Eğitimin rotası

Bugüne kadarki eğitim anlayışımızda bildiğimiz ne varsa unutalım. İnsana değer veren, arkadaşının ayağına basmadan başarılı olabileceğini kavramış, dayanışma duygusu gelişmiş, kibirden arınmış, yeteneği ne ise o işi yapan bir nesil yaratalım

Fransız Devrimi; bugün yaşadığımız çağda kabul gören birçok yeniliğin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bunlardan bir tanesi de öğretmenlik mesleği. İlk ve Ortaçağ’da eğitim “inanç” temellidir. Bu durum hem Doğu hem Batı medeniyetleri için de geçerli. Sadece eğitimde değil hayatın her alanında inanç merkezdedir. Yöneticiler tanrı tarafından kutsal olarak görülür ve aldıkları kararlar sorgulanamaz. Aynı şekilde ruhban sınıfı da toplum için dokunulamaz, halktan uzak, seçkin bir kesimdir. Fransız Devrimi’ne kadar olan eski dünyada toplumlar bu haldeyken eğitim de bilimsellikten olabildiğince uzaktır. Eğitim sistemi pozitif bilimden çok metafiziğe yakındır.

Fransız Devrimi ulus bilincini yaratmıştır. Bu bilincin devamı için halkın eğitilmesi gerekmektedir. Eğitim de bilimsel temelli ve devlet tarafından yönetilmelidir. Bu iki durum öğretmenlik mesleğinin günümüz tanımıyla ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Öğretmenler artık devlet memurudur ve bu şekilde devlet istediği toplumu memurları aracılığıyla yaratabilmektedir. Artık eğitim tek elden yönetilmeye başlanmıştır. Ulus çıkarları doğrultusunda öğretmenlerin de birer vizyon sahibi olması beklenmektedir. Her bir öğretmen değişen toplumun mimarlarıdırlar. Çiftçisinden, işçisine, şehirlisinden, köylüsüne tek millet olma bilinci öğretmenlerin elindedir artık.

Eğitim; Fransız İhtilali’nden 19. yüzyılda Sanayi Devrimi'ne kadar oldukça özgür bir mekânda yapılmaktaydı. Park, bahçe, çarşı, pazar, akla gelebilecek her yer eğitim için uygundu. Sanayi Devrimi sonrası hem anneler hem babalar çalışıyordu. Çocuklarını göz önünde bulunmasını istemeleri sebebiyle günümüzün okul kavramı ortaya çıktı. Bu okullar dört tarafı duvarla çevrili, tepesinde damı olan yerlerdi. İlk modern okullar fabrikaların çevresindeyken daha sonra fabrikalardan bağımsız yerleşim alanlarına geçtiler.

CUMHURİYET DEVRİMİ’NDE EĞİTİMİN ROLÜ

Cumhuriyet Devrimi eğitim temeli üzerine inşa edilmiştir. Türk milleti; ulus bilincini kazanacak, ahlaklı bir toplum oluşturacak, okuma-yazma öğrenecek, üretecek, bilimde ve sanatta muasır medeniyetler seviyesine erişecektir. Tüm bunlar ancak eğitimle olabilir. Cumhuriyet’i ilan eden devrimci kadro gerçekleştirmek istedikleri hedeflerini eğitimsiz yapamayacaklarının farkındaydı. Bu nedenle eğitim meselesini kervanı yolda düzülecek bir iş olarak görmediler. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, “Benim asıl kişiliğim öğretmenliğimdir; ben milletimin öğretmeniyim... Eğer Cumhurreisi olmasam, Maarif Vekilliği’ni almak isterdim.” sözü eğitimin ne denli önemli olduğunun göstergesidir. Atatürk bir yandan Kurtuluş Harbi verirken bir yandan eğitim ile ilgili çalışmaların öncüsü olmuştur.

Cumhuriyet döneminde yapılan çalışmaları şu maddelerde özetleyebiliriz:

a. Öğretimin Birleştirilmesi: Dini okullar, mahalle mektepleri, yabancı okullar, azınlık okulları hepsi birden tek bir çatı altında toplanmış ve tek millet yaratma ülküsü ortaya konulmuştur.

b. Eğitimin Örgütlenmesi: Tüm yurtta eğitim seferberliği düzenlenmiş, eli kalem tutan herkesin bu seferberliğe ortak olması amaçlanmıştır. Büyük çoğunluğu kırsal kesimde yaşayan halkımız bu çağrıya kulak vermiş okuma yazma oranı kısa sürede artmış, kız çocukları okula gitmeye başlamıştır.

