26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Taksim meydanındaki incir ağacı!

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Geçenlerde, neredeyse hemen her gün sabah akşam gelip geçtiğim bir yerde rastladım ona. Geniş yaprakları rüzgarda hışırdayarak savrulan o incir ağacının yanından her nasılsa göremeden geçmişim. Şaşırarak fark ettim ki, meğerse ben de biraz eleştirel yaklaştığım genel körlük kaosu içerisine yuvarlanmışım da haberim yokmuş.
Ağaç, Gümüşsuyu’ndan Taksim Meydanı’na çıkışta, hemen çoğumuzun bildiği, gördüğü artık kendi yıkılmış adı kalmış olan Atatürk Kültür Merkezi’nin neredeyse önünde sayılan bir yerde.
Hadi biraz daha açık tarif edeyim: Gezi İstanbul’un yanı başında, adı İstanbul’un “Beyaz Türkler” kavramıyla anılan ünlü semtlerinden Teşvikiye Dolmuş durağının hemen dibinde. Yarı çaprazından bakıldığında tarihi Taksim Maksemi arazisine yeni yapılan Taksim Camisi’nin göründüğü bir açıda. Tam karşısında ise 5 yıl önce hani şu yok edilmesin diye 27 Mayıs 2013 tarihinde başlayan ve iki ay süren ve uğruna 12 şehit verilen direnişin gerçekleştirildiği ve artık Cumhuriyet tarihimize kazınan fakat birçoğu kurumuş çınar ağaçlarıyla Gezi Parkı görünüyor.
Eğer ağaç başını kaldırıp şöyle bir baksa ya da ayaklanıp bulunduğu yerden birkaç adım atıp da birazcık ilerlese, o koskoca tarihi meydanın anlamsız bırakılmış boşluk ile sol tarafında yükselen çınarları arasından görünen The Marmara otelinin sağır betonlarına bakacak şaşkın şaşkın.
Kim bilir o 2013 yılı mayısındaki kanlı direniş sırasında neler görmüş neler yaşamıştır neler?
Onu bulunduğu o noktaya, o münasebetsiz darlığa İstanbul Büyükşehir Belediyesi mi diktirmiş, yoksa ne akla hizmet kendisi mi çıkmış ya da memleketini özlemiş incir seven bir belediye çalışanı mı dikmiş bilemedim doğrusu.
Fakat ağaç, o sıradaki bütün benzer ağaçlar gibi ilgiye ve bakıma muhtaç. Toprağı, aşırı kalın asfalt, geniş betonlar ve kaldırım taşları arasına sıkışıp kalmış. Toplasan bir metrekareyi bile bulmayan kutusunda yol kenarlarına çit olsun niyetine dikilmiş fakat bakımsızlıktan ormana dönüşerek yabanileşmiş diğer kaldırım fideleriyle birlikte sıkışıp kalmış.
Fakat o daracık yerde hemen karşısındaki çınar ağaçlarıyla “aşık atarak” göğe öylesine bir iştahla uzamış ki artık incir ağacı olmaktan çoktan çıkmış gibi denilse yeridir.
Ağaç incir ağacı olmasına incir ağacı ama inciri yok. Çünkü incir vermiyor. Çünkü aşılı değil. Çünkü hiç aşılanmamış. Çünkü muhtemel ki zaten oraya da aşılanmak ve inciri yenilmek niyetiyle de dikilmemiş. Çünkü anlaşılıyor ki kendisini dikenin böyle bir niyeti yok. Şaka gibi!
Tam bir Türkiye prototipi yani. Ha ağaç ha maden ha insan ha zeka ve tasarım? Ne kadar çok alanımız Allah kuvvetiyle işliyor ki vay halimize!
TÜRKİYE: ULUSUN DOĞAL AKILSAL VE DUYGUSAL ZEKASI DEVLET AKLIYLA BİR TÜRLÜ BİR ARAYA GETİRİLMEMİŞ BİR ÜLKE!
Bir önceki yazımda “yapay zeka”yla çağdaş sanat arasındaki ilişkiyi yazmak niyetiyle başladığım yazımı “naylon kızlar” ve “yapay zekalı ilk seks robotları” üzerine yazarak tamamlamış ve sonunda da asıl konuya -bugün için- gireceğim sözünü vermiştim ama o sahipsiz incir ağacına rastlayınca sözümü yine erteleme durumunda kaldım gördüğünüz üzere.
Fakat yine gördüğünüz gibi derdim yine “yapay zeka” ve “çağdaş sanat” aslında. Tam da gerçeklikten aşırı koparılmış bu konuyu anlatmaya çalışıyorum çünkü. Doğal zekanın ve yaratıcılığın sahipsiz bırakıldığı bir toplum ve devlet yapısına sahip bir ülkeyiz sonuçta.
Öyle ya Taksim meydanına dikilmiş olan aşısız incir ağacını oraya diken hınzır ham zeka ile onu orada bakımsız kimsesiz ilgisiz bırakan ya da bırakmama sorumluluğu arasındaki kamusal ilişki nasıl bir sallapati ilişkidir ve aslında bu sınırsız kamusal sorumluluk nasıl ele alınmalıdır hiç düşündünüz mü? Bunu düşünen tasarlayan bir kamu zekası var mı dersiniz?
Bir önceki yazımda da sormuş olduğum gibi siz, sadece çağdaş sanatın değil bütün yaratıcı, üretici alanların Taksim meydanındaki bilinçsiz bakımsız ilgisiz “kendiliğinden” incir ağacı da dahil bütün ağaçların, bitkilerin, etraflarını sarmış asfaltların, beton yığınlarının zekadan ve duyarlıktan ayrı ayrı şeyler olduklarını mı sanıyorsunuz?
Ya politika ya düşünce ve felsefe ya bilim ve gelecek?
Peki, sizce doğal aklın ve zekanın bir türlü halledemediği bir şeyi “yapay zeka” mı çözecek?
Yani, Taksim meydanındaki incir ağacını sizce “yapay zeka” mı budayıp aşılayacak ve ona sahip çıkacak?
Ya da tartışıp durduğumuz, kimimizin her şeyin kurtarıcısı, kimimizin korktuğu “yapay zeka” programlarını yazıp tasarlayacak ve kullanacak birileri gökten zembille mi inecek yoksa?
Aslında “yapay zeka” ile ilgili bu tartışma politik ve felsefi bir gelecek tartışmasıdır. O yüzden de asıl konuşulması gerekenin, yaratıcı aklın hantallıklarından ayıklanarak yarım bırakılmış aydınlanma devriminin bütün alanlarda gerçekleştirilmesi olduğuna inanıyorum.

(Gelecek yazımda yine devam edeceğim.)