Bir günah keçisi: İstanbul Sözleşmesi

Kadınlara yönelik şiddet, her ülkede, her kültürde görülen evrensel bir olgu olup, en fazla aile içinde ve yakın ilişki yaşayan kişiler arasında ortaya çıkmaktadır (1): “Türkiye açısından yapılan çalışmalarda hayatının herhangi bir döneminde fiziksel şiddete maruz kalan kadın oranı yüzde otuz altı/yüzde otuz dokuz olarak saptanmıştır. Bu şiddet oranlarının içinde psikolojik ve ekonomik şiddetin bulunmadığı göz önüne alındığında, tablo daha karamsar olmaktadır”.

Kısa ve bilindik adıyla İstanbul Sözleşmesinin resmi adı, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir. Uluslararası sözleşmeler imzalandıkları yerin adıyla anılırlar. Bu Sözleşme de İstanbul'da imzaya açılmıştır. Bu nedenle de “İstanbul Sözleşmesi” olarak anılmaktadır.

İstanbul Sözleşmesine Türkiye’nin Taraf Olma Süreci

11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzalanan ve 24.11.2011 tarihli ve 6251 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan (29.11.2011 tarihli ve 28127 sayılı RG) Sözleşmenin onaylanması; Bakanlar Kurulu’nca 10.2.2012 tarihinde kararlaştırılmıştır (04.08.2012 tarihli 28227 sayılı RG). Sözleşme 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir (2).

İstanbul Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının Gerekçesi ve Dışişleri Komisyonu Raporu (3): İSTANBUL SÖZLEŞMESİNE ÖVGÜLER (YIL 2011)

Gerekçede, Sözleşmenin hazırlanması ve sonuçlandırılmasında ülkemizin öncü bir rol oynadığı, Sözleşmenin, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Dönem Başkanlığımız sırasında imzaya açılmasının ve ülkemiz tarafından imzalanmış olmasının da ayrıca sembolik bir önem taşıdığı, Sözleşmeye taraf olunmasının ülkemize ilave bir yük getirmeyeceği ve ülkemizin gelişen uluslararası saygınlığına olumlu katkıda bulunacağı belirtilmiştir.

Bu süreçte hazırlanan Dışişleri Komisyon Raporunda da, Sözleşmenin, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi, cezalandırılması ve tazmin edilmesi amacıyla hazırlandığı ve uluslararası alanda kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle ilgili ilk bağlayıcı belge olduğu, Anayasanın 90 ıncı maddesinin son fıkrası uyarınca temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir metin olduğu ve onay sürecinin geciktirilmeden tamamlanması gerektiği, Sözleşmenin çekince konulmadan imzalanmasının son derece olumlu karşılandığı, Sözleşmenin yürürlüğe girmesiyle tüm sorunların kendiliğinden çözülemeyeceği, fakat Sözleşmenin konuyla ilgili hukuki altyapıyı güçlendirecek önemli bir metin olduğu, Sözleşmenin çekince konmaya müsait olmasına rağmen ülkemiz adına çekince konulmadan imzalandığı ve böylece ülkemizin Sözleşme hükümleri ile tam uyum sağlama isteğine işaret edildiği, Sözleşmeyi imzalayan ilk ülkenin Türkiye olduğu ve onay surecinin hızlı bir şekilde tamamlanarak Sözleşmeyi onaylayan ilk ülkenin de Türkiye olmasının arzu edildiği ifade edilmiştir.

Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu, İstanbul Sözleşmesinin Onaylanmasını Uygun Bulma Kanunu Tasarısını oybirliği ile aynen kabul etmiştir. Görüşmeler sonucunda söz konusu Tasarı, 247 vekilden 246’sının Sözleşmeye kabul oyu vermesi üzerine, sadece 1 vekilin çekimser oyu ile Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçmiş ve kanunlaşmıştır (4).

