26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yar koynunda yatar gibi... Güneşe inat batar gibi...

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Baharın; gül kokan nazlarıyla “elveda” etmeye başladığı şu sıralarda, günler uzamaya başladı ya?..

İnsan, yaşamın tüm çıkmazlarıyla artık daha fazla yüzleşebiliyor...

Aydınlık, karanlığın korkulu rüyası çünkü... İşte bu yüzden, yaşamın bütün iğrençliklerini, tıpkı kirliliği kapatırcasına örten karanlığa isyandır sabahlar...

Çok seviyorum sabahları... Ne gecenin makyajına gizlenmiş ikiyüzlülüğü saklıyor ne de karanlığı gerçek yüzlerine perde yapanları örtüyor!..

Dün de sabahın erken saatinde, yaşamın tüm gerçeklerini en şeffaf yanıyla görmek için sabırsızlandım...

Dedim ki; madem yalnızım, o halde günü en coşkulusundan yoldaş edeyim kendime... Koştum hemen verandaya...

Sonra mayın kokusu sinmiş bir bardak kaçak çayın sıcaklığında; mevsimlerin dürtmesiyle şaşkına dönen, kendi halinde sanki dost arayan ormana bakakaldım...

Çünkü her zamanki gibi gözlerim zümrütleri kıskandıran, derinliklerinde gizemi barındıran o çekici manzaraya takılı kaldı...

Kış uykusunun sersemliğinden uyanmaya çalışan ağaçlar var ya, bazen güneşin bazen de gölgenin kasvetinde sanki hapis gibiydiler...

Yalnızca orman mıydı doğanın ebedi hapsinde ya da balta girmemiş çıkmazında?.. Nedense hayır!..

Yaşamın ezici çarkında; dişlilerin zalim inadı, insanlar için de, dün de değişmedi...

Sabahın efkarı, güneşin ışınlarıyla hançerlenmiş gibi donup kalmıştı dün sabah... Sırtından vurulmuş mazlumlar gibi!..

ÇIKMAZ SEVDALAR UĞRUNA!..

Doğanın yavaş yavaş uyanmaya başladığı anda baktım da kuş cıvıltıları baharın son anlarını kucaklarken, naz ile uyanan sabah yine güneşi kıskandı...

Ve ışığa isyan eden her canlı, baharın sarhoşluğuyla, nedense akşam olmaz sandı...

Oysa gaflet buydu işte... Çünkü yaşamın gelgitleri içinde, paslı çarkın duracağı yer de, saati de bellidir...

Çünkü dünyanın kuruluşundan itibaren kendi ahvalinde raks eder devranın eskimiş devinimi...

Biz bazen tükenişi kabul etmesek de, bitişe inanmazsak da, finale gittiğimizi anlamasak da iki kara taşın arasında bir çavdar tanesinden farkımız da yoktur aslında!..

Niye yazdım bunları biliyor musun yar; yaşam çok kısa... Hem de öfkeyle törpülenemeyecek kadar ve de hasretle eritilemeyecek kadar kısa...

İşte dün sabah bir kez daha yaşam denilen kısacık yolculuğun içinde, bazen çıkmaz sevdalar uğruna, ya da hislerini kaybeden kalpler uğruna kendimizi ne kadar heba ettiğimizi de düşündüm...

Oysa şu üç günlük virane dünyada, yaşamın kadife teni gibi saracaksın günleri... Ya yüreğinle okşar gibi koruyacaksın ömrünü, ya da öfkenle buruşturur gibi körelteceksin...

Naz geceyse, hasret nasılsa sabahtır ya; ne olursa olsun, dünyanın bin türlü derdi içinde, değirmene atmışçasına köreltmeyeceksin seni var eden yürekteki ezeli ateşi...

PÜSKÜLÜ KOPMUŞ KEHRİBAR!..

İşte böyle... Dün ve sabah... Beni sarsıcı düşüncelerin deryasında ikilemde bırakan belliydi aslında; yaşam ve sorgu!...

Sorgu dedim de; güne başlamanın serin denizinde savrulan bir yelkenli gibi, kendimi sabahın limonata kokan zarafetine teslim ederken sevda da geldi aklıma...

Söyler misiniz; sabah mutlu, yaşam güzel, yürek ise baharın son deminde kıpır kıpırsa, biraz kalbi varsa insanın sevdadan başka ne gelir ki akla?..

Öyle böyle değil yani... Kıymet bilen, değeri bilinen, hasreti çekilen, özleminden kelepçeler yırtılan gerçek bir sevda...

Hani nerde o zaman?.. Çıkar mı sevda, yaşar mı yürek?.. Titrer mi yardan uzaktayken ten?..

Mutlu olmaları için yaşamınızın en verimli anlarını heba ettiğiniz insanların bile, yüreğinizi zalimce yumrukladığı bir dünyada, var mıdır ki gerçek bir sevda?..

Hani, püskülü kopmuş bir kehribar tespihin taneleri gibi ayrılırken yardan; öfkeyle özlem, isyanla hasret işte tam o anda, zaman geçirmeden birbirine karışır ya?...

İnsan pervasızca düşünüyor işte; yürekteki davulları bile parçalayan bir sevda kapını çalsa artık ne fayda?..

Doğru ya... İnsanın bazen ömür boyu “yar” dedikleri bile kendisini anlamıyorsa ne çare?..

O yüzden çok çırpınır bazen koca yürekler; eski zulümlerin öfke eleğinden geçen biçare bedenlerin inadıyla sarsılırken!..

SEN GAFLETTE HAPSİNİ YAŞA!..

Evet yar; Biz ne yaparsak yapalım; yüreğimizi yağma sofrasında ne çare ki, hırslara kurban etsek de...

Uçsuz bucaksız bir denizin ortasında, pusulasından vurulmuş yorgun bir tekne gibi bazen sığınacak limanlar arasak da...

Anladım ki, öfkesiyse her şeyi yıkabilen yürekler, kendi derinliğinde bambaşka duyguları da bekletmeye alabiliyor!..

İşte o yüzden, canlarına can katmak için, hayat boyu canımızı dişimize takarken kıymet bilmeyenden yar da olamıyor!..

Mecburen yar; insan bazen sevdanın tenlere nakşolan anlamını hissedemeyenden uzak da duruyor...

İşte yar, o yüzden unutma sakın...Yaşamın cenderesinde yoldaş seçtiklerimizin yüreklerine inmeyi de iyice öğrenmeliyiz!..

“Var mı” diye görmüş oluruz en azından belki de nadasa terk edilmiş zalim kalplerini!..

Bak işte; şehrin kuytusunda tüm yalnızlığa rağmen yaşama sarılırken, her sabah kalpsiz insanlara isyan ederken dilimden düşmüyor artık, belki de bir şaire ilham olabilecek o apansız satırlarım;

“Beraat ettim ben yüreğinden... Sen gafletinde hapsini yaşa...”

Haksız mıyım sence yar?.. Hiç de değilim... Çünkü kalplere bile sınırlar çeken bir kentin yalnızlığında, yüreğimiz son dönemde çok ezildi!..

Bak işte, kalmadı artık hislerime birer umut halkası gibi takmaya çalıştığım düşler...

Kalmadı yüreğimde umut; sevda gibi, artık hepsi kimsesizler...

Evet yar; sabahın esaretinde duygu seli rüzgara karışırken bak yine sonuna geldi bahara tutunan gün!..

Gündüz, çaresiz yine son deminde... Yine teslim oldu gölgeye akşam...

Hem de ne akşam?.. Yar koynunda yatar gibi... Güneşe inat batar gibi...