Bir direniş önderinin portresi

Çocukluğunu yokluk içinde geçiren ve Çocuk Esirgeme Kurumunda büyüyen Yunus Durdu, işçilerin haklarını savunmayı hayatının merkezine koydu. Sahadaki tecrübeleriyle Türkiye işçi sınıfının örgütlenme ve mücadele tarihindeki önemli kazanımlarını aktardı.

Türkiye işçi sınıfının tarihî mücadelesine tanıklık eden ve yıllarca sahada emek veren Eski Tek Gıda-İş Sendikası Örgütlenme Uzmanı Yunus Durdu hem kendi yaşam öyküsünü hem de işçi hareketlerinin dönüm noktalarını anlattı. 1973 yılında Kahramanmaraş’ın bir dağ köyünde doğan Durdu, çocukluğunu devletin koruması altında geçirirken, sendikal mücadeleye adım atarak işçilerin haklarını savunmayı hayatının merkezine koydu. Tekel, Polonez, Bel Karper gibi kritik direnişlerde aktif rol oynayan Durdu, işçi mücadelesinin tarihçesini, kazanımlarını ve bugün karşı karşıya olunan zorlukları aktardı. Yunus Durdu şu ifadeleri kullandı:

“Ben 1973 yılında Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesinde doğdum. Çocukluğum bir dağ köyünde geçti. Babam 1980’de vefat edince 11 kardeşle yetim kaldık. Köy okulu 5 km uzaktaydı; çantamız yoktu, kitap ve defterlerimizi tuz poşetlerine koyardık. İlkokul öğretmenim valiliğe müracaat ederek bizim Çocuk Esirgeme Kurumuna verilmemizi sağladı. 1981’de Gaziantep Çocuk Esirgeme Kurumuna verildim ve devletin eliyle büyütüldüm. 1997’de askerdeyken Tekel sınavına girip Tekel’de işçi olarak başladım.

‘ÖZELLEŞTİRMELERİN BAŞLAMASIYLA MÜCADELE ETTİK’

“O dönem işçi mücadelesi kamuda yoğundu; yurtta yetişmiş olmam bana avantaj sağladı. Tekel’de gruplaşmalar gördüm ve sendikaların görevlerinin işçilerin sorunlarını çözmek olduğuna inandım. O dönemde sağ-sol ayrımı vardı, işçiler birbirine düşman gibi bakıyordu. Kendi kendime, ‘Bu düzeni değiştireceğim.’ dedim. 2003’te Tek Gıda-İş Sendikası’nın Cevizli’deki Tekel Sigara Fabrikası seçimlerinde yönetime girdim, 2005’te şube başkanı oldum. Özelleştirmenin gündeme geldiği dönemde mücadeleye başladık. O günkü sendikacılığın temel sorunu, işçilerin sıkıntılarını dile getirememesiydi. Biz ‘Tekel vatandır, vatan satılamaz.’ diyerek sokaklarda mücadele ettik.

‘TEKEL DİRENİŞİ İLE İŞÇİ SINIFINDA KALICI DEĞİŞİKLİKLER OLDU’

“2009’daki Ankara mücadelesinde sendikamızı zorladık; biletleri alıp dönüş biletini almayarak 78 günlük Tekel eylemini başlattık. Tekel, Türkiye işçi sınıfının kırılma noktası oldu: 15 bin işçi 4/C statüsüne gönderiliyordu. Bu, maaşın düşmesi, sosyal hakların ve tazminatın olmaması demekti. Tek Gıda-İş Sendikası ve Tekel işçileri tarihî bir mücadele ortaya koydu. Tekel mücadelesi sonrası Türkiye’de işçi haklarında kalıcı değişimler gerçekleşti: Sözleşmeli ve geçici öğretmen alımları yaygınlaştı, 4/C benzeri esnek çalışma uygulamalarının hukuki denetimleri arttı, işçi tazminatları ve sosyal hakları daha görünür hâle geldi, işçi grevleri ve hak talepleri kamuoyu tarafından daha fazla takip edilmeye başlandı. Bu süreç, Türkiye işçi sınıfının mücadelesine önemli bir zemin hazırladı.”

“Devletin iş kurumları taşeron şirketlerine dönüştü. İş yerlerine MESEM stajyerliği adı altında, ‘Kalifiye eleman yetiştiriyoruz.’ diyerek işçi gönderen İŞ-KUR’lar, 6-8 aylık sürelerle esnek çalışmayı dayatıyor; bu çalışanların kıdem tazminatı ödenmiyor ve süreleri kıdem tazminatına sayılmıyor. Tekel işçilerinin 2009’daki mücadelesiyle 4C yasasında önemli bir değişiklik sağlandı. 6 aylık çalışma süresi 11 ay 29 güne çıkarıldı ve tüm kamudaki 4C çalışanları haklarına kavuştu. Bugün, bu işçiler 12 ay çalışıyor ve tüm haklarına sahip. Bunu Tekel işçileri ve Tekgıda-İş Sendikası başardı.