Ne Oldu Da Övgüler Yergiye, İstanbul Sözleşmesi Günah Keçisine Dönüştü? (YIL: 2019-2020)

Konuyu sloganlarla değil; İstanbul Sözleşmesi hükümleri üzerinden tartışmalı…

Bir maddesini anıp değerlendirmeden, soyut İstanbul Sözleşmesi karşıtlığı yapanların, sloganlardan öteye gidemeyenlerin, özüne inip incelemeden bir çırpıda reddedenlerin, her türlü yanlıştan sorumlu tutup, İstanbul Sözleşmesini günah keçisi ilan edenlerin düştüğü yanlışa düşmeden, Sözleşmenin maddi içeriğiyle ilgili bazı değerlendirmeler yapacağım. Ama öncelikle, bir uluslararası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesiyle ilgili doğru değerlendirmeler yapabilmek için, uluslararası toplumun/uluslararası hukukun genel bir takım özelliklerini, ulusal hukuktan farklarını ve bazı temel ilkeleri ortaya koymak zorunluluğu hissediyorum.

Devletler neden uluslararası sözleşmelere taraf olurlar?

Asıl olarak bu soruya yanıt vermek üzere, bu alandaki doktrinel tartışmalara girmeksizin, kısaca şu hususları vurgulamak gerekir: Uluslararası hukuka tabi olan, onun düzenleme konusu olan uluslararası toplumun süjeleri/kişileri, devletler ve hükümetler arası uluslararası örgütlerdir.

Uluslararası hukuk kurallarını, işte bu toplumun süjeleri olan devletler ve hükümetler arası uluslararası örgütler koyarlar. Yani, uluslararası düzlemde, ulusal düzlemden farklı olarak, kuralı uygulayanlar aynı zamanda o kuralları da koyanlardır.

Uluslararası hukuk kuralları uluslararası sözleşmeler yaparak, uluslararası örf ve adet kuralları oluşturarak ve hukukun genel ilkeleri tespit edilerek oluşturulur. Ulusal düzlemde ise, örneğin devletin parlamentosu bir kanun çıkarır. Bu kanuna, kanun kapsamındaki o devletin bütün vatandaşları tabi olurlar. Ulusal düzlemdeki parlamentolardan farklı olarak, uluslararası düzlemde ise, tüm devletlerin uyması için kurallar koyan evrensel bir parlamento yoktur. Bu nedenle de, uluslararası hukukun kişileri olan devletler ve hükümetler arası uluslararası örgütler, örneğin yaptıkları uluslararası sözleşmelerle uluslararası hukuk kurallarını oluştururlar. Uluslararası sözleşme akdetmek, uluslararası hukuk kuralı koymanın, doğal, en önemli ve en sık başvurulan yoludur. Türkiye de çok sayıda uluslararası sözleşmeye taraftır, doğal olarak.

Devletler –eğer bir uluslararası sözleşmeye taraf olmak üzere bir taahhüt altına girmedilerse- diledikleri uluslararası sözleşmeye taraf olurlar; dilediklerine olmazlar. Devlet bir uluslararası sözleşmeye taraf olunca da, o sözleşmenin hükümlerinin gereğini yerine getirmek zorundadır. Aksi halde, uluslararası hukuku ihlal etmiş olur ve uluslararası sorumluluğunun doğması durumuyla karşı karşıya kalabilir.

Uluslararası hukuk kuralı oluşturmanın normal ve sıradan bir yolu: Uluslararası Sözleşme Akdetmek

Bir uluslararası sözleşmeye taraf olmak, tabidir ki, devlet egemenliğinin bir sınırlandırılmasıdır. Devletler taraf oldukları/bağlı oldukları uluslararası hukuk kurallarıyla (uluslararası sözleşmeler ve uluslararası örf ve adet kuralları ile örneğin) egemenliklerini bir şekilde sınırlandırmışlardır. Ama çok büyük ölçüde bu sınırlamalar, ilgili devletlerin kendi iradeleriyle kabul ettikleri sınırlamalardır ve bu nedenle de bunlar devletlerin egemenliğiyle/bağımsızlığıyla bağdaşmaz sınırlamalar değildirler. Aksine, uluslararası bir sözleşmeye taraf olabilmek, bir devletin egemen/bağımsız olduğunun delilidir. Çünkü sadece uluslararası hukukun kişileri/süjeleri (yani devletler ve hükümetler arası uluslararası örgütler) bir uluslararası sözleşmeye taraf olabilirler. Bunun dışındaki birimler, örneğin sivil toplum kuruluşları ile bireyler bir uluslararası sözleşmeye taraf olamazlar.

Bir örnek vermek gerekirse, en başta devletimizin kuruluş belgesi 1923 tarihli Lozan Barış Andlaşması da bir uluslararası sözleşmedir. Örneğin Türkiye bu andlaşmayla, ülkesindeki azınlıklarla ilgili olarak bazı yükümlülükler altına girmiş (m. 37-45), egemenliğini bu bağlamda sınırlandırmıştır.

