26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Atatürk: ‘Meclis milletin tek temsilcisidir’

Atatürk TBMM’nin varlığının önemini defalarca vurgulayarak şöyle diyor: ‘Milli hakimiyetin değiştirilmesi ve yorumlanması değil, fakat bir kelimesinin, bir noktasının bile şöyle veya böyle olmasını talep edenler, benim gözümde en koyu mürtecidir’

Atatürk: ‘Meclis milletin tek temsilcisidir’
A+ A-

EGEMENLİK VE MECLİS - 3

Ercan Dolapçı

Mustafa Kemal Paşa, Büyük Zafer’den sonra İzmir’e gitti. Artık gündemde “Bundan sonra ne olacak?” sorusu vardı. Nasıl bir devlet şekli olacak ve halkın sorunlarına nasıl çare bulunacaktı. Paşa, 2 Şubat 1923 günü İzmir’de halkla yaptığı 7 saatlik sohbette işte bunlara cevap verdi. Sohbetinin can alıcı yanı milletin egemenliği ve Meclis’in önemine ilişkindi. Bu konuda şu çarpıcı sözleri sarf etti:

“Artık İstanbul öyle bir mahal olmuştu ki, orada bizim ruhlarımız, vicdanlarımız, arzularımız, hislerimiz faaliyete geçemezdi. Artık İstanbul, fiilen maddeten esir olmuştu. Düşman süngüleri her köşede ve bütün bakışları tehdit ediyordu. Herkes mahkûm idi. Herkes içinde padişahı ve onun etrafında hükümetim diyen insanların hepsi mahkûm idi. Herkes ve herkes mahkûm idi. Ancak tesadüf edilecek ve üzülecek ve lanetlenecek birşey varsa, bu adamlar bu rezil vaziyeti hissetmiyorlardı; hissetmeyen, padişah ve halife olan zattı, onun etrafındaki menfaatperestlerdi. İşte onun için artık orada yapılacak birşey yoktu. Yapılacak şey, mutlaka anavatanın içerisine girmek ve milletin sinesine, kucağına atılmak ve onlarla hemhal ve hemdert olarak en son kararının alınmasına girişmekle mümkün olacaktı. Hakikaten ertesi gün istanbul’dan dümeni kırık, pusulası olmayan bir vapura girdik ve uzaklaştık.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri (ATABE), C.15, Kaynak Yayınları, 2005, s.63.)

“Fakat ben en çok ehemmiyeti doğrudan doğruya halkın kendisinde arıyordum. En büyük kuvvet kaynağının orası olduğu kanaatinde idim. Orduyu yapacak olan o idi. Her türlü kuvveti yapacak olan o idi. (...) Erzurum Kongresi’nde bariz olarak ifade edilmiş iki kelime vardı. O kelimeler: Bağımsızlık ve hâkimiyet kelimeleridir.” (s.64.)

“Fakat efendiler, ne yazık ki, en büyük düşmanımız, asırlardan beri bu milletin başında taç taşımış olan insanın kendisiydi.” (s.66.)

BUNLARI PARÇA PARÇA ETMELİ

“İşte o zaman son Osmanlı padişahı ve halife yalnız çok mundar olan o taç ve tahtını muhafaza edebilmek için en tehlikeli düşmanlarla el ele vermiş ve onların yapamayacağı, onların tesis edemeyeceği kuvvetleri tesis etmişti. Yani milletin doğrudan doğruya vicdanını harekete getirecek kuvvetleri düşmanlara vermişti. (...) Yunan ordusunun elinde bu memleketi mahvetmek için ferman vardı, fetva vardı. (...) Biz padişahınız ve halifeniz tarafından memuren geliyoruz. Ve biz onun askeriyiz ve onun askeri idi. Zavallı millet bu kadar hain ve bu kadar zararlı olan bu mahlukun mahiyetini anlamakta tereddütlü idi.” (s.67.)

“Bundan sonra bu millet fetva ile yahut şu veya bu tefsir ile irticaya sevk edecek insanların bu millet içinde yeri yoktur; vardır, fakat o da ancak zindandır. Ben korkmadan ve çekinmeden ve tam bir katiyetle ifade ediyorum ki, milli hakimiyetin değiştirilmesi ve yorumlanması değil, fakat bir kelimesinin, bir noktasının bile şöyle veya böyle olmasını talep edenler, benim gözümde en koyu mürtecidir. Ve böyle adamlara karşı yapılacak şey, -bu hâkimiyeti almak için bu milletin yaptığı fedakârlığın icabıdır- bunları parça parça etmektir.” (s.75)

MEMLEKETİN HAKİKİ TEMSİLCİSİ

“Arkadaşlar, artık bütün cihan görmeye ve anlamaya mecburdur ki, Osmanlı İmparatorluğu tıpkı Selçuki İmparatorluğu gibi tarihe karışmıştır. Ancak milletimiz, varlığına dayanarak ve bu varlığını sonsuz muvaffakiyetler ile dolu olan, üç seneye; dört seneye sığdıramayacak kadar parlak ve geniş bir muvaffakiyete sahip olan milletimiz, yeniden bir devlet vücuda getirmiştir ki, adına “Türkiya devleti” derler, (Sürekli alkışlar.) Türkiya devleti, Türkiya Büyük Millet Meclisi ve onun hükümeti tarafından idare olunur. Ve Meclis kanun yapma ve icra salahiyetlerine sahiptir; milletin ve memleketin yegâne olarak hakiki temsilcisi odur. Bunun hükümetine de Türkiya Büyük Millet Meclisi Hükümeti denir.” (s.77.)