‘DEVLET KURUMLARI İŞÇİ LEHİNE HAREKET ETMİYOR’

“Kamu sektörü, özelleştirme ve kapanmalarla özel sektöre göre daha güvenliydi. Kamuda işten atılma korkusu yoktu; özel sektörde ise işçilerin örgütlenmesi ve grev yapması çok zordu. Bugün işçilerin yüzde 60-70’i asgari ücretle çalışıyor. Sendikaların örgütlenmedeki yetersizlikleri, işçilerin hak mücadelesini zorluyor. Örgütlenme süreci uzun, yetki belgeleri yıllarca alınamıyor; işveren itiraz ediyor ve işçiler mobbing, baskı, işten atılma gibi risklerle karşılaşıyor.

“Polonez ve Bel Karper gibi mücadelelerde görüldüğü gibi, devlet kurumları işçi lehine etkin hareket etmiyor. Çalışma Bakanlığı çoğu zaman patronların bakanlığı gibi işliyor; işçilerin hakları için fiili destek yok. Toplu iş sözleşmeleri ve sendikalaşma süreci uzun ve zorlu; mahkemeler yıllarca sürüyor ve işverenler süreci uzatarak işçileri yıldırıyor.

“Ben Türkiye Cumhuriyeti Meclisi’nin işçi sınıfına bir şey getireceğini düşünmüyorum. İşçiler haklarını almak istiyorsa, birlikte mücadele etmeli, sendikalar ve sendikacılarla birlik kurmalı, sendikaların merkezlerini diri tutmaları için çalışanların baskı yapması gerekiyor. Bugün hiçbir sorun çözülmüyor; grevler, eylemler sonuçsuz kalıyor, bunların büyük kısmı sendikaların eksikliğinden kaynaklanıyor.”

‘Polenez’de tarihi bir mücadele verildi’

“Polonez’de asgari ücretlerin 17 bin civarı olduğu o dönemde kadın işçilerin 15 bin liraydı; evde ve iş yerinde zulüm görmüşlerdi. Ama sendikayla tanıştıklarında hayatlarının değiştiğine, çevresine ışık saçacak noktaya geldiklerine şahit oldum.” diyen Durdu Polonez mücadelesini şöyle anlattı:

“Bugün o kadınlar, en bilgili muhtarlardan bile daha bilgili hâle geldiler ve temsilci oldular. Biz bu mücadeleye gece gündüz, 24 saatin 18 saatini işçilerin yanında olarak emek verdik.

“Polonez mücadelesi, Tekel mücadelesi gibi büyük bir mücadeleydi. Sendika öncülüğünde, işçilerle birlikte çalıştık, gece gündüz çadırda kaldık, aynı kaptan yemek yedik, sıkıntıları paylaştık. Bu süreçte işçiler asgari ücretin çok altında maaş alırken, 4-5 yıllık mahkemeleri 5 ayda sonuçlandırdık. Ulusal Kanal, Vatan Partisi ve Aydınlık’ın desteği de çok önemliydi.

“Polonez’de doğru mücadele sayesinde Çalışma Bakanlığı ilk defa göreve davet edildi, iş yerini denetledi ve Türkiye tarihinde bir ilki gerçekleştirdi. Bugün Polonez fabrikasında işçiler 45-50 bin lira maaş alıyor, iki ikramiye ve sosyal haklar veriliyor. Sendikalar her zaman başarılı olamayabilir ama doğru mücadele ile işçilere hak kazandırmak mümkün. Bu mücadeleleri doğru vermek gerekiyor.

“Bugün Türkiye’de yabancı sermayenin kar hırsı ve denetimsizlik yüzünden 2024-2025 arasında yaklaşık 1900 işçi iş kazalarında yaşamını yitirdi. Sendikalar ve sendikacılar her işçiyi kendi çocuğu gibi görerek hareket etmezse, bu tablo değişmez. Örgütsüz iş yerlerini sadece ‘örgütlenmenin önünde engeller var.’ deyip kameralar önünde konuşarak çözemezsiniz. Biz günlerce çadırlarda kaldık.”

‘İŞÇİLERE DAHA YAKIN OLMAK ÖNEMLİ’

“Sendikalar örgütlenmede işçilerin yanında olmalı; onlarla yatmalı, kalkmalı, aynı sofrayı paylaşmalı, yağmurda ıslanmalı, zorlukları birlikte göğüslemeli. Otel odalarında talimat vererek örgütlenme olmaz. İşçiler uzun yıllar tazminat alamıyordu; Polonez’de ilk defa kıdem tazminatlarını ve boşta geçen 5 aylık maaşlarını aldılar. Sendikamızın bazı uygulamaları doğru değildi; özellikle işçilerden ücretin geri alınması yanlıştı. Ama mücadele Türk işçi sınıfının tarihine altın harflerle yazıldı. Özetle, işçi sınıfının önceliği işçilere daha yakın olmak ve birlikte mücadele etmek olmalı. Çünkü Türkiye’de işsizlik, fabrika kapanmaları ve yabancı sermayenin kuralsız egemenliği karşısında işçi sınıfının birlikten başka çaresi yok.”

Sonraki Haber