İstanbul Sözleşmesi Türkiye’nin taraf olduğu çok sayıdaki uluslararası sözleşmeden sadece biridir. İçinde bulunduğumuz günlerde, İstanbul Sözleşmesi üzerinden yürüyen tartışmada bazılarınca, neredeyse, “uluslararası bir sözleşmeye taraf olmak, devletin egemenliğiyle/bağımsızlığıyla bağdaşmaz” gibi yanlış bir noktaya gelinmiştir ki, bunun kabulü, uluslararası toplumun/uluslararası hukukun inkarı anlamına gelir. Bir uluslararası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesine ülkemizin taraf olması, onun egemen olmasıyla/bağımsızlığıyla bağdaşmaz bir şey değildir. Zira Türkiye, bu Sözleşmeye kendi iradesiyle taraf olmuştur.

"Zaten konuyla ilgili yeterince iyi ulusal düzenlemelerimiz (örneğin kanunlarımız) var. Bu nedenle de İstanbul Sözleşmesine Türkiye'nin taraf olması gereksizdir" diyenler haklı mı?

Hayır, haklı değiller. Örneğin, kadına karşı şiddetle ilgili olarak iyi bir kanunumuz var: Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun. Bir devlet kendi koyduğu kuralları kendisi yürürlükten kaldırabilir. Bunun için hiç kimseye hesap vermesi gerekmez. Örneğin, kendi kanununu yürürlükten kaldırabilir ve bundan dolayı uluslararası bir sorumluluğu doğmaz. Çünkü uluslararası hukuku ihlal etmiş sayılmaz, böyle yapmakla. Ama eğer bir kanun bir devletin taraf olduğu bir uluslararası sözleşmenin hükümlerini yerine getirmek üzere çıkarılmışsa, devlet işte o kanunu yürürlükten kaldırırsa, o taraf olduğu sözleşmeye de aykırı davranmış, yani uluslararası hukuku ihlal etmiş olur.

Anayasamızın m. 90/son hükmü: Uluslararası Bir Sözleşmenin Türk Hukukundaki Yeri

Anayasamızın “Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma” başlıklı m. 90/son hükmü, uluslararası andlaşmaların Türk Hukukundaki yerini düzenlemiştir:

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır”.

Görüldüğü üzere, Anayasamızın 90. maddesinin son bendine 2004 yılında yapılan değişiklikle eklenen cümle gereği, temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir uluslararası sözleşmeye taraf olan Türkiye, bu sözleşmeye aykırı kanun çıkaramayacak, çıkarsa bile kanun değil sözleşme hükümleri esas alınacaktır. İşte bundan dolayı, İstanbul Sözleşmesi hükümleri bizler için asgari bir standart teşkil etmekte ve ona aykırı bir kanun çıkarılsa da Sözleşme hükümleri esas alınabilmektedir. Dolayısıyla, mevcut ulusal düzenlemeler nasıl olursa olsun, İstanbul Sözleşmesine taraf olmak biz kadınlar için önemli bir hukuki teminattır.

Anayasa m. 90/son gereği, bir uluslararası sözleşme aleyhine anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine Gidilememesi: İstanbul Sözleşmesinin Suçu Değil!

Çok uzun yıllardır tartışma konusu olan bu hususla ilgili ayrıntıya girmeden şu kadarını söyleyelim. Bu hüküm gereği, Türkiye’nin taraf olduğu bir uluslararası sözleşme, anayasamıza, hatta anayasamızın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek ilk üç maddesi hükümlerine aykırı hükümler içerse dahi, anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacaktır. Zaten iki veya daha fazla devletler (veya hükümetler arası uluslararası örgütler) tarafından taraf olunan bir uluslararası sözleşmenin taraflardan birinin tek taraflı işlemiyle iptali söz konusu olamaz. Bu bağlamda, sözleşmeye taraf olunmadan önce, sözleşmenin anayasamıza aykırı olup olmadığını tespit edebilmek amacıyla, bir ön denetim mekanizmasının getirilmesi ve bu mekanizma bünyesinde yapılacak inceleme sonunda anayasamıza aykırı olduğu tespit olunan bir uluslararası sözleşmeye taraf olunamaması yönünde bir hükmün m. 90/son hükmüne eklenmesi gerektiği yönündeki görüşe (5) ben de katılmaktayım.