OSMANLI ÖLMESEYDİ MİLLETİ ÖLDÜRECEKTİ

“Osmanlı Devleti ne yazık ki ölmüştür. Babıâli hükümeti ne yazık ki ölmüştür. Affedersiniz, hata ettim! “Ne yazık ki” demeyecektim, iftiharla söylüyorum ki ölmüştür. Çünkü o ölmeseydi milleti öldürecekti. (Alkışlar.)” (s.77.)

“Emin olasınız ki efendiler, bizi, milleti daima aldatanlar, büyük tanıdığımız ve fakat çok küçük olan heriflerdir. Ben onlara şu cevabı vermiştim: Orta yerde namustan, şereften, bağımsızlıktan ve hâkimiyetten yüz çevirmeyi gerektiren bir miskinlik vardır, bir alçaklık vardır. Fakat efendiler, bu miskinlik ve bu alçaklık, bu asil ve ulvi milletin kalbinde değil, senin kalbinde ve senin habis beynindedir. (...) Bu memleketin en son tepesine çıkacağız. Ve orada taş taş üstünde kalmayıncaya kadar uğraşacağız ve en son orada öleceğiz. Ancak ondan sonra ki, düşmanlar bu memlekete sahip olabilirler.” (s.83.)

DİĞER KONUŞMALARI

24 Nisan 1920 BMM’de: “Meclisi Mebusan’ın feshi, kuvvetini milletten almayan merkezi hükümetin sık sık değişmesi ve halkın vicdanından doğan milli birlik uğrundaki teşebbüslerin maalesef siyasi ihtiraslara kurban edilmesi yüzünden âleme karşı milli mevcudiyetimiz hissettirilemedi.” (ATABE, c. 8, s.31-32.)

Mustafa Kemal Paşa, 22 Nisan 1921 tarihli Hâkimiyet-i Milliyegazetesine verdiği mülakatta milli egemenliğe ilişkin şu önemli saptamaları yapar: “16 Mart gerici vakası üzerine artık İstanbul’a büsbütün kement vurulmuş, millet ve memleket başsız kalmıştı. Onun bağımsızlığını düşünmek ve kurtarmak için Ankara’da milli bir meclis toplamak lazım geldi. Bu kanaat üzerine lazım gelen çarelere giriştik.” (ATABE, c.11, s.142.)

2 Ocak 1922, Cemal Paşa’ya: “Türkiye’de tahmin edemeyeceğin derecede bir inkılap olmuştur. Bütün manasıyla bir halk hükümeti teşekkül etmiştir. Kanun yapma ve icra salahiyetlerini kendine toplayan Türkiye Büyük Millet Meclisi, bütün devlet işlerine bizzat el koymuştur.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri (ATABE), C.12, Kaynak Yayanları, 2003, s.195.)

14 Temmuz 1922, Fransız Milli Bayramı nedeniyle: “Milletin dahili ve harici düşmanları onun şerefine, bağımsızlığına, toplumsal ve iktisadi hayatına, tabii haklarına karşı ittifak etmişti. Yüz otuz sene evvel Fransız milletinin pek haklı ayaklanma ve galeyanına sebep olan zulüm ve şiddet, hak ve adalet asrı olduğu iddia edilen yirminci asırda Türkiya halkına reva görüldü! Türkiya halkı tanınmayan ve çiğnenen hukukunu müdafaa için ayaklandı, bu ayaklanma onun için bir hak ve vazife oldu. Türkiya Büyük Millet Meclisi ve onun hükümeti böyle bir ayaklanmanın neticesidir.” (ATABE, C. 13, s.148.)

1 Kasım 1922, Saltanatın kaldırılması hakkında: “Efendim! Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye, müzakere ile münakaşa ile verilmez. Hâkimiyet saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına el koymuşlardı. Bu tasallutlarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de Türk milleti bu mütecavizlerin haadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız? meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse fikrimce uygun olur. Aksi taktirde yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.” (ATABE, C.14, s. 88.)

HAKİMİYET UĞRUNA CANIMI VERİRİM

27 Ocak 1923, Annesi Zübeyde Hanım’ın İzmir Karşıyaka’daki mezarı başında yaptığı konuşmada, Abdülhamid ve Vahdettin dönemlerinde yaşadığı baskılar nedeniyle annesinin dert sahibi olduğunu belirterek şu yemini eder:

“Allah’ın huzurunda yemin ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği ve sağlamlaştırdığı hâkimiyetin muhafaza ve müdafaası için icap ederse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Milli hâkimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.” (ATABE, C.14, Kaynak Yayınları, 2004, s. 309.)

13 Ağustos 1923, TBMM’de:”İlk Meclis’imiz milletin kendi mukadderatına bizzat el koyduğunu ilan etti. Milli hâkimiyet esaslarını harekât düsturu kabul etti ve kuvvetli bir halk hükümetinin esasını ortaya koydu. (Şiddetli alkışlar.)” (ATABE, C.16, s.76.)

Dizinin 1. bölümü: Atatürk: ‘Felaketlerin çoğu şahsi idareden’

Dizinin 2. bölümü: Millet sorunları Meclis’le çözdü

Son Dakika Haberleri