c. Eğitimin Niteliğinin Artması: Cumhuriyet döneminde eğitim şuraları düzenlenmiş ve bu şuralarda eğitimde izlenecek yol haritası ortaya konmuştur. Bunların ilki 1921'de düzenlenen 1. Maarif Kongresi’dir. Bu kongre Ankara'da top seslerinin devam ettiği bir süreçte 250'den fazla erkek ve kadın öğretmenin katılımıyla düzenlenmiştir.

d. Eğitimin Yaygınlaştırılması: Eğitimin tüm ülkede yaygınlaşması için okul sayısıyla öğretmen sayısının artması ve bu öğretmenlerin köylere kadar gitmesi gerekmektedir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında da tam olarak bu yapılmış okul ve öğretmen sayısında ciddi artış yaşanmıştır. Bunun dışında Türkçenin yaygınlaşması için 1928 yılında Latin harfleri kabul edilmiştir. Bu sayede tüm ülkenin ortak bir dile sahip olması ve bu ortak dili kolay bir şekilde öğrenmesi sağlanmıştır.

MEVCUT SİSTEMDEKİ ANLAYIŞ EKSİKLİĞİ VE ÇÖZÜM ÖNERİSİ

Eğitim anlayışımızın baştan sona değişmesi gerekmektedir. Eğitim yöntem ve teknikleri bazı kısımlarda aynı kalabilir ama anlayışın baştan sona değişmesi ve eğitim denildiğinde aklımıza ne geliyorsa unutmamız baştan bir yapı inşa etmemiz gerekmektedir. Patlak tekerlekle araba gitmez. Tekeri değiştirmek de çözüm olmazsa gerekirse yolu değiştirmemiz gerekir. Çünkü bu yolun başlangıcı 1949 yılında ABD ile gerçekleştirdiğimiz "Fullbright" anlaşmasıdır. Bu anlaşmayla ders kitapları Amerikan propaganda malzemesi haline gelmiştir. Anlaşmanın 5. maddesi şu şekildedir: “Komisyon, dördü T.C vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden kurulu olacaktır. Bunlara ek olarak Türkiye'deki ABD diplomatik heyetin başı, (Amerikan Büyükelçisi) komisyonun fahri başkanı olacaktır. Komisyonda oyların eşit oluşması durumunda kesin oyu misyon şefi (Amerikan Büyükelçisi verecektir.”

Bu madde gelecek nesillerimizi kapitalist emperyalist fikrin merkezine bıraktığımızın göstergesidir. ABD kontrolündeki eğitim sistemi sadece o dönemi değil o dönemin devamındaki nesli de zehirlemiştir. Çünkü mevzu nesilleri hedef almaktır. Bu anlayıştan dönmek için tekrar altını çizerek belirtmek istiyorum ki yöntem ve tekniklerde kısmen sabit kalınsa da anlayış olarak bildiğimiz ne varsa unutmak lazımdır. Çünkü kapitalist felsefede başarı için senden olmayanı geçmen ve bu uğurda her şeyi yapman gerekmektedir. Başarı aldığın not demektir. 100 kişinin girdiği bir sınavda en yüksek notu alman için sıra arkadaşlarını geçmen gerekir. Yarış atları sanırım bu örneğe tam oturacaktır. Birinci olmak yani en zengin olmak için en iyi yemi yemen, en iyi bakımının olması, en iyi jokeye sahip olman gerekir. Eğer yeteri kadar iyi değilsen diğer yarış atlarına çelme takmak da stratejilerden biri olabilir. Kapitalist eğitim modeli tam olarak bunu bize söylüyor. Sıra arkadaşların hepsi senin rakibin, birlikte ders çalışabilirsin ama bu çalışma çıkara bağlı olmalı. Ezberci sistem eleştirisi, sınav sistemi eleştirisi... hep bu anlayışın sonucunda ortaya çıkmıştır. Sınav olmasa seviyeyi nasıl tespit edeceğiz, kimin başarılı kimin başarısız olduğunu nasıl öğreneceğiz, ezberlemeden bilgiyi öğrenip öğrenmediğini nasıl anlayacağız... Bu ve buna benzer sorular hepimizin aklına gelmiştir. Çünkü biz, bizi eğitenler, bizi eğitenleri eğitenler hep bu bozuk yoldan yürüdüler. Bu yüzden eğitim anlayışımızda bildiğimiz ne varsa unutalım. İnsana değer veren, arkadaşının ayağına basmadan başarılı olabileceğini kavramış, dayanışma duygusu gelişmiş, mükemmeliyetçilikten uzak, kibirden arınmış, yeteneği ne ise o işi yapan bir nesil yaratalım baştan. Bu aynı zamanda herkesin yaptığı meslekte mutlu olmasını ve halkın sosyo-ekonomik seviyesinin gelişmesini de sağlar.