Bu açıklamalarım, İstanbul Sözleşmesinin anayasamıza aykırı hükümleri olduğu anlamında yorumlanmamalıdır. İstanbul Sözleşmesinin, Anayasamızın m. 90/son hükmü de gerekçe gösterilerek haksız bir şekilde eleştirilmesi nedeniyle bu açıklamayı yapma gereği duydum.

1969 tarihli Andlaşmalar Hukukuna Dair Viyana Sözleşmesine (6) göre bir uluslararası sözleşmenin yorumu: Sözleşmenin amacı (m. 1) ışığında yorumlanması gereği

İstanbul Sözleşmesinin bazı hüküm ve kavramlarının yorumuna ihtiyaç duyulduğunda, Türkiye’nin taraf olmamakla birlikte hükümlerine genel olarak uyduğu, 1969 tarihli Andlaşmalar Hukukuna Dair Viyana Sözleşmesinin, uluslararası sözleşmelerin yorumuna ilişkin m. 31-33 hükümlerine başvurmak gerekecektir. Buna göre bir uluslararası sözleşme, sözleşmenin bütünü içinde, hükümlerine konu ve amacının ışığında verilecek alelade (olağan) manaya uygun biçimde, iyi niyetle yorumlanır. Aynı maddede, sözleşmenin metni yanında, giriş ve ekleri de yorumda dikkate alınacak metinler arasında sayılmıştır. İstanbul Sözleşmesinin yoruma muhtaç bir hükmünün veya Sözleşmede geçen bir kavramın yorumu yapılırken, işte en başta yorumla ilgili bu genel kural ile yorumla ilgili devamı hükümler dikkate alınacaktır. Bu bağlamda, İstanbul Sözleşmesinin konu ve kapsamına ilişkin 1. ve 2. maddesi hükümleri, Sözleşmenin yoruma muhtaç hüküm ve kavramlarının yorumlanmasında temel bir önem taşımaktadır.

Önemi nedeniyle İstanbul Sözleşmesinin konu ve kapsamına ilişkin m. 1 ve 2 hükümleri ile Sözleşmenin “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinde yer verilen kavramlara aşağıda aynen yer verilmiştir:

Madde 1 – Sözleşmenin Amacı

1. İşbu Sözleşmenin amacı;

a. Kadınları her türlü şiddetten korumak, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak,

b. Kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınların güçlendirilmesi yolu dahil kadınlar ile erkekler arasındaki temel eşitliği teşvik etmek,

c. Kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddet mağdurlarının korunması ve bu mağdurlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politikalar ve tedbirler geliştirmek,

d. Kadınlara yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini teşvik etmek,

e. Kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak üzere bütüncül bir yaklaşım benimsemek amacıyla etkili işbirliğini sağlamak için kuruluşlara ve kolluk kuvvetlerine destek ve yardım sağlamaktır.

2. Sözleşme hükümlerinin taraflarca etkili bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla, işbu Sözleşme özel bir izleme mekanizması kurar.

Madde 2 – Sözleşmenin Kapsamı

1. İşbu Sözleşme aile içi şiddet de dahil olmak üzere, kadınları orantısız bir biçimde etkileyen, kadınlara yönelik her türlü şiddet biçimi için geçerlidir.

2. Taraflar işbu Sözleşmeyi tüm aile içi şiddet mağdurlarına uygulamaya teşvik edilirler. Taraflar işbu Sözleşmenin hükümlerini uygularken, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet mağduru kadınlara özel önem atfetmelidirler.

3. İşbu Sözleşme, barış zamanlarında ve silahlı çatışma durumlarında geçerli olacaktır.

Sözleşmenin “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinde, İstanbul Sözleşmesinin amacı bakımından, aşağıdaki kavramlar şöyle tanımlanmıştır:

a. “Kadınlara yönelik şiddet”, bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir.

b. “Aile içi şiddet”, aile içerisinde veya hanede veya mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemi anlamına gelir.

c. “Toplumsal cinsiyet”, kadınlar ve erkekler için toplum tarafından uygun görülen sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, eylemler ve nitelikler anlamına gelir (7).

d. “Kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, kadına kadın olmasından dolayı uygulanan ve kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet anlamına gelir.

e. “Mağdur”, a ve b bentlerinde belirtilen davranışlara maruz kalan gerçek kişi

anlamına gelir.

f. “Kadınlar” kelimesi, 18 yaşın altındaki kız çocuklarını da kapsar.

