibi başları eğiktir insanların” dedim içimden...
Ve de bedenler, kıyısından depremlere vurulmuşçasına yorgundur... Hüznün yüzlere kazınan çizgileri ise uçurumlarla çevrili, uçsuz bucaksız yollar gibi dolambaçlıdır...
Evet, dün sabah gökyüzünün rengi, yaşamı insana dar eden küslükler gibi griydi yar... Hani o, insanda ne varmış ne de yokmuş hissi uyandıran, soğuk ve ruhsuz grilik var ya, işte o...
İşte böylesi bir ortamda, sanki bedeninden soyunmuştu zaman... Ve dağıtmıştı bulutları üşütürken, eskilerden gelmiş o garip hazan!.. Bazen diyorum ki, “sevmiyorum böyle havaları” ama bazen de bu havalar sanki içine sığınılacak bir eski liman gibi... “Neden” demeyin sakın?.. Çünkü gökyüzüne baktığımda bu havalarda, nedense “yar” gelir aklıma antika pikaptan hiç düşmeyen bir eski plak gibi... Yürüyüşünde ceylan, sevdasında hazan, bakışında devran gibi...”
Acaba bu yüzden mi kanatlarına sığınmış kırlangıçlar gibi hüznü yorgan yapıp sarılasım da geliyor bu havalarda... İçinden çıkmak istemiyorum yârin hatırlarında...
Gitmek istemiyorum, karşıma çıkar diye buralarda!..
Çünkü radyoda bir garip şarkı dolanıp duruyor tam da bu anlarda; “Ben gamlı hazan sense bahar, dinle de vazgeç...
Sen kendine kendin gibi bir, taze bahar seç...”

Tenimde koşan öpücük!..
İnsanı eski bir kitabın “sevda” yazan sayfalarına da savuruyor bu şarkı... Zorla yapışmışçasına zamanın yakasına notalar... Ve belki her satırında, “adam”ını özlemiş bir sevda ağlar!.. Baktım etrafımdaki hüznün griliği mahpushane duvarına dönüyor, kırdım özlemin zincirlerini savruldum yuvamdan... Çıktım evden ve de insanları üşüten sokakların sevdalar saklı köşelerine vurdum kendimi... “Yar”dan izler arayan gözler gibi ve de bir “yar” sanki beni pencereden gözler gibi!.. Heyhat, ellerim cebimde sanki sevda saklıyor gibi... Soğuk muydu yalnızca, avuçlarımı ceplerimin loş sıcağında tutan?.. Saklanmış mıydı parmaklarım, seni işaret etmeyi hiç unutmayan?..
Evet, ellerim ceplerimde de, içimde bir garip titreşim eski fotoğrafları deşiyordu sanki zihnimde!.. Ve tenimde koşan öpücükler gibi çimdik atıyordu zaman pervasız gidişimde!..
Sonuçta, kar uzaklarda, pusudaydı dün... Dolaşamadım puslu ortamda üzerime konfeti gibi düşlediğim kar yağışında... Taneler de yalnız bıraktı beni, gizemli günün üşüten soğuklarında...

Kollarımda kar tanesi...
Dün yine ne arıyordum ki sokaklarda ben?.. Neydi beni hazanın kıskacında hapseden kırgınlığın sebebi?.. Kimdi beni “yar” diye peşinde koşturan?.. Ve de nasıl bir şeydi beni o garip zamanda boğulurken, sanki yuvasından uçuran...
Sonunda ne yollar bitti ne de sebebini bilmediğim özlemler... Ne düşlerdeki “yar” çıktı karşıma ne tenimde beklediğim kar...
Elimde bir ekmek, cebimde bir gazete ve düşümde resmini çizdiğim “yar”la döndüm güzergahıma...
Baktım da sevgililer öpüşüyor yollarda, aşıklar bekleniyor camlarda ve kuşlar yine sahipsiz, az sonra belki beyaza boyanacak virane damlarda...
Dedim ki kendi kendime; “bir yeni yılın henüz başında, at üzerindeki buhranı, çık içine düştüğün yalnızlıktan ve sarıl seni elbette yâre götürecek umutlarına... Bulur ‘yar’ seni sevda gibi, sevdadır yürekte ‘yar’ gibi...”
Ve de unutma dedim yar; Kim savrulursa savrulsun sen dur yerinde... Şaşmazsa rotasından “adam” olan, eğilip bükülmezse, umut elbet yol gösterir insana...
Beklerse çizgisinde umutla insan, muhakkak yar da gelir yollarına, sevda da düşer kuşkusuz kar tanesi gibi kollarına...