Gelişmiş milletlerin yapacağı şey budur. Çünkü herkes istediği ve yeteneği olan mesleği yapacaktır.

Peki ne yapacağız? Öncelikle başarı anlayışımızı değiştirmemiz gerekmektedir. En yüksek notları alan öğrenci başarılı değildir. Bir öğrenci her derste başarılı da olmamalıdır. Çünkü insan hayatına bu durum terstir. Her şeyin en iyisine sahip olma arzumuzu bir kenara bırakmamız gerekir. Matematikte iyi olan bir öğrencinin edebiyat dersinde başarılı olmasına gerek yoktur. Öğrencinin eksik olduğu alanda uğraşmak yerine başarılı olduğu alanda daha başarılı olması gerekir. ASELSAN'daki mühendislerimizin hepsi tanzimat edebiyatı yazarlarını ezberlemesin. Onun yerine kendi mesleğinde kendini daha da geliştirsin. Edebiyata meraklı ise hobi olarak öğrenebilirler. Ama bunu zorunlu hale getirmek ezbere dayalı sistemde daha fazla gençlerimizin motivasyonunun kaybolmasına sebep oluyor. Bu verdiğim örnekler her ders için elbette geçerlidir. Başarı terimini dahi kullanma sıklığını azaltmak gerekir. Çünkü 100 kişilik bir grupta 1 tane başarılı öğrenci varken 99 tane başarısız öğrenci vardır. Çocukları birbiriyle yarıştırmayalım. Bırakalım biri akademik alanda kendini göstersin, birisi sosyal alanda, diğeri sporda, biri sanatta. Alkışlayacaksak birini değil, tüm sınıfı alkışlayalım madalyayı 100 kişiye takalım. En önemlisi takım ruhunu ortaya çıkartalım. Kapitalist sistem bireyciliği ön plana çıkartır. Bu anlayışa göre herkes kötüdür ve herkesle mücadele etmek gerekir. Kimseye de güvenilmez. Oysa biz çocuklara güvenmeyi öğreteceğiz. Takım sporları ekip dayanışmasını artırır. 100 kişilik grubu tek tek sınava sokmayalım onun yerine 10'ar 10'ar 10 gruba ayıralım. Bu gruplar eğlenceli oyunlar oynasınlar. Her grup kendi görev dağılımını yapsın. Bu sayede kimin hangi yeteneği var ortaya çıkmış olur. Ekipler halinde yarışan öğrenciler bize sınavın yerine ne gelir sorusunun cevabını verir. O cevaplar şunlardır:

- Sırada oturup soru çözmek yerine eğlenceli bir oyun oynamak öğrencinin motivasyonunu artırır. Motivasyon hem öğretmen hem öğrenci için en elzem şeydir. Motivasyonsuz eğitim olmaz.

- Öğrencilerde dışa karşı güven duygusunu geliştirir.

- Toplum içinde yeteneğini sergilemesi özgüveninde de artışa sebep olur.

- Öğrencilerde hangi yetenek var o ortaya çıkmış olur. Daha sonra o yeteneğin üzerine gidilir.

- Bu oyunların seçimi de önemlidir. Sınavdaki sorulara göre daha fazla hayatın içinden olması gerekir. Bu da gündelik hayatta yaşadıkları zorluklarda ne yapması gerektikleri hakkında erken bir prova görevi gösterir.

- Amaca göre herkes başarılı olmuş olur. Kimse mutsuz olmaz. Çünkü amaç eğlenmektir.

- Centilmenliğin önemi öğretmen ve idareciler tarafından başta öğretilir. Bu da kıskançlık duygusunu azaltır.

- Akranlarından öğrenmiş olur ve daha kalıcı olur.

Sınav sistemi yerine bu verdiğim örnek tarzında sistemler getirilmelidir. Öğrenme en iyi eğlenerek olur. 2. Dünya Savaşı'ndan kalma öğretmenin her şeyin en iyisini bildiği düşünülen ve tahtaya geçip konu anlattığı daha sonra da bu anlattıklarını ezberledikleri kadar öğrencilere sınava tabi tuttuğu anlayış çağ dışıdır. Sınavlarda öğrenci neyi biliyor bu tespit edilmiyor, öğrencinin ezberi ne kadar kuvvetli o tespit ediliyor. Bu verdiğim örnek sadece bir tanesi. Bunun gibiler daha da artırılabilir. Öğrenciye bilgiyi ezberlettirmeyelim. Öğrenmeyi öğretelim. Nasıl öğreneceklerini öğrensinler. Öğretim yöntemlerini geliştirelim.

Sonraki Haber