Üzerinde tartışmaların yoğunlaştığı “toplumsal cinsiyet” kavramı ile ilgili olarak, doktrinde, biyolojik cinsiyet farklılıklarının doğuştan gelen/öğrenilmemiş farklılıklar olduğu, “toplumsal cinsiyet” kavramının ise, kadınla erkeğin sosyal ve kültürel olarak tanımlanması, toplumların onlara verdiği toplumsal rolleri anlatmak bağlamında kullanılan bir kavram olduğu dile getirilmiştir (8).

Kadınlara yönelik şiddet de, tesadüfen değil, toplumsal cinsiyetleri nedeniyle gerçekleşen bir olgudur (9).

İstanbul Sözleşmesini şiddetle eleştiren hatta Türkiye’nin Sözleşmeyi feshetmesi görüşünü savunanlardan, yukarıda yer verdiğim, Sözleşmenin amacını ve kapsamını düzenleyen 1. ve 2. maddeleri okuyup, bu amaçla ve bu kapsamda yapılmış bir Sözleşmeye neden karşı çıktıklarını bir kere daha düşünmelerini ve hala aynı fikirdeyseler de, soyut olarak sloganlarla değil, maddeler üzerinde kelime kelime durarak, bu görüşlerinin gerekçelerini açıklamalarını beklemekteyim.

Görüldüğü üzere, İstanbul Sözleşmesinin tanımların yer aldığı 3. maddesinde de, tanımlar sadece kadın ve erkek cinsiyetleri üzerinden yapılmış, bunun dışında, bir cinsel eğilimle bağlantılı herhangi bir tanıma maddede yer verilmemiştir.

Üzerinde fırtınalar koparılan ve her bir yönden çekiştirilen “toplumsal cinsiyet” kavramının İstanbul Sözleşmesi bakımından tanımı 3. maddede, ayrıca yoruma ihtiyaç göstermeyecek şekilde açıkça ortaya konulmuştur. Hukukta bir hükmün/kavramın anlamı açıksa yorum faaliyetine girişilmez. Bir yorum gerekli olsaydı da, bunun, yukarıda yer verdiğimiz üzere, Türkiye’nin taraf olmamakla birlikte hükümlerine genel olarak uyduğu, 1969 tarihli Andlaşmalar Hukukuna Dair Viyana Sözleşmesinin, uluslararası sözleşmelerin yorumuna ilişkin m. 31-33 hükümlerine başvurmak suretiyle yapılması gerekecektir. Buna göre, bir uluslararası sözleşme en başta, sözleşmenin bütünü içinde, hükümlerine konu ve amacının ışığında verilecek alelade (olağan) manaya uygun biçimde, iyi niyetle yorumlanır.

Ayrıca tekrar vurgulayalım ki, tanımların yer aldığı 3. baddenin başında, maddede tanımına yer verilen kavramların, İstanbul Sözleşmesinin amacı bakımından tanımlanmış olduğu belirtilmiştir. Bunun anlamı, söz konusu kavramların, Sözleşme dışı kaynaklarda yapılan tanımlarının İstanbul Sözleşmesinin uygulanması bakımından bir önem taşımayacağıdır. Sözleşmenin uygulanmasında, ilgili kavramların sadece 3. maddedeki tanımları esas alınır.

Sözleşmenin İzleme Mekanizması, GREVIO’nun, İstanbul Sözleşmesinin feshi isteklerine gerekçe olarak gösterilen 2018 Raporu (10): Bu Rapor, İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmek için haklı bir gerekçe olabilir mi?

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddete Karşı Eylem Uzman Grubunun (GREVIO), ayrıntılı değerlendirilmesi bu yazının kapsamını aşan 116 sayfa uzunluğundaki 2018 tarihli Raporunda yer alan bazı ifade ve tespitler, İstanbul Sözleşmesine muhalefet edenlerin en büyük gerekçelerinden birini oluşturmaktadır.

GREVIO, İstanbul Sözleşmesi bünyesinde bir oluşum olup bir yargı organı değildir (11). İstanbul Sözleşmesinin denetime ilişkin temel aracı, rapor usulüdür. GREVIO, taraf devletçe alınan tedbirlere ilişkin kendi raporunu ve elde ettiği sonuçları yayımlamaktadır. Ayrıca ülke ziyaretleri düzenleyebilmektedir; gerektiğinde soruşturma yürütebilmekte, uygun hallerde, Sözleşmenin uygulanması hakkında genel tavsiyeler kabul edebilmektedir. Sezer, Sözleşmenin getirdiği bireysel başvuru yolu bulunmaması nedeniyle, denetim mekanizmasının zayıf olduğu görüşündedir (12).

GREVIO, Sözleşme hükümleriyle bağdaşmayan yorum ve tespitlerde bulunma yetkisine sahip değildir. O nedenle de, Sözleşmeye muhalefet edenlerin, GREVIO’nun 2018 tarihli Raporunda yer alan bazı ifade ve tespitlere yöneltilen bu eleştirilerini haklı/yerinde bulmakla beraber, belirtmek isterim ki, İstanbul Sözleşmesinin, kararları tavsiye niteliğinde olan ve yargı organı değil, bir izleme mekanizması niteliğindeki bir Grubun bir raporundaki bu tür ifadeler/değerlendirmeler, İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmek için yeterli/haklı bir gerekçe oluşturmaktan uzaktır. Doğru tavır, GREVIO Raporundaki kabul edilmeyen/doğru olmayan ifade ve değerlendirmelerin yanlışlığını/haksızlığını açıkça ve gerekçeli olarak ortaya koymak, bunu GREVIO’ya bildirmek, ayrıca kamuoyuna açıklamak ve bu itirazların İstanbul Sözleşmesine taraf devletlere iletilmesini sağlamaktır. Aksi tavır, “pire için yorgan yakmak” ve kadına karşı ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadele bağlamında çok önemli kazanımların kaynağı bir Sözleşmeden bir çırpıda vazgeçmek anlamına gelir ki bu da kabul edilmezdir.

İstanbul Sözleşmesine Türkiye’nin taraf olma sürecinde, yukarıda da değindiğimiz Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın Gerekçesinde GREVIO ile ilgili olarak aynen şöyle denilmektedir:

“…Sözleşmenin uygulanmasını izlemek üzere bir uluslararası izleme mekanizmasının oluşturulması (GREVIO - Kadına Karşı Şiddet ve Aile İçi Şiddetle Mücadele Uzmanlar Grubu); ulusal düzeyde toplanan verilerin GREVIO ile paylaşılması; Sözleşmenin uygulanma durumu hakkında GREVIO'ya rapor sunulması ve GREVIO ziyaretlerinin kabul edilmesi öngörülmektedir.

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'ne taraf olunmasının ülkemize ilave bir yük getirmeyeceği ve ülkemizin gelişen uluslararası saygınlığına olumlu katkıda bulunacağı değerlendirilmektedir”.

Buradan da anlaşılacağı üzere, Türkiye Sözleşmeye taraf olurken, GREVIO’nun varlığı ve işlevine değinmiş/bunu kabul etmiş, ardından İstanbul Sözleşmesine taraf olunmasının ülkemize ilave bir yük getirmeyeceği, hatta saygınlığına olumlu katkıda bulunacağı değerlendirmesinde bulunmuştur. Buradan hareketle denilebilir ki, Türkiye çekince koymadan taraf olduğu İstanbul Sözleşmesiyle, GREVIO’nun varlığını, işlev ve yetkilerini kabul ederek, bu konuda kendini, kendi isteğiyle sınırlandırmıştır.

Ancak bu durum, Türkiye’nin GREVIO’nun Raporunda yerinde bulmadığı ifade ve değerlendirmelerine karşı itiraz hakkından vazgeçtiği anlamına gelmemektedir. Türkiye ve konuyla ilgili sivil toplum kuruluşları, GREVIO’nun yerinde olmayan ifadelerine/değerlendirmelerine itiraz ederek, GREVIO’nun daha sonraki raporlarında benzer ifadelerin/değerlendirmelerin yer almaması yönünde çaba harcamalıdır. GREVIO Raporunu bahane edip İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmeye hazır olanlar, örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bir kararını beğenmeyip, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinden vazgeçmek isteyenler olursa onlara söyleyecek söz bulamayacaklardır.

Bitirirken;

Türkiye İstanbul Sözleşmesini ilk imzalayan ve onaylayan devlet olmuştur (13). Kanımızca bu övünülecek bir husustur. Türkiye halen Sözleşmeye taraftır. Kadınlara karşı şiddetin ve aile içi şiddetin önlenmesinde çok güçlü bir hukuki dayanak olduğundan, ülkemiz bu Sözleşmeye taraf olmaya ve taraf devlet olarak Sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmeye devam etmelidir.

İstanbul Sözleşmesine yöneltilen eleştirilerin haklı bir tarafı bulunmamaktadır. Sözleşme hakkında yapılan bir takım aşırı/yanlış yorumların/değerlendirmelerin/tespitlerin ve bir takım yanlış uygulamaların, tüm sorumluluğunun haksız bir şekilde İstanbul Sözleşmesine yüklenmesiyle, Sözleşme bir günah keçisine dönüştürülmüştür.

Resmi adından da anlaşılacağı üzere İstanbul Sözleşmesi, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin bir sözleşmedir. Yani Sözleşmenin konusu, amacı şiddetin önlenmesi ve şiddetle mücadeledir.

İstanbul Sözleşmesi, kadınlara yönelik şiddetin engellenmesinde bütüncül bir yaklaşım benimsemekte, yapısal bir dönüşümü hedeflemektedir (14).

Kadınlara yönelik şiddetin/aile içi şiddetin sürdüğü ve toplumun her gün birkaç şiddet haberiyle sarsıldığı bir ortamda, amacı, şiddetin önlenmesi, şiddetle mücadele edilmesi olan ve şiddetin hiçbir gerekçesi olamayacağı esasları üzerine kurulu bir sözleşmeyi hedef almak, bilgisizliğin ötesinde bir anlama sahiptir; kötü niyettir; şiddetin sürmesinin sorumluluğuna ortak olmak anlamını taşır.

Şiddetin hiçbir haklı gerekçesi olamaz. O nedenle, şiddet mağdurlarının –cinsel yönelim de dahil- hiçbir ayrım gözetmeksizin Sözleşmenin koruma kapsamına alınmasından (m. 4/3) yola çıkıp, Sözleşmenin belli bir yaşam tarzını dayattığı, toplum/aile/kültür yapımızı bozduğu vb. suçlamalar kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır. İstanbul Sözleşmesinin hiçbir hükmünden bu tür bir anlam çıkmamaktadır. İstanbul Sözleşmesine bu tür suçlamalar yöneltenlere verilecek en güzel yanıt, Sözleşmenin hangi hükmünden bu sonuca vardıklarını açıklamalarını istemektir.

Kadınlar olarak, bir İstanbul Sözleşmesine sahip çıkanlar-karşı olanlar diye bölünmemiştik/ayrışmamıştık. Ne yazıktır ki, bu da oldu. Sırada ne var? Saç rengine göre bölünme mi? İlkesel olarak birçok alanda bir birlik-beraberlik sergileyip, mücadele arkadaşlığı yapan pek çok kişi/kesim bu konuda farklı cephelere savruldular. Güç kaybettik. Bölünmeleri/ayrışmaları aşıp, böyle can yakan/can alan bir konuda ve böylesine zorlu bir mücadele sürecinde, kadın erkek eşitliği esasında ve kadına karşı/aile içi şiddetle mücadele bağlamında güç birliği yapmak, kadınıyla erkeğiyle birlikte, kol kola-omuz omuza mücadele etmek, dayanışma sergilemek zorundayız.

İstanbul Sözleşmesinin ülkemiz tarafından feshi tarihi bir hata olur. Ve bundan, en başta şiddet mağduru kadınlar olmak üzere, tüm aile içi şiddet mağdurları büyük zarar görür. İstanbul Sözleşmesinden vazgeçilmesi, bu bağlamdaki mücadelede olumsuz bir kırılma noktası olur ve ilgili ulusal düzenlemelerde, onları işlevsizleştirecek değişiklikler yapılmasını ya da bu düzenlemelerin yürürlükten kaldırılmasını beraberinde getirir.

Şiddet mağduru kadınlarımız ile tüm aile içi şiddet mağdurlarının İstanbul Sözleşmesinin korumasından yararlanmaya devam etmesi gereği, onların aciz olmalarıyla değil, bir insan hakkı olarak bu hakka sahip olmaya layık oldukları gerekçesiyle açıklanabilir.

Zaman ayrışmak/bölünmek değil, kadın erkek eşitliği esasında, en başta kadına yönelikşiddetin/aile içi şiddetin önlenmesi ve onunla mücadele bağlamında birleşme, bir güç birliği/dayanışma sergileme zamanıdır. Bunun için de en başta, İstanbul Sözleşmesine sahip çıkılmalı ve ondan vazgeçilmemelidir.

Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yürütülen Kurtuluş Savaşımız sonucu kurulan, Atamızın ve kurtuluş savaşımız şehitleri ile gazilerilerin bizlere değerli emaneti Cumhuriyetimizin kazanımlarına sahip çıktığımız, Atatürk İlke ve İnkılaplarının yılmaz savunucusu olduğumuz gibi, biz kadınların, erkeklerle eşit bireyler olarak toplumda onurlu bir yer edinmesini sağlayan tüm haklarımıza da sıkı sıkı sarılacağız.

İstanbul Sözleşmesi bir lütuf değildir. Bu Sözleşmeye ülkemizin taraf olması biz kadınları/aile içi şiddet mağdurlarını aciz yapmaz. Aksine İstanbul Sözleşmesi, ulusal hukuk gibi bir hukuk düzeni olan, ama ondan örgütlenme ve gelişim düzeyi olarak farklı olan uluslararası hukuk düzeninin sunduğu güzel bir olanaktır; haktır. Sahip olduğumuz bir haktan vazgeçmemek neden acizlik olsun ki?

Dipnotlar:

1. Tijen Dündar Sezer, İnsan Hakları Hukuku Açısından Kadınlara Yönelik Şiddet, Turhan Kitabevi, Ankara 2019, s. 1 ve orada yer verilen “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması” (2008), T. C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı/Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Ankara, 2009; “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması” (2014), T. C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı/Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü, Ankara, 2015.

2. İstanbul Sözleşmesinin metni için bkz. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/03/20120308M1-1.htm

3. Türkiye Büyük Millet Meclisi Yasama Dönemi (Yasama Dönemi 24, Yasama Yılı 2), Sıra Sayısı: 81. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu Raporları (1/510) için bkz. https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss81.pdf (E. T. 29.07.2020).

4. https://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem24/yil2/ham/b02301h.htm (E. T. 29.07.2020).

5. Bu konuda bkz. Aybay, Rona, “Uluslararası Antlaşmalar Konusunda Türk Hukukunun Önemli Bir Eksikliği: “Ön-Denetim”, http://ronaaybay.com.tr/?p=86 (E. T. 29.07.2020)

6. Sözleşmenin metni için bkz. Gündüz, Aslan, Milletlerarası Hukuk, (Ed.) Günel, Reşat Volkan, Genişletilmiş ve Güncellenmiş 6. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul, 2013, s. 66-87.

7. “Toplumsal cinsiyet” kavramının açıklaması için bkz. Sezer, s. 12 vd.

8. Sezer, s. 13’ten naklen: Dökmen, Z., s. 25 ve Ecevit Y., s. 4.

9. Sezer, 16’dan naklen: http://www.health-genderviolence.org/training-programme-for-health-care-providers/facts-on-gbv/defining-gender-base-violence

10. Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi)’nin hükümlerinin hayata geçirilmesini sağlayan yasal ve diğer tedbirlere ilişkin GREVIO (İlk) Değerlendirme Raporu TÜRKİYE (Gayriresmi çeviridir.) metni için bkz. https://ailevecalisma.gov.tr/media/3825/grevio-rapor-turkce-5bd99d7dbb799.pdf (E. T. 28.07.2020).

11. Sezer, s. 114-115. Bkz. İstanbul Sözleşmesinin “İzleme Mekanizması” başlıklı 9. Bölümü, m. 66-70. Sezer, İstanbul Sözleşmesinin yaratacağı en büyük etkinin, AİHM kararları yoluyla olacağı görüşündedir. Bkz. Sezer, s. 115.

12. Sezer, 114. Yazar GREVIO’nun, BM Sözleşmelerinin denetim organları gibi, bir komite ya da komisyon olarak dahi adlandırılmadığınA işaret etmiştir. Bkz. Sezer, s. 114, dp. 463.

13. Sezer, s. 107.

14. Sezer, s. 108. Sözleşmenin temel özellikleri için bkz. Sezer, s. 108 vd.

Sonraki Haber